Filmler hayata ışık tutarken ben
kareler içinde kanıyorum. Kayboldum… Paslı düzeninde çürük tatlarla anıyorum,
şimdi seni. Hislerimin iniş çıkışlarıyla yorgun düşüyor zihnim. Biliyorsun
değil mi, alelade bir günde yok yere “gidiyorum,” diyeceğimi? Tüm hayretlerine
rağmen, yılmayıp, yanılmadığın arayışındaki kararlılığınla mantıklı bir
açıklama düşüp o an’a…
Pembe alıyorum hayatıma. Pek işim olmaz bilirsin, mutlu kalabalıklarda. İşte böyle normal davranıyorum gitmeden, senin hatırına.
Sahi, sen gitmeyi de
becerememiştin değil mi? Hollywood klasiklerinden bir veda çakıyordun, sen de
çocuktun. Görüyorum, sıklıkla teslim oluşunu, açık etmekten kaçtığın
satırlarında. Sitem etmiyorum… Ben sadece bilemedim, suskunun kâr etmediği bir
dünyada, var olmayı kavramaya çalışıyorum.
Kaç kere söyleyeceğim daha, çek o
ellerini üzerimden!
Kanmak isteğimden böylesine
derin, sen varsay ki dağınıklığımdan sardım bir saatini gasp eden hikâyelerine.
Aynalara daldım, yeniden izliyorum okuduğum kitabı. İstanbullu şiirler
okuyorum. Sonra o masa çok kadın taşıyor, ikimiz de biliyoruz, yine ihtiyaç
uğruna gözlerin kafe köşelerinde paralanışını. Aklın akıl içinde heba oluşunu
hazmediyorum.
Hangimiz büyüyor bu ilişkide?
Otobüsler sarıyor dört bir
yanımı. Bembeyaz evlere götürecekmiş beni makine parçası. İnanırım bak, gitme
diyorum. Sistemin parçası muazzam bu çiçekler duyurmuyor hakikati ve evreni
birçok varlıkla paylaşıyoruz biliyorsun. Biliyorsun, korkmak istediğim için
ürküyorum karanlıktan. Kâbuslarımla anlaşıyorduk halbuki ki biz, senden
önce.
İçimde var olup gücünü senden alan kötü duygusunun sana yöneldiğinden nasıl şüphe duyarsın. Fincanımın orta yerinde temiz, aydınlık bir gelecek vaat ederken hem de. Savunmasız koyuyor insanı bu uzaklık.
Gerçeğim, fallara ben de inanmıyordum zaten.
.