1
DİLİMİZ TÜRKÇE
Dil denildiğinde hepimizin ilk aklına gelen lisanımız oluyor. Adriyatik’ten Çin
Seddi’ne varıncaya dek büyük bir coğrafyada konuşulan dilimiz ben diyeyim kırk
elli yıldır, sizler deyin elli altmış yıldır tartışma konularımızın başında
gelmekte.
Türklerin tarih sahnesine çıktıkları, bilinen beş bin yıl öncesinden bu yana
çeşitli badireler atlatmış durumdadır dilimiz. Moğollardan ve Çinliler ‘den
komşu bazı kavimlerden kelimeler alınmış kelimeler verilmiştir.
Anadolu’yu
vatan yapma aşamasında, İslamiyet’e girişte Arapçadan,
Farsçadan kelimeler alınmış işimize gelsin veya gelmesin Ermeniceden ve
Yunancadan kelimeler dahi dilimize geçmiş ve Türkçeleşmişlerdir.
Geçenlerde
medyada yer alan ses yönünden dünyanın en güzel kelimesi seçilen “yakamoz” un
aslının Yunanca olduğunu bir yarışma vesilesiyle öğrenmiş bulunuyoruz.
Tüm dünyada olduğu gibi günümüz Türkiye’sinde de sanayinin gelişmesi bilim ve
teknolojinin ilerlemesiyle şartlar-koşullar gereği dilimize giren yabancı
kelimelere (sözcüklere) Türkçe karşılıklar bulunmuştur. Ulu önder Atatürk’ün
emirleri doğrultusunda kurulan TDK (Türk Dil Kurumu) yıllardan beri yurt
çapında taramalar yapmakta ve mantık dâhilinde üretilen yeni kelimeleri
yazarlara, yayıncılara kamu kurum ve kuruluş- larına önermektedir.
Cumhurbaşkanlığı
seçimi sırasında katılım, oy sayısı konuları tam anlaşılamamış iktidar partisi
üyeleri ve muhalefete mensup milletvekilleri anlaşamayınca erken seçim kararı
alınmış yeni meclis ve yeni hükümet teşekkül etmiştir. On birinci
Cumhurbaşkanımız bilâhare seçilmiştir.
Yasama-Yargı ve Yürütme’nin her an karşısına çıkan bir dil meselesi /sorunu
vardır ve gelecekte de olacaktır. Computur’e , önceleri elektronik beyin denilmiş sonraları kim bulmuşsa iyi bulmuş dilimizde
tam karşılığı olan BİLGİSAYAR kelimesinde karar kılınmıştır.
Bir zamanlar hayâl kelimesinin karşılığı olarak ortaya atılan imge kelimesinin
Fransızların kullandığı “image “den bir harf eksiği ile alınıp alınmadığı halâ
kuşkulu bir durumdur.
Günümüzde 125.000 lik bir sayıya ulaşan kelime haznemizle ne yazık ki dünya
çapında edebi eserler üretemiyoruz. Ödül alabilmemiz için “şunları
kestik-bunları biçtik” türünden yaklaşımlarda bulunmamız gerekiyor galiba.
İlköğretim sıralarında başlayan bir okuma alışkanlığımız olmadığı sürece büyük
eserlerin meydana çıkması bana bir hayâl gibi geliyor. Çok kelime bilmekle her
şey hâllolmuyor elbette.
Tekrarlamakta yarar var, daha önce bir yazımda belirtmiştim. Bir bilgisayar
ortamında edebi bir eserde elli masa kelimesi varsa bir sayılıyor. Kırk defa elma
kelimesi geçtiyse o da bir defa geçmiş sayılıyor. Böyle bir mantıkla
bakıldığında: Fuzûli’nin “SU KASİDESİ” 1800 kelimelik. Yaşar Kemal’in “İNCE
MEMED” i 2500 kelimelik , Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “HUZUR”romanı 4500 kelimelik
bir eser oluyor. Ya İngiliz şair ve oyun yazarı Shakespeare Kaç kelimeyle eser yazmış derseniz cevap çok ilginç: 40000 kelimeyle.
Ben
diyeyim kırk elli yıldır, siz deyin elli altmış yıldır dilimizle çok oynanıldı. Milliyetçiliğin ( hadi ırkçılığın demeyelim – zülfiyâr’e dokunur ) kıyısında
köşesinde bulunmadıkları halde bâzı dilci zevâtın yüzünden dilimiz yürekler
acısı durumlara düştü/düşürüldü. Bugünlerde, kamutay, saylav, ilbay, ilçebay,
kelimelerini kullanan varsa , birileri göstersin bakalım.
Kırk elli yıl önce basılmış bir kitabı otuz kırk yıl önce kitaplığıma satın
aldım diyelim. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil, Reşat Nuri
Güntekin, Refik Halit Karay, Peyami Safa romanlarını ; Faruk Nafiz Çamlıbel,
Yahya Kemal Beyatlı ve başka şairlerin şiir kitaplarını evlerinde bulunduranların
vay haline. O kitapların tedavülden kalkan paralar kadar dahi bir değeri yok,
çünkü evlatlarımız torunlarımız bu kitapları okumuyor okusalar da
an-la-ya-mı-yor-lar. Türkülerimizin çoğu anlaşılabilir şekilde ancak eski
şarkılara ne demeli? O şarkıların sözleri ne ümitlerle yazıldı ne zorluklarla bestelendi o güzelim şarkılar. Bugünlerde kim dinler kim anlar.
Misâl’e örnek, tereddüt’e ikircil, ihtimale olasılık, imkâna olanak, ümit’e
umut, hayat’a yaşam demekle başımız göğe erdi mi? Geçtim Osmanlıca , ağdalı ;
kesbetmek, muasır, yevmiye, aşar,vs. kelimelerin- den. Çoktandır halk arasında
kullanılmayan lâkin hukuk dilimizde halâ kullanılan kelimelerden. Hikâye yerine
öykü demem şart mı? Dinî yerine tinsel sözcüğünü kullanmam olmazsa olmazlardan
bir olmazlık abidesi mi? Anıtı mı?
Yukarıda adını andığım yazarların kırk elli yıl önce basılmış kitaplarını
kütüphanelerden bulun, sahaflardan alın biricik evladınızı/evlatlarınızı
karşınıza alıp sorun bakalım, okuduklarından ne anladılar? Teklif ediyo - rum- Öneriyorum - Salık veriyorum.
Hangi şıkkı beğendiyseniz onu deneyin. Bu kitaplar eczanelerde satılıyor
olsaydı çoktan çöpe gitmişti. Satanlar tâkibata uğrayıp kamuya verdikleri
zararlardan dolayı haklarında yasal işlemlere başlanılmıştı.
Onlarca Türkçe - Edebiyat öğretmeni var. Niye şiir hikâye, deneme , makale
yazmazlar, niye roman yazmazlar diye kendime ve dostlarıma sorardım. Niye
yazsınlar ki ! Kırk elli yıl sonra bir başkaları gelir o yeni gelenler sil
baştan yeni kelimeler üretir. ”Yandı gülüm keten helva” demektense otur
oturduğun yerde. Al eline kumandayı seyret televizyonunu. Neyine gerek gece
yarılarına kadar kafa eskitmek, bir masaya çöküp dirsek çürütmek. Sahi neyine
gerek? .....