...

İnsanları kımızdan daha fazla, güzel sesiyle büyüledi. Altay’ın babası “Balım kız çok güzel kızmış. Acaba Altay’a istesem verir mi? diye düşündü. Dinleyenler “Ne ses be! Bundan da güzel ses olur mu? Cennetteki huri kızları bundan güzel söylemez!” diye övdüler. Herkesin çıktığı anda Balım Kız’a yaklaşan Altay:

 

“Ne güzel olmuşsun. Güzelleşmişsin” diye elinden tuttu.   

“Uzak git… Birisi görürse ayıp olur.”

“Ne kadar buradasın?”

“Bir aydan fazla… Yarın ‘Sevda Pınarı’nda salıncak kuracağız. Gelir misin?”

“Mutlaka geleceğim. Ne akıllı kızsın sen!” Ayak seslerini duyunca dışarı çıktı. Yolda Akpar, Altay’a:

 

“Bu gün anladım. ‘Zenginlerin kızı niye güzel oluyor’ diye düşünürdüm. Bu gün onun cevabını buldum. Zenginler güzel kızlarla evlenirlermiş. Güzel hanımlardan da güzel kızlar doğarmış. Bana sorarsan Balım Kız’ın anası Balım Kızdan daha güzel. Tanrı biliyor ya, ben böyle güzel hanımı ilk defa görüyorum.”

 

“Niye öyle diyorsun? Fakirlerinde güzel kızları oluyor ya!”

“Ama çok değil.”

“İyi elbise de insana süs verir. Güzel elbise giyince, güzel olmayan da güzel görünür.”

 

Koca bir gün geçmek bilmemişti. Akşam zor olmuştu. Akşamleyin; dışarısı süt gibi aydınlıktı. Altın tabak gibi olan ay, tepelerin üzerinden kayarak gidiyordu. Dağlar ve tepeler ayın ışığıyla daha aydın görünüyordu. Altay sessiz ve durgundu. Çapar’ın ateşli hanımı, açıklığın verdiği cesaretle: “Tanrım bizi de şanslı yaratmış. Kayınımız olmasa, eğlenceye bizi kim davet ederdi?” dedi Altay’ın omzundan tutarak.

 

“Bırak tate, ayıp değil mi?” diye Akay utanarak yüzünü tuttu.

“Niye ayıp olsun? Senin de canın istiyordur. Öğütleyeceğine sen de misafir delikanlıya asıl” dedi. “Utanma diye bir şey kalmamış sizde. Öyle konuşmaya devam edersen geri dönerim. Kocan gelsin, sana güzel bir tasma aldıracağım” dedi Altay.         

 

“Kocam dediğin, kadına değil para ve menfaatine bakar. Karısına tasma alacak adam, hanımını aylarca yalnız bırakıp ticaretin peşinden koşmaz. Her şeye rağmen, ben evli bir kadınım. Aslında ben evden, bu zavallı için çıktım.” Akay bir çimdik attı Akkar’a.

 

Kadının söylediklerinden cesaret alan Akpar, gecenin karanlığında Akay’ın elinden tuttu. Elleri ateş gibi yanıyordu. Bir ara kaydı, düşecekken Akpar onu belinden yakaladı. Onun vücudunun da titrediğini fark etti. Sevda Pınarı’nda dağlardan süzülerek gelen, kar suyu akarak Gökdere’ye doğru akıyordu. Koca koca ağaçların dalları arasından yere ay ışıkları dökülüyordu. Yaylada olanlar geniş düşünceli, hoşgörülü oluyorlardı. Kızlarını, gelinlerini gönül rahatlığıyla gönderir, “gönül kötersin” derlerdi. Çocukların oyun ve eğlencelerine ehemmiyet verirlerdi.

 

Balım Kız’ın söylediği şarkı ay ışığına karışarak, dağlara doğru yankılanıyordu.

Söyleyenler söyledikçe açılıyordu. Dinleyenler coşuyor, iki gencin söylediklerini alkışlıyorlardı.       

 

Diğer yanda Akkar Hanım, obada konuk olan Akpar’a: gelerek : “Bu hanım eve döneceğim” diyor. Ağlıyor. Bunun gönlünü al” dedi Akay’ın elini Akpar’a tutturduktan sonra oradan uzaklaştı.

 

“Niye ağlıyorsun?”

“Canım ağlamak istiyor” dedi başını gen adamın omuzlarına dayadı.

“Biri görürse ayıp olur…”

“Buraya getirdiniz, kayıp olup gittiniz…”dedi ağlayarak. Bir yandan ona acıdı. Bir yandan da gülesi geldi.

 

“Demek bunun için ağlıyorsun?” Kenarda bir ağacın altında, dallarının gölgesine, otların üstüne oturdular. Akpar, hayatta tek başına olduğunu, hiçbir akraba ve yakın olmadığını hatırladı. Birini özlüyormuş gibi bir duyguyla Akay’ı kucakladı. Düşüncelerinden kurtularak onu bıraktı. Bir içim su gibi güzeldi. ‘Şehit olan kocasının evinde oturmaktansa, arzu ettiği biriyle niye evlenmiyor’ diye düşündü.

 

“Bir şey sorabilir miyim? Kocan öleli iki sene geçmiş. Bu evde ne bekliyorsun?”

“Nereye gideyim?”

“Ailene niye gitmiyorsun?”

“Benim ailem, akrabam yok. Her şeyim bu ev. Kayın anam ile atam beni büyütüp, terbiye eden…”

“Ailen nasıl yok olur?”

Akay iki yaşında annesini kaybettiğini, akrabalarını bilmediğini, eve gelişini, yaşadıklarını, evlenmesini ve kocasının şehit olmasını… uzun uzun anlattı. Akpar: ‘Niçin olmadığını bilmiyorum ama kimsesiz, yalnız olduğunuzu öğrenince, sizi kendime yakın hissettim’ diyordu.

 

“Gönlün varsa al götür beni buralardan. Eşin olurum. Yoldaşın olurum. Yük olmak ağırıma, gücüme gidiyor.” Gözleri yaşla dolmuştu. 

 

Evlere dönülürken sabah olmak üzereydi. Akkar Hanım, şehit kayın hanımı ile gelen misafiri gönüllerini bir etmiş, evlenmesini, birbirilerini sevmesini, çoluk çocuğa kavuşmasını çok istiyordu. Sonunda kayını Altay’ı da razı etmiş, iki at temin etmişti. Sabahın ışıklarından önce, yeni bir hayat kurmak üzere; şehre doğru hızla iki atlı yol alıyordu.

Km-140105


( Sevda Pınarı - 2 başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 27.03.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.