Otuz sekiz yıllık meslek hayatımda acısı ile tatlısı ile birçok olayla 

karşılaştım. 


Her öğretmen gibi ben de bazı olaylardan etkilendim ama yaşadıklarım 

arasında öyle bir tanesi vardı ki, bana “İşte ben öğretmenliği böyle 

öğrendim” dedirten olaydı.


Bundan yirmi beş yıl kadar önce, İstanbul’da bir okulda görev yaparken, 

birinci sınıfta bir kız öğrencim, bir türlü okuma yazmayı çözemiyordu. 

Yıl sonu bütünleme kursunda biraz okuyup yazmaya başlasa da, sınıf 

geçmesi için yeterli düzeyde değildi. 


Fakat ailesi sınıfta kalmasını istemiyordu. 


Aslında öğrenciye sınıf tekrarı yaptırmayı ben de sevmiyordum. Çünkü 

bu duruma düşen öğrencilerin birçoğunun okuldan soğuduğuna ve 

kendini değersiz hissettiğine inanıyordum. Bu düşüncem ve ailesinin 

isteği doğrultusunda öğrencime sınıf tekrarlatmamayı uygun gördüm.

   


Ne yazık ki yaz tatili boyunca öğrencimle hiç ilgilenilmemiş,  iyi kötü 

öğrendiği okumayı unutmuş bir vaziyette dönmüştü. O yıl teftiş yılımız 

olması nedeni ile müfettiş çocukları teker teker okuttu. Sıra o kızımıza 

gelince, ağır okuduğunu bildiğim halde, onu okumaya teşvik ettim. 


Tüm çabama rağmen öğrencim okumayı reddettiği için müfettiş bana 

bir hayli kızdı. Ezilmiştim. Fakat yaptığım şeyin doğru olduğuna, 

o çocuğu kazanacağıma inanıyordum.  Çünkü öğrencinin üzerine yeteri 

kadar eğilim gösterilmesi halinde,  onun çok şey başaracağına diğer

arkadaşlarına rahatlıkla yetişebileceğine, belki ona diğerlerinden biraz 

daha fazla ilgi gösterilmesi gerektiğine emindim. Ancak bunun için sadece 

benim değil ailesinde çaba göstermesi gerekiyordu.


Ne müfettişin bana kızması, ne de okul idaresini bu nedenle karşıma 

alabilecek olmam beni kazanabileceğim bir öğrenciyi kaybetmek 

kadar korkutmuyordu.


Sorunlu bir öğrencinin başarılı olabilmesi için, çocuk aile ve öğretmen 

ilişkisinin biraz daha fazla olması gerektiğini düşündüğümden o günden 

sonra onu kazanabilmek için öğrencimin ailesi ile işbirliği halinde hareket 

ettik.


Yirmi beş yıl önce yaşadığım bu olayın meyvesini beş yıl önce aldım. 

Diğer arkadaşlarının yardımı ile benimle bağlantı kuran kızım şu 

anda İzmir’de büyük bankaların birinde şef olarak çalışıyor, evli ve 

iki çocuk annesiymiş.


Öğretmenler, öğrencilerinin hem duygu yönünden hem de düşünce 

yönünden hayata hazır olmalarını sağlamak için devamlı kendilerini 

geliştirmelidir. Hiç bir eğitimci kötü bireyler yetiştirmek istemez. 

Önemli olan neler yapabileceğini kendine sormasıdır.

                    

         İlim ilim bilmektir. 

         İlim kendin bilmektir. 

         Sen ki kendin bilmezsin. 

         Ya nice okumaktır.


Yukarıda ki dizelerin sahibi olan Yunus EMRE, bu sözleri kimler için 

söylemiştir. Bunu etraflıca düşündüğümüz zaman, tüm insanlığa ama 

özellikle de ilim sahibi insanlara söylediğini anlarız. 


İlim sahibi bireyler, gerek günlük yaşantısında ham madde olarak cansız 

nesneleri kullanan bireyler olsun, gerekse canlı bir varlık olan insanı 

ham madde olarak ele alan bireyler olsun, ilmin asıl ölçütü önce bireylerin 

kendini bilmesidir.


                                                Mehmet Fikret ÜNALAN


 

     






 


( İşte Ben Öğretmenliği Böyle Öğrendim başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 12.03.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu