Bir aşk ağıtçısı gördüm sokakta.
Pejmürde bir halde, saç sakal iç içe, gözler ağlamaktan
ölmüş, beden yemeden içmeden kesilmiş kuru bir vaziyette idi.
Dilinde bir şeyler mırıldanıyordu habire, elinde bir ney
vardı eskice, diğer elinde bir papatya vardı kurumuş.
“Dayan yüreğim dayan
taştan taş hasretleri sar gönlüne.
Geçmeyen ne ki dünya
dünya olalı beri?
Hani Ferhat hani
Mecnun hani Kerem?
Hani Küçüğüm, hani Papatyam,
hani…
Masal değil mi şimdi
anlatılan insanlara, toprak değil mi yaşatılan…
Kimden ne kalır
geriye bu fanilikte?
Dayan yüreğim dayan…
Nen kaldı ki bu
dünyada,
Bir nefesin kaldı
çıktı çıkacak.”
Sonra neyini aldı dudaklarına götürdü bir üfledi pir üfledi.
İnsanın içine işleyen ve acıtan bir nağme duyuldu.
Herkes kulak kesildi birden.
Herkes hüzün kesildi.
Gül soldu, bülbül soldu, etrafa bir hal oldu.
Üfledi, üfledikçe kanattı, kanattıkça yaraladı yüreğini göz
göre göre.
Durdu sonra neyini aldı eline.
“Bir goncadır
dudakların
Renk renk açılan
öpüldükçe,
Değdiği yerde iz
bırakan
Kaçak tütün tadında” diye
bir dörtlük okudu.
Yanaştım “Nen var dedim dostum?”
Bana baktı uzunca sonra elini yumruk yapıp sol yanına vurdu
kaç kere.
“Yaram var aha tam
şuramda” dedi. Konuşmadı bir daha. Gözlerini yere dikti bekledi. Yaşlar
boşaldı yanaklarına.
Elinde papatya kurusu, sırtında neyi, kalbinde hüznü ile
doğruldu çok sonra ayağa kalktı.
“Sen yaşa bana Kaptan,
sen yaşa bana Kaptan” diye mırıldanmaya başladı.
“Ela-zığ’ı neden çok
seviyorum” diye soru soruyordu.
Sanki başkası konuşuyordu.
Sanki başka biri olmuştu. Bedeni vardı ama ruhu başkasına
aitti.
Sanki yaşıyordu başkasını o an, gözü başka gözü görmüyordu,
kulağı başka sesi duymuyordu, kalbi çarpmıyordu sanki!
Bedeni mezbelelikti ama ruhu gülistanlıktı.
Ve akşamın karanlığına doğru yürüdü.
“Kaptan derler namına”
diye söze girdi ardından bakanlardan biri.
“Kara sevdaya
tutulmuş” dedi bir diğeri.
“Şairmiş şiirleri
varmış aşk üzere, yazarmış hikâyeleri varmış yüzlerce” diye başka biri
ekledi Kaptan yiterken.
Konuşan ne de çoktu yaşayan hiç yoktu oysa!
Kaptan’dı yaşayan, kanayan, ağlayan.
Zamanı kapsayan büyük bir acının müdavimiydi eceli gelene
kadar, yanardağını içinde taşıyordu, lavları ney ve sözleriyle dışa akıyordu.
Zehri dermanıydı.
Ömrü eceliydi.
“Nen var?” diye
sormuştum ona sol yanını göstermişti.
“Yaram var”
demişti “Aha tam şuramda.”
Yarası olanlara hediyem olsun bu hikâye.