4.     İSYANLARIM

 

          Harp  zamanıydı. “ Harbe  girecek  miyiz,  girmeyecek  miyiz”  haberleri,  radyodan,  zaman,  zaman  dinliyor ,  aramızda  da  konuşuyorduk.  Böyle  kritik  bir  dönemde,   verilen  yemekler  bizi  doyurmuyordu.  Porsiyonlar    hem  az  çıkıyor,  hem  de  devamlı,  kuru  fasulye,  mercimek,  güm pür le  idareye  çalışıyorlardı.  Biz  ise  tam  gelişme  ve  yeme  çağında  idik.  Cumartesi,  Pazar  günleri,  kasabaya  indiğimizde,  bazı  arkadaşlar,  peynir,  zeytin,  reçel  gibi,  bazı  ihtiyaçlarını   alabiliyorlardı.  Benim  ise,  harçlığım  kıt,  param  hesaplıydı. İşte  böyle  zamanlarda,  fakirliğin  acısını,  yüreğimde,  daha  fazla  hissediyordum.  Zaman,  zaman,  Tanrıya  isyan,  anama,  babama  küfür  ettiğim  oluyordu. 

    -Zevk  için,  beni  meydana  getirdiniz,  netice  ne  oldu?  Biriniz  ölüp  gitti,  bana  dikili   bir  ağaç  bile  bırakamadı,  diğeriniz ,  beni  bebekken  terk  etti,  anne  sevgisini  tattırmadı.  Diyerek,  kızar,  bağırır,  ağlardım.  Tabii,  bunu ,  yalnız  olduğum  zamanlarda  yapardım.  Bazen,   düşüne,  taşına  fırından,  sıcak  bir  ekmek  alır,  şehirden,  okula  gelinceye  kadar,  yavan  ekmeği,  büyük  bir  iştahla,  yer,  bitirirdim.  Ki  o  zaman  ekmekler  okkalıktı.

  Tanrıya  isyanım  ise: 

 -Neden  beni  yarattın!  Madem  yaratacaktın,  neden,  zengin  bir  ailenin  çocuğu  olarak  yaratmadın ?  şeklinde  idi.  İşte  o  zamanlar,  kendi,  kendime  söz  vermiştim.” Zengin  olmadığım  takdirde,  evlensem  bile,  çocuk  yapmayacaktım.”  Çocuğumun  da  benim  gibi,  sıkıntı  çekmesini  istemiyordum. (  Tanrı,  bu  isteğimi  duymuş  olmalıydı).

   Bir  gün,  müdür  muavini   beni   çağırttı  ve,

 -Senin  velin  kim ?  Adını,  adresini  ver  de,  mektup  yazacağım.  Dedi.  Dayımın  ismini  ve  adresini  vermiştim,  ama,  neden  mektup  yazacak  acaba  diye  de  merak  etmiştim.  Beni  mi  şikayet  edecekti?  Bu  şüphe  ve  endişem   epey   devam  etmiş,  derslerin  hay-  huyu    içinde   unutmuştum.......

  Artık,  okullar  kapanmak  üzereydi.  Devamlı,  sözlü  ve  yazılı  sınavlar  yapılmakta,  bizler  de  harıl,  harıl  çalışmaktaydık.

Bu  arada,  harp  bitti,  bitecek  haberleri,  kulaklarımızı  doldurmaya  başlamıştı.  Almanlar  yenilmişler,  teslim  olacaklardı.....

.

 

 

   Okullar  tatil  oldu.  Karnelerimizi  aldık,  Allaha  şükür,  resim  hariç,  aldığım  notların  hepsi  pek  iyi  idi.  Diğer  arkadaşlarla  vedalaşarak,  dört  İzmitli,  iki  de  Bolulu,  Saim  ve  Selahattin ,  istasyonun  yolunu  tutmuştuk.  Bolu’lu  arkadaşlar,  Arif iye’de  indiler, Trende,  İzmit’e  yaklaşırken,  içimde ,  az  da  olsa  bir  heyecan  mevcuttu.  Acaba ,  beni  nasıl   karşılayacaklardı.  Epey  zaman  geçmiş,  bu  zaman  zarfında,  ancak,  bir  kaç  mektup  yazabilmiştim.

   Daha,  yolun  köşesini  dönüp,  uzaktan  evi  görür,  görmez ,  Leydinin  sesini  duydum.  Sanki,  uzaklardan  kokumu  almıştı.  Bahçe  kapısını  açar,  açmaz,  üzerime  atladı.  Çılgın  gibi,  ellerimi  yalıyor, etrafımda,  fırıl,  fırıl  dönerek,  sevinç  gösterisi  yapıyordu.  Bunca  zaman  geçmiş,  beni  unutmamıştı.  Köpek  de  olsa,  doğrusu,  beni  duygulandırmıştı.Erkan  hariç,  yengem  ve  kızlar ,  beni  iyi  karşılamışlardı.  Erdem  ise,  görevi  icabı,  şehir  dışındaydı.  Dayımın  ise,  akşam  eve  geldiğinde,  yüzü  gülüyordu.  Daha ,  yanıma  gelmeden,

  -Hoş  geldim,  oğlum!  Gel,  seni  kucaklayıp,  tebrik  edeyim  , derslerinde,  çok  başarılı  imişsin,  okuldan,  takdirname  yazısı  geldi”  dedi.  Ve  kucaklayıp,  yanaklarımdan  öptü,.  Biraz  şaşırmıştım .  Getirip  yazıyı  gösterdi.  Gerçekten,  yazı  okul  müdürlüğünden  yazılmıştı,  yazıyı  okuyunca,  ne  de  olsa   göğsüm  kabarmıştı .

 Yaz  tatilini,  çalışarak  değerlendirmek   istediğimden,  Dayım,   kağıt  fabrikasında,  bana    bulmuştu.  Ne  kadar  çok  para  biriktirirsem,  benim  için  o  kadar  iyiydi.  Okulda  harçlığa  ihtiyacım  oluyordu.  Dayımdan  okul  harçlığı  istemeye  çekiniyordum.  Ev  o  kadar  kalabalık,  gelen  gidenin  ve   akrabaların  haddi -  hesabı  yoktu.

Fabrikada  işim  oldukça  kolaydı.  Bazen  işçilere  su  taşıyor,  bazen  de ,  dekovil  üzerinde  yürüyen  küçük  vagonlarla,  kazılardan  çıkan  toprakları,  bir  taraftan,  diğer  tarafa,  taşıyıp  döküyordum.                                        İşten  çıkıp,  eve  geldikten  sonra,  bahçeyle  ilgileniyordum.  Bahçe ,  oldukça,  bakımsız  kalmıştı.  Yediğim  ekmeğin  karşılığını  ödemek  istiyordum  ama,  pek de   onu  karşılamıyordu.  Açıkçası, çalışmam,   yengemin,  çamaşırlarımı  yıkamasının  karşılığı bile  olamazdı.  Gerçi,  Dilsiz  Emine  teyze  gibi  yardımcı  kadınlar,  ev  işlerine  ve  çamaşıra  yardım  ediyorlardı  ama,  evin  asıl  yükü,  yengemin  üzerindeydi.  Kızlardan,  pek  de  yardım  görmüyordu.  Bu  da   herhalde,  Yengemin,  Onlara  karşı  kendi  tutumundan  kaynaklanıyordu.  Her  işi  kendim  yaparım  veya  yaptırırım  düşüncesindeydi.  Onlara  pek  kıyamıyordu  galiba!

        Sayılı  günler  çabuk  gelip ,  geçmişti.  Okul,  artık,  benim  için  bir  sığınma  yeriydi.  Burada,  kendimi,  bazılarının   bilhassa  Erkan’ın   hissettirdiği  gibi,  biraz  da  sığıntı   kabul  ediyordum.  Aslında,  Dayım  da,  yengem  de  böyle  düşünmüyorlardı.  Onlar,  can-ı  gönülden,  bana  destek  olmuşlardı  ve  destek  olmaya  devam  ediyorlardı.

Bu  defa,  İzmit’ten  ayrılmam,  bana,  fazla  üzüntü  vermedi.  Artık,  önceki  duygusallığım  yoktu.  Ayrılık  duygusuyla,  trende  de  ağlamamıştım.   Üstelik,  okula  gidiyorum  diye,  sanki,  içimde  bir  sevinç  vardı.

 Okulda,  ilk  haftanın  rehaveti,  gelip,  geçmişti.  Öğretmenlerimizin  hepsi  de  iyi  insanlardı.  Dersleri  de  çok  iyi  öğretiyorlardı.  Genellikle,  bizlere  davranışları  iyiydi.  Müzik  çalışmalarımıza,  yeniden  başlamıştık.  Kendi  enstrümanları  olup,  yaz  tatilinde,  evlerinde,  çalışanlar,  bu  işte  daha  başarılı  idiler.  Benim  ise,  böyle  bir  imkânım  yoktu.  Yengem,  genç  kızken,  Ud    dersi  almıştı,  Udunu  getirip,  bana  da  öğretmek  istemişti.  Ama   hem  iyi  nota  bilmiyordu,  hem  de  Udun  çalınışı,  mandolinden  farklıydı  bu  sebeple,  başaramamıştım.  Bu    için  uzun  zamana  ve  gayrete  ihtiyaç  vardı.

 

  6.. İKİNCİ     ŞAMAR

  Okul  açılalı bir  ayı  geçmişti.  Okula  iki  öğretmen  tayin  olup  gelmişti.  Biri  erkek,  biri  kadındı.  Anladığımıza  göre,  ikisi  de  bekârdı.  Erkek,  otuz  yaşlarında,  açık  tenli  yakışıklı,  biraz  da  benim  gibi,  burnu  büyük  cinstendi.  Ayrıca,  her  şeyi  ben  bilirim  pozundaydı.  Talebelere,  bir  kürsü  farkından   çok  daha  yukarılardan  bakardı.  Kadın  ise,  20-25  yaşlarındaydı.  Yüzü,  biraz  tatarımsı  olmasına  rağmen,  oldukça,  güzeldi.  Anlaşılan,  öğretmen  okulundan,  yeni  mezun  olup  gelmişti.  Fazla  deneyimi  yoktu.  Talebelere,  nasıl  davranacağı  hakkında,  tereddüt  geçiriyordu.  Acaba,  sıcak    davran sındı, yoksa, soğuk  mu ?

      Sınıfta  ders  anlatırken,  bazı  arkadaşların  yaptığı  gibi,  ben  de  Ona  bakarak,  dalar  giderdim .   Toplu  fotoğraf  çekimlerinde,  Onun  yanında  bulunmak  isterdim.  Aynı  devrede  tayin  olup    gelen,  edebiyat  Öğretmeni’nin,  Ona  karşı  ilgi  duyduğu,  benim  gibi,  bir  çok  arkadaşın  gözünden  kaçmıyordu.  Teneffüslerde,  sık,  sık  bir  araya  gelerek  ,  yana,  yana  dolaşırlardı.

     Bir yerlerde  okumuştum,  sakız  çiğnemenin,  diş  ve  diş  etlerine  faydalı  olduğunu.  Zaten  köyde  de,  bir  bitkinin  öz  suyundan  sakız  yapar  çiğnerdik.  Dolaysıyla,  bu  yönde  alışkanlığım  vardı.  Okulda  da  bu  alışkanlığımı  devam  ettiriyordum.

     Bir  gün,  teneffüsten  sonra,  sınıfa,  sakız  çiğneyerek  girmiştim .   Henüz  yerime  oturtamamıştım  ki,  yeni  edebiyat  öğretmeni  sınıfa  girmişti.  Sıraya  otururken  Onu  gördüm,  sakızı  ağzımdan  çıkarayım  mı,   yoksa ,   çıkarmayıp  yutayım    diye  bir  an  tereddütten  sonra  onu  çıkarıp  ovucuma  aldım.  Öğretmenin  gözü  bende  ve  hareketlerimde  olmalı  ki,  bana  doğru  gelerek,

    - Nedir,  o  ağzından  çıkardığın,  dedi   ovucumu  açıp,  göstermek  mecburiyetinde  kalmıştım.  Ovucuma  bakmakla,  tokadı  yemem  bir  oldu .  Bu  hayatta  yediğim  ikinci   tokattı.  İkisi  de  sudan  sebeplerdendi.  Çok  bozulmuştum.  O  kadar  arkadaş  içinde  tokat  yemem,  çok  ağrıma  gitmişti.  Ama  asıl  sebebin,  sakız  çiğnemek  değil   başka  bir  şey  olduğunu  tahmin  etmek   pek  de  güç  değildi.  Bunu  düşünerek,  biraz  da  olsa  teselli  olmuştum.

   Okulda,  tokat  yiyen  çok  arkadaş  görmüştüm.  Onlar,  daha  ziyade,  sigara  yasağı  yüzünden,  böyle  bir  muameleye  maruz  kalıyorlardı.  Müdür  muavini  ve  yeni  gelen  edebiyat  öğretmeni  gibiler,  zaman,  zaman  tuvaletlere  baskın  yaparlardı.  Ve  yakaladıklarına,  Allah  yarattı  demeden,  sille  tokat  girişirlerdi.  Sigara  içen  talebelerin  çoğu  paralı  okuyanlardı.  İçlerinde  iyi  arkadaşlar  da  vardı.  O  kadar  sopaya,  aşağılanmalarına  rağmen,  neden  sigarayı  bırakmadıklarına   veya  bırakamadıklarına  şaşar,  hayret  ederdim.

 

        7.  RESİM   HOCAMIZ

    Resim  yapma  kabiliyetim  pek  yoktu.  Resim  hocamız,  çok  güzel,  otoriter  ve  aynı  zamanda,  hanım  efendiydi.  Bir  gün,  resim  dersinde,  kürsünün  üzerine  koyduğu  vazonun  ve  içindeki  çiçeklerin  resmini  yapmamızı  istemişti.  Ben,  yine   arka  sıralarda  oturuyordum.  Hocamız,  bir  müddet  sonra,  sıraları  dolaşmaya  başladı.  Kimine  “iyi”  diyor,  kimine,    biraz  daha  çalış,  şöyle  yap,  böyle  yap “  diyerek    ilgi   gösteriyordu.  Sıra  bana  gelmişti.  Yaptığıma,  şöyle  bi  baktı,  anlaşılan,  bir  şeye  benzetememişti.  Yanıma  oturdu.   Bana ,  yeni  ve  temiz  bir  resim  kağıdı  çıkarttı.  İzah  ede,  ede,  vazonun  ve  çiçeklerin  resmini  kendisi  yapmaya  başladı.  O  resim  yaparken,  ben  de  Onun  sıcaklığını  hissediyordum.  Bu  hissettiğim,  acaba,  duymadığım  anne  sıcaklığımıydı ?   Yoksa,  bana  değer  verdiğini  düşünmemden  mi  ileri  geliyordu?   Artık ,  resim  derslerinin  gelmesini,  dört  gözle  bekler  olmuştum.  Çünkü,  her  derste  yanıma  oturur,  bana  çizimlerde  yardım  ederdi.  Ne  yazık  ki,  resim  dersleri,  haftada  bir  saat  ile  sınırlıydı.

 

 8.  ÖRNEK    TALEBELER

 

            Bir  gün,  müdür  muavini,   Hüsnü  Baba,- ki  genellikle  böyle  derdik-,   beni,  Hüseyin’i  ve  Saim’i   yanına  çağırtmıştı.  Merakla,  birbirimizin  yüzüne  baktık  ve  sonra  da  odasına  gittik.  Masasının    arkasında,  gözlüklerinin  üstünden,  bizi  ilk  defa  görüyormuş  gibi  bakarak,

   -Siz,  üçünüz,  okulun,  en  ahlaklı  talebesi  seçildiniz.  Okulun  disiplin  kurulu,  böyle  bir  karar  aldı .   Bu  günden  itibaren,  karma  sınıfta  ders  görecek,  oradaki  ahlaksız  talebelere  örnek  olacaksınız,  dedi.  Bizi,  peşine  takıp,  karma  sınıfa  götürerek,  içeri  girdi  ve

 -Bu  üç  arkadaşınız,  badema  bu  sınıfta  ders  görecekler,  diyerek  , Hocaya,  hiç  bir  izahatta  bulunmadan   çıkıp  gitti ..  Bilahare,  karma  sınıfta  paralı  olarak  okuyan  üç  arkadaşımız,  bizim  sınıfa  nakledilmişlerdi.

 Tevatüre  göre:  Onlar,  kız  talebelerin  içinde,  kız  talebelerden  ziyade,  kısa  boylu,  şişman,  uzun  yıllarını  bu  mesleğe  vermiş,  kadın  bir  öğretmeni,  ahlaka  aykırı  davranışlarıyla  taciz  etmişlerdi.  Hoca  da  ,  Onları,  idareye  ,  şikayet  etmek  mecburiyetinde  kalmıştı.  Okulun  disiplin  kurulu  toplanarak,  çare  olarak,  böyle  bir  uygulamayı  münasip  görmüştü.

   Benim  için,  bu  bir   mükafat  mıydı?  Güzellere  bakmayı  her  zaman  seven  ben,  bundan  sonra  etrafıma  bakamayacak  mıydım  ?  Mamafih,  O  arkadaşların  yaptığı  şey  çok  farklı,   düpedüz  ahlaksızlıktı....

 

...

 

( Zorlu Dönemeçler-1-b4-4-8 başlıklı yazı coni tarafından 6.02.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu