Ansızın
bir anda giriverdi dünyama,
Hani
pencereye konan garip bir kuş misali!
Nasıl
anlatsam ki onu, nasıl tanımlasam bilmem ki,
Saçları
sap sarı, buğdayın ucunda açan başak misali,
Gözleri
masmavi, engin denizlerin, okyanusların renginde!
Hani…
Ben maviyim diyenleri, kıskandıran renk misali…
Boyu
benim ki kadar. Ne biraz fazla, ne de biraz eksik…
Huyuna
gelince… O… O bambaşka, hem duygusal, hem de romantik!
Hani
gülen, gülerken de ağlayan insan misali…
Bazen,
bazen bir çiçeğe benzetirim onu… Ama hangisi?
Manolya
desem olmaz, gül desem sönük kalır, hiç yakışmaz!
Hemen
gözleri gelir aklıma… O, masmavi hüzünlü gözleri…
Hüzün
çiçeğim derim ona… Biricik hüzün çiçeğim…
Bazen…
Bazen bir mektup yazar ki sormayın!
Her
satırı özlemle, hasretle dopdolu…
Hani
her kelimesi insanı, ta yürekten vuran kurşun misali,
Adı
değişir hemen… Hasret çiçeğim derim ona…
Biricik…
Biricik hasret çiçeğim…
Bazen
de satırları isyan dolu… Kin, nefret dolu olur!
Hani
insanlara küsmüş yaralı bir ceylan misali…
Yine
adı değişir… Küskün çiçeğim derim ona…
Biricik…
Biricik küskün çiçeğim…
Değişiverdim
onun sayesinde… Eski günlerime kavuşuverdim,
Artık
hüzünlü şarkılar etkilemiyor, gözlerimi buğulandırmıyor ansızın…
Ya
ellerim? Ellerim paramparça olmuyor, beton duvarları yumruklamaktan!
Resimsiz,
içi boş duran albümler, surat asmıyor artık,
Belli
ki mutlular, küskün çiçeğimin resimlerini taşımaktan.
Kimine
göre aşk bunun adı! Kimine göre de,
olsa, olsa ölümüne sevda!
Ne
denir buna? Nasıl tarif edilir? Bilmem, bilmesine de!
Onu
düşününce, dizlerimi bir titreme alır ki… Sorma gitsin!
Boğazım
kurur, yutkunamam! Bağırmak isterim, sesim kısılır bağıramam!
Tüm
çabalarıma rağmen anlatamıyorum bunu… Bir türlü anlatamıyorum işte!
Ama…
Ama anla be arkadaş! Anlayıver, işte! Söyleyemiyorum…
Söyleyemiyorum,
o sihirli cümleyi… Beceremiyorum… Beceremiyorum işte!
Küskün
Çiçeğimi çok… Hem de çok seviyorum demeyi…
(Cezaevi Mektupları/1996)