Ağustos ayının son günleriydi, Ali’nin yaşadığı yerdeki bağ dedikleri bahçelerdeki cevizler yeni olgunlaşmış ağacın dallarından birer ikişer kabuğu çatlayanlar olgunlaştıkça düşmeye başlamıştı.

            Ali her yaz gelince bu göçtükleri ve yaz boyunca da kaldıkları bu bağlarındaki avar dedikleri bostanlarına komşularının bahçesinin kenarından akan dereden çevirdiği dere suyunu, bağlarındaki bu avar dedikleri bostana salmış, bostanlarını suluyordu.

Komşu bağdaki evin sekisinin sınırından bostanlarına doğru akan dereden arıklarda getirdiği bu sulama suyunu, bu defa bir başka mandallarındaki bostanlarına çevirmek için ve o mandaldaki bostanları’ da sulamak için gittiği sırada, bağ komşusu olan ve kışın yaşadıkları şehirdeki adliyede memur olarak çalışan zabit katibi komşusunu, bitişikteki bağlarında bulunan ve genellikle ilçe halkının yazın oturduğu bu bağlarındaki iki katlı evin sofasında gördü.

            Komşuları olan bu zabıt katibi orta yaşlı memur, akşam üzeri çalıştığı dairesindeki işinden, iş çıkışı bağlarındaki evine dönmüş, bahçelerinin kenarında bulunan ceviz ağacının dallarının koyu gölgesindeki evlerinin sofasında oturmuş dizinde yatan eşinin saçlarını okşuyordu. Ve belki de eşiyle birlikte  o sıcak yaz gününün yorgunluğunu çıkarıyorlardı.

            Bağlarındaki bostanları sulayan küçük Ali, onları o halde görünce, içinden derin bir of çekti ve yine içinden mutluluk denen şey bu olsa gerekir her halde diye düşündü.

            Ve bir müddet onlara, hayran, hayran kendi bağlarından kendini göstermeden baktı.

            Küçücük yüreği yaralıydı, Ali mutluluğun sadece adını biliyordu ya da duymuştu, ya da mutluluğun ne olduğunu yeni öğrenmiş olan daha ilkokul çağındaki küçük bir çocuktu.

            Ali çocukluğunda mutluluk denen olayı, ailesi içinde hiç yaşamamış ve de görmemişti. Komşularının o halini görünce içinde, onlara karşı istemeden çocukça bir kıskançlık belirdi. İçi burkuldu, ve küçük yüreğinden birden bir şeylerin koptuğunu hissetti.

            Ali ‘nin de elbette herke gibi bir ailesi vardı. Vardı var olmasına da,Ali komşularında gördüğü bu mutluluk tablosunu, Ali kendi kalabalık ailesinde hiç seyretmemişti yaşamamıştı ve görmemişti.

            Onun ailesi içinde kavgalar vardı ve aile içindeki bitmek bilmeyen geçimsizlikler vardı. Ve yokluktan fakirlikten doğan çatışmalar onun aile içinde en çok gördüğü tabloydu.

            Belki de en çok da gördüğü, çok sevdiği annesinin babası tarafından ezilmişliği her akşam eve dönünce bin bir suratla babası tarafından itilip kakılıp azarlanması ve arada bir de olsa dövülmesiydi.

            Küçük Ali bunlardan çok etkileniyordu, onun için nerede ne zaman bir mutlu aile veya nerede bir zengin aile görse, daha görür görmez içi burkuluyor doğup doğduğuna daha çocuk yaştayken pişman oluyordu.

Ama yapacağı bir şey yoktu bu onun kaderiydi. Ne kendi babasını kendinin seçme hakkı vardı ne de ailesini seçme hakkı vardı.

            İşte bu küçük Ali, küçücük yüreğiyle mutluluk özlemiyle büyüdü, büyüdü.

Ali her çocuk gibi büyüdü büyümesini ama o bilmiyordu ki istese de onun hayatının hiçbir safhasında bu mutluluk denen çok özlediği şey olmayacaktı mutluluktan yana nasiplenmeyecekti.

Belki de bunun irsi olmasından belki de hayattaki şansızlığından hiçbir zaman yüzü bir türlü hiç gülmeyecekti.

Küçük Ali yoksulluk ve fakirlik yüzünden istediği okullarda okuyamayacak, istediği okullara gidemeyecekti.

Saten istese de onun zamanında yaşadığı yerde en o zamanlarda büyük okul ortaokuldu. O da yaşadığı ilçelerinde bir taneydi, gitmek istediği bu okulun duvarlarının sıvası bile yapılamamış derme çatma bir hali vardı.

Ali nihayet gittiği ilkokulunun, beşinci sınıf ve okul bitirme imtihanlarını vermiş okulu bitirmiş bu derme çatma görünen ortaokula kendi isteği ve ailesini zorlamasıyla girmişti.

Ali Fakir bir aile çocuğuydu. Doğru dürüst defter kalen alacak paraları bile yoktu okula girdiği zaman.

Bunun için babası önce bunu okutmak bile istemedi. Kısa yoldan bir meslekte önce çırak olmasını sonra kendi parasını kendi kazansın istiyordu.

Önce bir meslek sahibi olsun diye bir berber yanına çırak olarak verdi fakat Ali bu mesleği beğenmeyince babası ona başka meslekleri önerdi.

Fakat Ali yine de okumayı düşünüyordu. En azından okuyup küçük bir memur olmaya düşlüyordu.

Çünkü adliyedeki küçük bir zabıt katibinin bile aile içindeki nasıl mutlu yaşadığını görmüştü bağlarının komşusundan.

Onun için Ali mutlaka okumalıydı Ali en azından okuyup onun gibi bir küçük memur olmalıydı. Böyle düşünüyordu küçücük yaşıyla.

Çünkü o devirde bir ilçede memur olmak halkın gözünde saygın bir kişi olmak demekti.

Küçük Ali yaşadığı yerdeki halkın arasında teyin denen sincapları çok seviyordu. Yaz günlerinde bağ arkadaşlarıyla ceviz ağaçlarının dalları üzerindeki kovuklara yuva yapan ve bu yuvalara yavrulayan sincapların yavrularını büyümeden tutuyor onları eğiterek omzunda gezdiriyordu. En sevdiği eğlencesi buydu.

Küçük Ali sincapların kış günlerinde aç kalmamak için ceviz ağaçlarından ceviz koparıp yol kenarlarındaki taş duvarların diplerine, nasıl ceviz tanelerini nasıl gömdüğünü ve bunun yerinin nasıl belli olduğunu iyi biliyordu.

Okul zamanlarında, ya bunları yerlerinden bulup çıkarıyor topluyordu ya da ağaçlardan karadut toplayıp şehirdeki esnafa satıyordu. Elde ettiği parayla da babasından harçlık istemeden defter kalem alıyordu.

İşte bizim küçük Ali böyle şartlar altında büyüdü yatılı yatısız okullara gitti ve sonunda o da mutluluğunu kıskandığı komşusu gibi meslek sahibi oldu ve hep özlediği mutluğu aradı durdu.

Küçük Ali hayatı boyunca mutluluğu aradı aramasına da onun kaderinde, nedense mutsuzluğu yaşamak vardı, acıları tatmak vardı.

O yüzden hep çile çekti acılar içinde yaşadı çoluk çocuğuna mutlu olmayı öğretmeye çalıştı ama kendi hiç mutlu olamadı.

Ve kaderine yenik düştü, mutluluğun tadını alamadan bulamadan ölüm onun mutluğa erişmesi oldu. 29 Temmuz 2012

 

İnsanlar mutluğu ararsan bulursun derler,

Belki doğru, belki yalan.

Bana göre mutluluk,

İnsanların kader defterlerindedir,

Kader çizgisindedir aza kanaat etmesindedir,

Çilen de olsa, derdin de olsa,

Hayatta gülebilmesindedir.

                   

 

( Mutluluğun Aynası başlıklı yazı Ahmet Yüksel tarafından 7/29/2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.