“Başka bir el elini tutarsa keserim.” dedi öfkeyle Emir, Emine’ye. “Lime lime ederim ellerini tutan eli, paramparça ederim canına değen parmakları.” Psikopatça konuşuyordu Emir, demiri kesiyordu aşk ile. Kör bir aşktı bu yüreğinde olan, bağnaz bir tutkuydu Emine’ ye duyduğu, saplantı halinde bir heyecandı içinde hissettiği. Emir’in gözü ondan başkasını görmüyordu, başkasına kördü. Gördüğü Emine’ydi, asıldığı Emine’ydi, takıldığı Emine’ydi zerresine değin. Başkası ona bakamazdı, başkası ona hitap edemezdi, başkası ona âşık olamazdı.

İmkânı yoktu başka aşkların, mümkünü yoktu başka sözlerin, götürüsü yoktu özge canların. 

Emine ürperdi Emir’in bu tavrı karşısında. “Ama aşkım!” dedi “Böyle de olmaz ki! Kokutuyorsun beni.” Emir Emine’ye bir nazar kıldı ve aklından geçeni saydı. “Hele bir baksınlar sana, hele bir sevsinler seni, hele bir söz söylesinler sana, hele bir gülsünler sana, sen beni o zaman gör aşkım!” Emine Emir’in bu net ve sert tavrı karşısında hem korktu, hem sustu. Bu susuş kabullenişti belki de, belki de elden bir şey gelmez susuşuydu, belki çaresizce kabullenişti, belki de hoşa gidişti!

 

“Sakına ha, başka göz gözlerine isabet etmesin Emine!” dedi Emir tekrar. Kıskançlığın zirvesiydi bu söz. “Çarşıda pazarda sakın ha, yere dik gözlerini ölümü hatırla! Bakarsan ne olacağını hesap et. Kara toprak hatırlatır sana bunu. Olmazsa göğe dik gözlerini beni hayal et! Aşkın pazarında alacaklın benim! Aşkın mezarına defnedilen sana bakan olur. Beni anlıyor musun canım.”

Var mıydı böyle aşk?

Var mıydı böyle kıskanç âşık?

Var mıydı böyle kayıtsız şartsız ona intisap eden?

Emine öleyazacaktı korkudan.

Kader öyle yazmış değildi işte!

 

Emir sevince tam seviyordu. Hepten seviyordu. Kökten seviyordu. Bencil seviyordu. Sahiplenmişçesine seviyordu. Malıymışçasına seviyordu. Korkunç seviyordu. İğrenç seviyordu. Ah Emine diyeceği geliyordu insanın. Bu aşk musallat olmuştu artık kendisine. Kurtulması zordu. Sevse bir türlü, sevmese bin türlüydü. Hepsi bela niyetine gelip durmuştu kapısında. Bundan ötesi yoktu, bundan beteri yoktu. Kıskançlıkta beterin beteri olsa da Emir’den beteri yoktu. Tarih buna şahitti işte!

 “Emine başkasıyla konuşursan eğer sonuna imza atacağın bütün kötülükleri sahipleniyorsun demektir.” Ayağını denk al, sözünü bil, bakışını kolla, kulağını her sese ayarlama, dışarı çıkma, muhabbet etme! Yaşa ama ölüce, nefes al ama rezilce, toplu yaşıyoruz ama sen kendini mahkûm et bireyselliğe, evden çıkma, kalpte dur, gözde dur! Öl dese hani daha iyi olacaktı. Emine ne hale düştüğünü anlamaya çalışıyordu. Gün be gün artan korkusu, hüznü ve gözyaşları onu eritiyordu mum gibi. Tüketiyordu eriyen buz gibi.

Çekip konuşacaktı Emir’le “Böyle olmaz!” diye. Tamam seviyordu, kabul ediyordu aşkını. O da seviyordu Emir’i ölesiye. Böylesi bir kıskançlık değildi istediği. Böyle başlamamıştı aşkları, beter bitmesin istiyordu aşkları. Emine yitiriyordu kendini, kaybediyordu değerlerini, insanlığından utanıyordu. Böyle sevmemiştim Emir’i. Böyle değildi tutulduğum aşk?

Emine konuştu Emir’le. Ardına düştüğüm adam bu adam değildi. Uğruna her şeyi, terki dahi göze aldığım adam bu adam değildi! Ömrümü uğruna gözünü kırpmadan feda edeceğim adam bu adam değildi ne yazık ki! Ah Emir ne oldu sana böyle? Seni böyle kıskançlık dağlarına çıkartan ne ola? Konuştu Emine, Emir dinledi gibi saatlerce. Sonra o konuştu Emine dinledi.

Emir kör bir bıçak gibi bakıyordu hayata. Anlaşılması zor, idrak edilmesi imkânsız, tarifi olmayan bir bağnazlıkta duruyordu. Aşkın içinde bu da var diyordu. Aşkın kendisi bağnazlıktır zaten. Körlüktür, başkasını görmemektir. Sağırlıktır, başka sese meyil olmamaktır. Lallıktır, başkasına konuşmamaktır. Aşk bütün enerjisini bir insanın başka bir insan yöneltmesidir. Kaçak enerji aşkın tamamını etkiler. Sızıntı mahveder aşkı. Bu yüzden başkası yok, bu sebepten gayrisi yok. Varsa yoksa ikisi… İzah ediyordu aşkını Emine’ye. Kıskançlığının temelini ifade etmeye çabalıyordu.

 Emir devam ediyordu konuşmasına: “Başka bir yüze hafiften bir tebessüm, kazara bir busecik. Aman Allah’ım! Cinayet sebebimdir. Katili olurum herkesin Emine! Kıyımı olurum aşklarının. Cesetlerini toplayamaz hiçbir kimse kalplerin. Duyguların cellâdı olurum. İpe götürürüm sözlerini herkesin, kurşuna dizerim senin için çarpan yüreklerin tamamını, elektriğe veririm uzanan elleri, giyotine bağlarım sana uzanan başları.

            Aklın almaz Emine, alamaz aklımdan geçeni. Yüreğin anlamaz anlayamaz seni nasıl sevdiğimi? Hükmetme bana böyle düşündüğüm için, yargılama beni böyle konuştuğum için! Beni anlayabilmen için yüreğimle bakman lazım bana, gözlerimle bakman lazım. Bütün âlem kör olsun tek bakmasın sana, bütün âlem sağır olsun tek duymasın sesini senin. Bak bütün âlemi bir kalemde silecek denli insanlıktan çıktım. Var mı böyle sevecek seni? Var mı böyle kutsayacak seni?

            Ben seni kendim için sevdim. Eller için değil! Ben seni senin için sevdim. Yabancılar için değil. Başkası bize ne? Biz başkasına neyiz? İşine baksın herkes, aklını gayrisine ziyan etsinler, yüreklerini başkasına meyletsinler, sözlerini başkasına atfetsinler. Senden millete ne? Başkasını ilgilendirmez güzelliğin, başkasına ait değil sözlerin! Espri yapmasınlar sana, şakacıktan da olsa gülmesinler sana. Sırf konuşmak için yanaşmasınlar sana, dostuz, arkadaşız hikâyelerine girmesinler. Yakarım canlarını. Bu benim hikâyem onların değil!  Kahramanları bana ait ve ben yaşararak yazıyorum bunları. Onları alakadar etmez.”

Ah Emine! Zavallı Emine, biçare Emine! Bu konuşmadan sonra Emine kör oldu âleme. Sağır oldu herkese. Lal oldu cümleye. Sararıp soldu her geçen gün. Döküldü hazan yaprakları gibi kuruya kuruya.

Emir ise göz göre göre kaybediyordu Emine’yi. Ama görmüyordu ne yazık ki hiçbir şeyi! Kıskançlığın sarmış olduğu yüreğinde sonsuz bir şekilde yaşıyordu Emine, etten kafesler içinde, sinirden teller içinde, kemikten yalnızlıklar içinde.

Aylar yıllar sonra Emine öldü bir sabah bu dert ile. Emir Azrail’den dahi kıskandı bu his ile. Allah’a niyaz etti bu kalp ile. “Ne olur Allah’ım beni ondan ayrı koyma! Emine şimdi nerededir, kiminledir acaba!” diye.

Emir ölmedi bu dua ile!

Yaşarken her gün öldü bu ceza ile!

 

                       

( Kıskançlık başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 26.06.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.