Renklerin istilasında tutulan nutku
güneşin…
Gün ertesi ölüm
Ölüm sonrası huzur
Öncesinde hüzün…
Muğlak düşlerden başımı aldım artık
hırpalanmış ruhumla koyulduğum yolda bir başımayım ve ısrarla başım dik ruhum
asi yüreğim özgür yaşamın minvalinde sekiyorum bir heceden geceye bir geceden
ölümü fısıldayan meleğe.
Hicranım yıkık ruhumda saklı devasa
bir anıt mezar.
İçtimada geçen günün sureti ve aşkın
sureleri indinde yalnızlığın Rabbimle bir başıma.
Bir gecikme belki de başıma gelenleri
henüz fark edebildiğim ve baş edemediğim bozuk düzen ve kaypak insanlar.
Naylon faturalar kesilen.
Sahte hesaplar.
Kordan mı acılar yoksa yanıltan mı
hep insanlar…
Aşkın menkıbesi yalnızlığın haznesi.
Gün semirmiş de semirmiş.
Gezegen ve biz gezginler.
Gaipten gelen coşkum da söndü ansızın
ve gün yüzü görmenin mümkün olmadığı bir karanlığa büründüm.
Gecem de suskun gündüzüm de kaçkın ve
meali olmayan heyecanımın yerini ölme isteği aldı bir başıma can vereceğimi de
biliyorum hani en çok da uyruksuz acılardan kuyruksuz yıldızlardan yaka
silkiyorum.
Ehemmiyet taşıyan hangi değer kaldı
ki?
Ben ki…
Bir ömür sevgiyi telaffuz eden.
Ben ki sevilmemeyi dahi görmezden
gelen.
Ve tüm sevdiklerimi yüreğime
sığdırabildiğim.
Bakınız gün epridi.
Bakınız gelin kızın yüzü süzüldü.
Bakınız inzivada geçen ömrün rütbesi
söküldü ve huzurun sesi kesildi.
Yağmalanmış düşler mi istersiniz…
Tartaklanmış bir ruh mu?
Göçebe sessizliğin ve göçmen kuşların
kırın kanadında saklı bir çiy tanesi belki de beni çiğ çiğ yiyenlerden aldığım
kaç milyonunca darbe.
Hız kesmeyen umudum tökezledi işte.
Ruhumun rengi de soldu.
Sahi, neydi rengi mutluluğun?
Pembe beyaz simam.
Şiarım iken sevgi.
Pamuklar içinde büyütüldüğüm gel gör
ki şimdilerde bir çuvala tıkıldığım.
Müsveddesi ömrün ve münferit
duyguların çehresine konan bir kuş gibi kanat da çırpmıyorum artık ve atıl
yüreklerde atık hayallerde ve unutulmuş sevgi coğrafyalarında sekiyorum hece
hece bir minvalde ki geçkin gün ışığı…
Bir meyyal ki konduğum.
Mihrabım filan da yerinde değil hani.
Kümelenmiş insan izlekleri.
Kudurmuş köpekler misali birbirinin
peşini kollayan.
Ruhu satılmış arazilerde kamp kuran
seyyah sabunsu insanlar cumhuriyeti öyle ye öyle ye…
Her yer kaygan nerede ise her insan
kaypak.
Bir sureti de yok işte günün ki gün
bile kaçkın ve şaşkın bir tanrı misali herkes kibirlice ahkâm kesmekte.
Bir yığılma söz konusu duygu
öbeklerinden firar eden.
Bir yağmalanmış ki yeryüzü yerle
yeksan edilmiş adeta inanç ve evren.
Şah damarımdan da yakına
yalvardığımın ertesi geceme güneş doğacaktır umarım ve geçkin sözlerden değil
geçimsiz ruhlardan peyda olmuş afakanlar da basacak mıdır yoksa yeryüzünü?
Kıblem.
Hissikablelvuku içimde neyse yeşeren.
Rakımı da yok işte yüksekliğin bense
miadı dolmuş bir dağın yamacında başımı yasladığım varsa yoksa sevginin
amacında kendi halimde yaşar ve severken başıma gelenlerden sorumlu mu
addedileyim eğer ki bir şeyler ters giderken.
İzbeler.
Metruk heceler ve haneler.
İzbe yokuşlar ve kaçık gölgeler.
Neşreden o asi/l coğrafya:
Hani, hani mikado çöplerinden bir ev
yaptığım bir saray inşa ettiğim duygular zümresi hoşlukla sevmekle iştigal
geçmişken ömür meğer ben nasıl da kandırmışım kendimi.
Haresi hüznün.
Hizaya gelmez iken ömrün güftesi.
Boşboğaz imgeler.
Bağnaz yürekler.
Batıl sözcükler.
Deyimlerden firar eden atasözleri ve
işte ağzıma bir parmak bal çalanlar da kayıpta alt etmekle iştigal değilim
çünkü İlahi Adalet illa ki iş başında zuhur edecek bir teselli ile de
beklemedeyim ve tüm suçum mu?
Sevgiye ihanet edeceklerini tahmin dahi
edemediğim sahte âşıkların ve maddi çıkarların dikiz aynasında elbet boynumun
da borcudur asla ödün vermediğim değerlerim ve iman gücüm tutulan nutkuma da
tercüman iken melekler varsın darağacında salınsın kelimelerim ve yaralı
yüreğim ve o ahvalim ki geçkin güneşin geçimsiz gecenin ve zemherinin yokuşunda
gidebileceğim tek yer de epeydir adımı seslenirken ve dualarımdan eksik
etmediğim sadece annem ve sevmeyi Allah’ını bilenler en çok da Allah rızası
için yaşamanın haricinde elimden bir şey de gelmezken…