Artık Reddediyorum Gül Mizacımı...





Göğün mangası ruhunsa yongası ve şairin ruhunun yüzölçümü yüz göz de olmadan duygularla evrene ve aşka pervane bir çığlık içinde sakladığı gizi taşıdığı kadar kalemiyle yükünden arınmak değil asla yüksünmeden taşımak günbegün ağırlaşan yükünü bir o kadar yükümlülüklerini…

Cereyan eden bir pencere pervazında konaklanmış yüreğimden dökülen her nida ve sihri aşkın hayatın da Sindirella’sı bir mizansen tamburun keyfi tükenmek bilmeyen coşkusu ve sevginin sönmeyen ferine sadık kaldığı şair aşka ve Rabbine yüz görümü varsa yoksa ruhun hicreti kalemin iz düşümü.

Soytarı bir imgeden çıktım yola.

Derdest olmuşluğum kadar da pervasız bir buluttum konduğumsa meleklerin kanadında kanayan yüreğimle şerh düştüğüm umudun ve İlahi Aşkın dinmeyen nuru.

Mutumdu yeniden yükselen.

Yoksa yükselen burcum muydu beni s/onsuzluğa sürükleyen?

Hızması da yoktu ruhumun ve hazıra konmadığım kadar da hazır ol da tuttum nefesimi ve beklemeye aldım iç sesimi.

Gün ölgündü önce ve sabahın erken saatleri.

Gece ise çoktan sürüklenmişti uzayın çöplüğünde ama hatıraları da saklıydı içimde.

Misal, gece kaydığım gök kubbede yıldız titrimle…

Misal, gördüğüm rüyalar adeta bir yitim addedilmişken günüm geceye uydum ve uyudum erkenden ve zımba gibi de asılı kaldı yüreğim mehtabın cilveleştiği bir yıldız olmadığım gibi medarı iftarı idim yalnızlığın ve şeşi beş ruhum ve güncellediğim aklım.

Küredim önce yeri.

Küstüm de insanlara.

Çok ama çok kastım kendimi çünkü ben içime esen rüzgârdım duyguların ölü taklidi yaptığı bir firardım ve fedaisi aşkın zimmetli olduğum evrende saklı o kör noktayı yüreğime kondurduğum bir özlemle ve mimlenmiş varlığımla mil çektim sonra gözlerime.

Kalemin rengi yeşildi gözlerimi büyüyen ve yeşillendiren de bir neşeydi adeta gaipten gelen coşkuma ve bana sahip çıkan Mevla’m…

Sür git sürmenaj olmuş bir bellek.

Yetmedi…

Alt belleğin depoladığı yüzlerce kitap ve içtimada tüm sinir hücrelerim sınırı aşan kim ise kalemin tetiğini bir an dahi düşünmeden çektiğim.

Düşkündüm sevgiye.

İçine düşülesi bir aşk idi adeta kalemi elime aldığımda ruhumda çırpınan binlerce kelime.

İsyanı bastırdım ve itiraz dilekçemi sundum Tanrıya.

İfa etmekten de öte beden dilimden dökülen cümleler ve ruhun alt yazısı önce bir şiirde demlendiğim sonra ne varsa hayatta dertlendiğim akabinde derlediğim ve dengelediğim duygular yüzüme basan alı savurduğum ruhumdaki yangını söndürdüğüm ve yüreğin yanıklarına merhem niyetine şiirler sürdüğüm.

Çekincelerim vardı önceleri misal.

Çapulcu gölgelerden haz etmediğim kadar…

Haiz olduğum öfkeyi bir seferde söndürdüğüm.

Saman alevine dönüp de ahırı yakmadığım.

Ağladığım kadar ağıtlar yakmadığım.

Ah etmediğim kadar da kimsenin ahını almadığım…

Gel gör ki kırgındım.

Gel gör ki gergindim.

Gel gör ki…

Ben bir gezgindim seyyah ruhumun heceledikleri ise servetim bana sunulan yazma aşkı ve sevdaya sevdalı nazımla niyazımla Rabbime koştuğum ve kendimden kaçtığım nihayetinde kendime ulaştığım ve içimdeki çocukla barıştığım.

Bir felekti ki içtimada.

Bir firari idim ben belki de adeta bakaya kaldığım yılların acısını çıkardığım ve kimse fetva veren kulak kesildiğim ve de seslerin kesildiği ve huzura erdiğim…

Öyle bir döngü idi ki bahşedilen:

Layığıyla yaşamanın kitabını yazmaktı belki de benimki ve zuhur eden her yeni gün her yeni insan her yeni dolduruş…

Hali hazırda infilak etmemiştim.

Pimini de çekmemiştim hani yüreğin.

Celp eden.

Cenk eden.

Cesaret eden ve de…

Esaretinde sözcüklerin sevgiyle ve aşkla ihya olan ruhumun kırıntılarından nasiplenen kalemim.

Sevebiliyordum kolayca ve çok çabuk.

Caymadan yolumda yürüyordum cılkı çıkan kimse cuk diye de oturmuştum göğün telinde seken bir kuş gibi gagaladığım sözcüklerden bir cennet inşa etmiştim hayatın arka bahçesine.

Günsüzdüm.

Kimse yüzsüz…

Pervasızdım da severken bir o kadar kendimle cebelleştiğim.

Hem hürdüm hem de esir.

Hem hamdım hem de olgun.

Kifayetsiz bir sanrı idim belki de insanların gözünde ve illa ki sancılanacaktım her gün ve yeniden doğacaktım annemin beni her alnımdan öptüğünde yaşadığım o fanustan da firar edecektim gün ve gece aralıksız şükrettiğim ve hamt ettiğim ve halden anlamazken insanlar büyüyen o gaipten gelen coşkumla ve sevgimle Allah’a koştuğum.

Dilemması idim belki de ıssızlığın.

Bir o kadar alametifarikası ıslıklandığım kadar da ıskalamıştım mutluluğu ve rötarlı bir anlaşma idi evrenle imzaladığım.

Mum gibi eridiğim yalandı.

Mum gibi kendime verdiğim ışık ise asla yetmezdi ve yetmedi de.

Yetinmeyi bildiğim kadar yetemediğimdi insanlar.

Her kim olursa olsun zeytin dalı uzattığım.

Her kim olursa olsun şakıdığım bülbül gibi bir de demezler mi bana gül mizaçlı…

Şehrin şahikasıydım yüreğimin de hırsızı.

Sözcüklerimdi aşka düştüğüm ve şehri İstanbul, ruh ikizim.

Nemalandığımdı belki de insanların tepkisizliği ve küçük ölçekli bir şirket gibi üretimdeydim:

Önce dolduğum.

Sonra derinlere daldığım.

Akabinde devasa bir rahmetin üstüme yağdığı.

Yağmalanmıştı oysa belleğim ve zincirleme bir kaza gibi ardı ardına yetişti imdadıma cümleler.

Aşkın duayeni değil ruhumun Mehter takımı.

Hazzın doruğunda değil hüzün sepetimle dibi gördüğüm.

Başım arşa mı değecekti sanki arz ettiğim sevgim talep mi bulacaktı sahi?

Alacalı bulacalı evrenin dil yarası yüreğin söküklerinde sürüklenen cümlelerim.

Cahil değildim.

Ulema hiç değil.

Ulağı mıydım yoksa sonsuzluğun ve de içimde kalan binlerce ukdeden mi ve de külümden mi doğuyordum yeniden ve biteviye…

Eşkâli yoktu evrenin.

Emsalsizdi içime esen.

Enkaza dönmüş iken dünüm günümdeki gayretim…

Elbette yarınlara Allah kerim…

İdare lambasında yazdığım kadar idare edemediğim bir yüreğim vardı benim namı yürümüş.

Ar damarıma sahip çıktığım kadar şah damarımdan yakın olanla iştigal.

Tünediğim o kırık dal ve de.

Tohum ektiğim günün eşliğinde hizaya gelen evren geceyi kucakladığım kadar da karartma gecelerinden sökün edip ansızın cereyan eden bir coşku ve ışıkla tütsüler yaktığım şehrin göbeğinde ve aşkın yüreğinde bir solup bir açtığım.

Reddediyordum da artık eklenen sıfatları.

Ar bildiğim değerlerim arz ettiğim sonsuzluğun ilkeleri.

Ben bir şehir kuşuydum ve de şiirin nabzını her alamadığımda uğuldayan başım ve de uyruğum iken hüzün ve sevginin mısraları kıtlama yaptığım kaleme de sordum hani:

‘’Nedir benimle alıp veremediğin?’’

Ve sorumun yanıtını alıyordum her başım sıkıştığında koştuğumdu illa ki İlahi Aşk ve şiirlerin nazının da bana geçtiği ve işte baş vermişti yeniden baş vermişti:

Umudun çağrısında.

Yankılanan iç sesimin ettiği her duada…

İçtiğim suda boğulduğum kadar haiz olduğum tek damla ile okyanuslara ve çağlayanlara tekabül ettiğim ısrarlı bir sevginin ve sabrının nezdinde salındığım rehaveti sonlandırıp kendimi bulduğum…

Dediğim gibi:

Soytarı bir imgeden çıkıp da yola.

Şehrin ulağı ve uleması iken yüreğimde dinmek bilmeyen o sızı ve sevda…

Her katrem şiir idi.

Her hücrem sevgi.

Haznesin geniş Rabbin himayesinde…

Hiçliğimin rüzgârında şakıyan bülbüldüm artık gül mizacımı reddedip yeni sevdalara ve yarınlara kanat açtığım kayda değer olmasa da her cümlem kayıt açmıştı bir kere bana evren ve kaybolduğum kadar da buluyordum kendimi anbean.

Hüznün girift varlığında solmadan çehrem sinmeden de dünyanın nezdinde asla yere çökmeden ve başım dimdik yaşadığım kadar da firardaki sözcükleri bir bir evlat edindiğim ne de olsa kalemim idi nazlı yârim ve yüce Rabbimin izni ile yazmanın yaşamanın da şevki iken ruhumun mintanında dönenen semazenler gibi eteklerim tutuşurken biliyordum da artık neye denk düştüğümü…

,


( Artık Reddediyorum Gül Mizacımı... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 27.05.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.