Meczup bir aşkın firarı idi şiir:
Kelamın hicrinde saklı melun bir
gölge misali
İçtimada geçen ömür
Ve aralıksız esen rüzgârın meali
Öykündüğümse bir şiirden öte
Ölümcül bir güdü belki de
Hicranın kırık mızrabında külliyen
Uğramışken yenilgiye…
Bir düş idi giyindiğim, uçuşan
pelerinim:
Kırmızı şapkalı kız gibi sırtıma
geçirdiğim o kalın ve kırmızı yün mantom.
Yaşımın yasımın küçük nazlarında
saklı hüzün hırkam…
Ve işte okul dönüşü provaya gittiğim
terzinin titizlikle diktiği kırmıza paltom.
Daha dün gibi.
Gün gibi öykündüğüm güzel insanlar,
sahi, ne ara göçtüler hayatımdan?
Komşumun sıcak ekmeği ve sıcak
yüreği: iklimlerden kış olsa bile yağan kar dindirmedi ne hızımı ne de sevginin
hazzını.
Cüssem ne ki öğrenci cüppemle
düştüğüm yollar oysaki okulum üç dakikalık yürüme mesafesinde bu bile engel
olmadı annemin beni tutup da elimden okula götürmesine.
Günler epridi.
Aşksa eskidi.
Hüznüm sınırları aştı ve sınır ötesi
bir aşkla bağdaş kurduğum dünyayı cennet bildiğim…
Cinnet ehli oysa şimdi insanlar
cenderedeyim adeta yaşarken yine de kimse engel olamıyor aşka düşmeme ya da
gözümden düşenleri af etmeme vesile iken hamt ettiğim kadar Rabbime hemhal
olduğum gönül tekkem…
Ben afaki bir yıldızım.
Ben alengirli insan izleklerinden çok
ama çok uzağım.
Tuzak addedilense aşk bir de kalemim
ve işte minvalinde sevginin yaşadığım kadar yaşattığım duygularım ve saf iç
güdülerim.
Esmer teni gecenin…
Boykot ettiğim karanlığı.
İpek ve beyaz teninde masumiyetin
giyindim işte en güzel giysimi hatta dün gibi kırmızı paltom ve kırmızı berem
bilemedim oysa dünyada cirit atacak olan Kırmızı Başlıklı Kızmışım meğer…
Kızmışım nasıl hem de:
Öfkem burnumda lakin ansızın da
sönüveren.
Sözcükler cebimde ve içimde ve
tenimde ve terimde.
Baş koyduğum öylesine bir aşk ki beni
benden edip derken beni bana sunan…
Hudutsuz ve sebepli sebepsiz
sevebildiğim.
Hatmettiğim kitaplar ne ki
yazdıklarımın ve yazacaklarımın yanında…
Seyrüseferindeyim cihanın ve cihat
bildiğim mücadelem ve cebbar gölgelere ve de kelli felli adamlara kafa
tuttuğum.
Ne kadınım ne erkek.
Ne yalnızım ne çoğul.
Ne çiçeğim ne mevsim.
Hiçliğime vakıf ve hiçliğimin
sarmalında sektiğim bir bir heceler.
Heyecanım dinmeden ki dinmek ne
kelime…
Her gün yeniden doğduğum kalemin
rüştünü ispatlama gayretinde çocuk yüreğimle kendime ve yalnızlığıma alkış
tuttuğum.
Göğsüm inerken çıkarken basamakları
heyecanıma yenik düşüp şiirlerle avunduğum ve işte savunma mekanizman artık
kimse beni Freud’a yakın hissettiren ve her kimse Kafka’nın ruhunu sırtıma
geçirdiğim.
Müspet ya da menfi aldığım
eleştiriler ve gözümde büyüttüğüm insan izlekleri öyle ki kendimi yok sayıp her
gün yeniden derlediğim hayatım ve hikâyem bazen kesif bir sessizlik iken eşlik
eden bazense derin bir uğultu ruhumu ve duygularımı körükleyen.
Hazzın dibini gördüğüm uçurumlarda
gezindiğim ve gayri ihtiyari sevebildiğim o yürek menşeim öylesine geniş bir
arazi ki arazı aşkın ara namesi hüznün ve devasa kitlelere hitap eden bir
duygunun minvalinde göz ucuyla kendime yönelip derinlemesine içimde kazı yaptığım
ve azığa aldığım düşler.
Rengim beyaz.
Mantom kırmızı.
Ben insanım.
Sevdalandığım vatanım ve bayrağım.
En hızlı esen rüzgârım delişmen
ruhumdan firar eden imgelerin göz altısında hamt ettiğim kadar hatmettiğim
kitapların yorgun ve fedai sözcükleriyim.
Son d/okunuşum.
Duruşum.
Hizaya getirdiğim insanlar ve
duygular.
Yorgun iklimlerde çağlayan yağmur
gibi şakıyan yüreğin esir düştüğü aşk gibi…
Kırmızı-beyaz bir sevdayım ben: önce
Rabbine sonra vatanına sevdalı ve hala saklarım o kırmızı mantomu güveler yese
de nüvesi masumiyet ve sevgi kokan ve delip geçen uzak diyarları ışık hızıyla
sevip yazdığım kadar düşkünüm işte sevgiye ve o minvalde göçen bir kuşun kırık
kanadına yağan kar gibi beyazım hem de en hasından hazzı ölüm koksa bile umudun
yerleşkesinde cereyan eden duygularla hemhal keskin hatta uzak bir coğrafyayım
en çok hatta sadece kendime…