Makale / Eleştri Makaleleri

Eklenme Tarihi : 29.03.2023
Okunma Sayısı : 359
Yorum Sayısı : 0

Yoksa 1908’i yeniden mi yaşıyoruz?

Sultan Abdulhamid, onların işine gelmeyen bağımsız politikalar izlemişti. Bu nedenle Jön Türk/İttihad ve Terakki komitacıları tarafından hal’edilmişti. Günümüzde de asıl mesele Tayyip Bey’in de Abdulhamid gibi Batı çıkarlarına direnmesi, bağımsız politikalar izlemesi, dünyaya egemen olan sömürü düzenine karşı çıkmaya çalışmasıdır.

04:00 . 28/03/2023 Salı
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma / İslam Tarihi Uzmanı - Yazar

İnsanlık tarihi, ne kadar garip olaylardan oluşuyor! Savaşlar, katliamlar, ihanetler, taht/iktidar-kavgaları/savaşları o kadar çok yaşandı ki, neredeyse tarihin acı yılları, tatlı yıllarından çok daha fazla oldu! Siyasetin fokur fokur kaynadığı şu günlerde insan, tarih denen olgunun ne kadar çok tekerrür ettiğine şahit oluyor. Nitekim günümüzde cereyan eden siyasi hareketlenmelere baktıkça, Sultan Abdulhamid dönemini hatırlamadan edemiyorum. Sanki onun saltanatının son günleri, günümüzde oynanan siyasi entrikalarla birebir örtüşüyor.

BATILILAR SULTANIN SİYASETİNDEN RAHATSIZDI

Bilindiği gibi II. Abdulhamid, 1876 yılında Padişah olup Mithat Paşa’yı Sadrazam yapınca, Mithat Paşa bir anayasa hazırlamış ve bu anayasayı Sultan’a takdim etmiş, Sultan da kabul etmişti. Fakat bu anayasanın ömrü uzun olmamış, 1877-78 Rus Savaşı’ndan sonra Sultan Abdulhamid, anayasa’yı yürürlükten kaldırmıştı. Çünkü Sultan Abdulhamid, neredeyse “İkinci Sultan” rolünü oynayan, yani Devletin dizginlerini alarak, idareyi eline geçirmek isteyen Sadrazam Midhat Paşa’nın tavırlarını beğenmemiş, o ve Avrupalı dostlarının hazırlamış oldukları anayasayı yürürlükten kaldırmış, Midhat Paşa’yı da Arabistan’ın Taif şehrine sürgün etmişti. Fakat daha sonra, Sultan Abdulhamid’in izlediği politikalar ülkede hoşnutsuzluklara neden oldu. Bunların bir kısmı, yönetim anlayışıyla ilgiliydi. Fakat asıl sebep o günlerde Osmanlı üzerindeki emellerini gizlemeyen Batılılara karşı uyguladığı siyasetti. Nihayet ülkede karışıklıklar çıkaran güçlerin baskısıyla, 1908 yılında, anayasayı tekrar yürürlüğe koyarak “meşrutiyet sistemi”ni ilan etmek zorunda kaldı.

Buna rağmen, Jön Türk/İttihad ve Terakki komitacıları, mitingler düzenleyerek, memnuniyetsizliklerini ortaya koymaya devam ettiler. Çünkü onların derdi “devlet idaresinin şekli” değil, Batı ülkelerinin teşvik ve destekleriyle Sultan Abdulhamid’in iktidardan uzaklaştırılmasıydı! Çünkü Sultan, Osmanlı dışındaki Müslüman ülkelerle temas kurarak, onların, kendilerini sömürge hâline getirmiş olan Batı ülkelerine karşı istiklâl mücadelesi vermelerini teşvik ediyor; imkânları dâhilinde de yardım gönderiyordu. Bu, onun Panislamizm siyasetiydi. Emperyalist Avrupa ülkeleri ise, kendi istekleri doğrultusunda hareket eden bu Jön Türk/İttihad ve Terakki komitelerine yardım ediyor, onları Sultan Abdulhamid’e karşı kışkırtıyorlardı.

TEK HEDEF PADİŞAHIN UZAKLAŞTIRILMASIYDI

Jön Türklerin çoğu Selanik’te yaşıyorlardı. Fakat İstanbul’da da, Talat Paşa, Cavid Bey gibi temsilcileri vardı. Bu unsurlar Sultan II. Abdulhamid saltanata geldiği günden beri ona muhalefet ediyor, tahttan indirmek için uğraşıyorlardı. Bu emellerini ilk defa gazeteci Ali Suavi olayında denediler fakat başaramadılar. Bu sefer, Selanik’teki 3. Orduyu harekete geçirdiler. Bahaneleri, “Anayasal hükûmet”(!)i korumaktı. Aslında onların ana fikirleri Abdulhamid’i tahttan indirmekti.

Jön Türkler İstanbul’a varır varmaz, yönetime hâkim olmaya çalıştılar; bunun için de önlerine çıkanı öldürmekten çekinmediler. Bazı tarihçilere göre Jön Türkler zaten Abdulhamid düşmanlığında yabancılarla; Ermeni, Bulgar, Makedonlarla birleşmiş kendi aralarında antlaşmalar bile yapmışlardı. Bunun için René Pinon’un La Reconstruction de l’Europe Politique adlı eserine başvurabilirsiniz. Bu eşkıya grubuna karşı Sultan Abdulhamid hiçbir karşılık vermedi. İnsan kanı akmasın diye bunlara karşı güvenliği sağlayacak asker dahi göndermedi. Onları kendi hâlleriyle/devrimleriyle baş başa bıraktı. Bugüne kadar hiç kimse Sultan Abdulhamid’in neden böyle pasif davrandığı, Jön Türklerin bu aymazlıklarına karşı ordusunu neden hareket ettirmediğini anlamış değildir ve maalesef tarih de bu konuda ayrıntı vermemektedir. Sultan’ın bu tutumunu fırsat bilen Jön Türkler ise, İstanbul’da âdeta katliam yaptılar. Merhametinin kurbanı olan Sultan Abdulhamid, İttihad ve Terakki/Jön Türk/Azınlıkların, hatta bazı Müslüman mollaların da karışımından oluşan isyancıların isteklerine boyun eğmek durumunda kaldı. Bu isyancılar duruma öylesine hâkim oldular ki, Sultan’ın hal‘ meselesi konuşulmaya başlandı.

MERHAMETİ HAL’İNİ GETİRDİ

Sultan Abdulhamid’in, “Müslüman kanı dökülmesin” merhametliliği/pasifliği, Jön Türkleri öylesine şımarttı ki, âdeta öldürülecek insan arıyorlardı. Olaylara bizzat şahit olan G. Young, kitabında şöyle kaydediyor: “Kelle başına cellatlara altı Şiling veriliyordu. Köprü üzerindeki idamlar korkunçtan da öteydi”. Jön Türklerin bu katliamlarından sonra Sultan Abdulhamid kerhen de olsa kendisine dayatılan bakanları kabul etmek zorunda kaldı. Fakat bu bile Jön Türklerin ihtiraslarını tatmin etmiyor, Sultan Abdulhamid’in tahttan indirilişini dillendiriyorlardı. Sultanı/Halifeyi görevden alabilmek için şer‘î(!) bir fetva gerekiyordu. Fetva olmadan Sultan görevinden alınamazdı. Bunun üzerine Hamdi Efendi, Sultan Abdulhamid’i tahttan indiren o meşhur “Hal‘ Fetvası”nı yazdı. Hamdi Efendi tarafından yazılmış olan fetva, ya da “iftiranâme”, Şeyhülislâm Ziyauddin Efendi tarafından imzalandı. Meclis Başkanı Said Paşa, hal‘ fetvasını Meclis üyelerinin oyuna sundu ve otuz üç senedir iktidarda olan Sultan Abdulhamid, Meclis’in yazılı kararıyla hal‘edildi ve yerine, veliahd olan biraderi Mehmed Reşad, “Sultan Mehmed Han-ı Hâmis” ünvanıyla yeni Sultan ilan edildi.

Meclisin aldığı kararı tebliğ etmeyi de İttihad ve Terakki kendine yaraşır bir biçimde yaptı. Kararı tebliğ heyetinde, Arnavut Esad Paşa, Ermeni Aram, Yahudi Emanuel Karasu bulunuyordu. Sultanın eski yaverlerinden Arif Hikmet Paşa da bunların peşine takılmıştı. “Hal‘ fetvası”, Sultan Abdulhamid’e Meclis’in seçtiği bu komisyon tarafından bildirildi. Komisyon, Sultan Abdulhamid’e gidip hal‘edildiğini bildirince Sultan onlara şunları söyledi:

/Kader asla değişmez! “Ben suçlu değilim; bu benim kaderim!” dedi.

Sultan Abdülhamid’in hal’i için yazılan bu fetva (!), tarihte daima hukukî bir cinayet olarak anılacaktır. Fetvanın muhtevasından birkaç maddeyi alıp incelersek, bu fetvanın bir fetva mı, yoksa bir iftiranâme mi olduğu ortaya çıkar. Mahut fetvada, Sultan Abdülhamid’e şu suçlar yöneltiliyordu:

Bazı şer’î mühim meseleleri Şeriat kitaplarından ihraç etmek, şeriat kitaplarını yasaklamak, yırtmak ve yakmak, Devlet hazinesini israf etmek, milleti, şer’i sebeplere dayanmadan hapsetmek ve katletmek, vatandaşlara zulmetmek, ahval ve umûr-i müslimini bilkülliye muhtel kılacak fitne-i azime ihdasında ısrar ve mukatele ikâ’ ettiği...

Kendisine suç olarak isnâd edilen bütün bu maddelerin birer iftiradan ibaret olduğunu, tarihi vesikalar ortaya koymuştur. İşin garip tarafı şudur ki, söz konusu fetvada, Müslüman mebusların, Sultan’ı hal’ edecekleri belirtiliyor. Oysaki Meclis-i Mebusân’da birçok “gayrimüslim” mebus vardı. Nitekim hal’ fetvasını Sultan’a bildirmek için giden heyet de, bunlardan seçilmiştir. Demek ki, kurulan İttihad ve Terakki cuntası, Ermeni, Rum, Bulgar ve Yahudi mebuslarını da Müslüman mebus sayıyordu. Böylece Müslümanların halifesi, gayrimüslim mebusların oylarıyla hal’ edildi!

OYUNA GELEN MÜSLÜMANLAR

Meşrutiyetçilerin “meşrutiyet” anlayışları birbirinden farklılıklar arz ediyordu. Fakat onlar, bu görüş farklılığına rağmen, Abdulhamid’in aleyhinde birleşmesini bildiler: Bediuzzaman Said Nursi’den, Mehmed Akif’e; Enver Paşa’dan, Rıza Tevfik’e kadar... Hatta Tefsir yazarı Elmalılı Hamdi Yazır’a kadar. Ne var ki tarih, bu zevatın bir kaç dönmenin oyununa geldiklerini ayan beyân göstermiştir. Jön-Türk cuntasıyla beraber olup, Abdulhamid’i devirenlerin çoğu yaptıklarına daha sonra pişman olmuşlardır. Ancak bu pişmanlık, memleketi kasıp kavuran, Müslümanları Almanların yanında savaşa sokarak, İstanbul’u ipotek eden İttihat ve Terakki fırkasının devlet terörünü yıkmaya yetmemiştir. Böylece Müslümanlar, Balkan dönmelerinin birbiri ardına gelen sultalarına terkedilmiş ve bugüne kadar, hâlâ bellerini doğrultamamışlardır.

Jön Türk’lerin, ideolojileri ve zihniyetleri açısından böyle davranmaları tabiiydi... Çünkü onlar, gayr-ı Müslimlerle kardeş olup bu Müslüman-gayrimüslim ikiliğini ortadan kaldırmak istiyorlardı ki, gerçekten de gayrı Müslimleri mebus yapıp Meclis’e doldurarak bu özlemlerini tahakkuk ettirdiler. Bizim anlamadığımız, ya da anlamakta güçlük çektiğimiz, Elmalılı Hamdi Yazır’ın, Bediuzzaman Said Nursi’nin ve Mehmed Akif gibilerin bu oyuna gelmiş olmalarıdır.

İtiraf edelim ki biz, bu zevatın samimi olup, İslam için meşrutiyetçi olduklarına inanıyoruz. Ne var ki bunlar da beşerdi ve uzağı göremeyebilirlerdi. Nitekim göremediler de. Abdülhamid’den meşrutiyet isteyen Jön Türk komitacılarının, gerçekte diktatorya rejimi getirmek istediklerini kestiremediler... Koltuklarının altındaki haçlar düşünce, oyunu anladılar amma, çok geç kaldılar... Bu, öyle bir geç kalıştı ki, fiili olarak hiç bir zaman bu hatalarının sebep olduğu hegemonyayı yıkamadılar. Hatalarını anladılar ancak, Basra çoktan harâb olmuştu...

“YETER Kİ ABDULHAMİD GİTSİN”DEN “YETER Kİ TAYYİP GİTSİN”E

Bu satırları neden yazdık? Korkarım ki birileri bu millete bir daha 1908’i yaşatmak istiyorlar! Nitekim birçoğundan şunları duyuyoruz: “Şu Tayyip gitsin de, ne olursa olsun!”

Çünkü 1908’de bir araya gelen güruhun söylemleri de aynı şekildeydi: “Şu Abdulhamid gitsin de ne olursa olsun!”

Bugün de 1908’deki yapıya benzer bir topluluğu, yani günümüz Jön Türklerini, üniversite hocalarını, bazı din adamlarını, Müslümanların temsilcileri olduğunu söyleyen siyasetçileri bir araya getirenler de aynı şeyleri söylüyorlar. Bunu neden söylüyorlar? Aralarından bazılarının kişisel hesapları farklı olsa da ana amaç, dün olduğu gibi bugün de zihnen bağlı oldukları Batının tüm kurumlarıyla bu ülkede hükümran olmasıdır. Çünkü bir zamanlar, biz bu güruhun Batılı liderlerin yanında konuşmaya cesaret edemediklerini, muhatap bile kabul edilmediklerini görmüştük! Unutmamak gerekir ki Batı, her zaman Müslüman ülkelerin başında rahatça yönlendirebilecekleri zayıf yöneticiler görmek ister.

Oysa Recep Tayyip Erdoğan, birleşmiş milletler salonunda, kendisini dinleyen bütün dünya halklarına şöyle seslendi, sesleniyor: “Dünya beşten büyüktür!”

Onun bu söylemine karşı çıkanlar, doğrudan doğruya Batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda nutuk atmasını istiyorlar. Batının çizdiği sınırların dışına çıkmamasını istiyorlar. Batılı ülkelerin çıkarlarını tehlikeye atmamasını istiyorlar. Kısacası daha önceki siyasetçilere benzeyen siyasetçileri başa getirmek istiyorlar! Bunu söylerken ülkenin her yerinin güllük-gülistanlık olduğunu söylemek istemiyoruz. Tüm ülkelerin olduğu gibi bu ülkenin de ciddi sorunları vardır. Abdulhamid döneminin de sorunları vardı. Fakat mesele bu değildi. Asıl mesele Abdulhamid’in, Batılıların kendisi için çizdiği çerçevenin dışına çıkması, onların istediği gibi hareket etmemesi, Batılıların işine gelmeyen bağımsız politikalar izlemesiydi. Bu nedenle Jön Türk/İttihad ve Terakki komitacıları tarafından hal’edilmişti. Günümüzde de pek çok sorunumuz var. Fakat mesele o sorunların çözümü değil. Mesele, Tayyip beyin de Abdulhamid gibi Batı çıkarlarına direnmesi, bağımsız politikalar izlemesi, dünyaya egemen olan sömürü düzenine karşı çıkmaya çalışmasıdır. O dönemde yaşayan mazlum ve mağdur halk, yetkileri olmadığı için bu değişimi çaresizce izlemiş fakat mani olamamıştı. Fakat şimdi söz milletin olduğu ve bu millet de kendi çıkarını Batı emperyalizminin üzerinde gördüğü için akl-ı selimle hareket edecektir inşallah… Allah, kendi emirleri doğrultusunda hareket edenlerin yardımcısıdır!

https://www.yenisafak.com/dusunce-gunlugu/yoksa-1908i-yeniden-mi-yasiyoruz-4518703
( Alıntı. Siyaset Dışı Okuyun 1908 Yeniden Mi başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 29.03.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.