Açıyorsun televizyonu, radyoyu, gazeteyi; uçuyoruz, kaçıyoruz, bir elimiz yağda bir elimiz balda, herkeste çifter çifter sıfır model arabalar, 20 bin liralık 30 bin liralık telefonlar, milyonluk daireler evler villalar, marketlerde kuyruklar, "para olmazsa bunlar olur mu?" diyen insanlar..
Nankör bu millet nankör!!!
Eskiden hastane önlerinde geceden kuyruklar başlardı.
Tüp, yağ kuyruklarını demiyorum bile....
Bu hikâyeler böyle sürüp gider...
Kapattım televziyonu, radyoyu, gazeteyi..
Kalktım, giyindim üzerimi çıktım dışarı. Köşedeki kuruyemişciden geçen gün 100 gramına 5 lira verdiğim bugün ise 10 liraya aldığım kavrulmuş sıcak leblebiyi koydum cebime, yiye yiye başladım gezmeye...
Caddede yavaş yavaş yürüyerek otobüs durağına kadar geldim.
Baktım onlarca kişi bekliyor. Biraz bekledim otobüs geldi ama tıklım tıklım dolu.
Ön kapı değil arka kapı açıldı.
Bindim, sağa sola savrulmayacağım, kendimi sağlama alabileceğim, elimle bir yerden tutabileceğim tutacak gibi bir dal arıyorum, leblebi yemek ne haddime...
Neyse, cama yapışa yapışa dengemi sağlamaya çalışarak dışarı bakıyorum. Yanımızdan son model Alman, Fransız, Japon arabaları geçiyor. Her birisinde jilet gibi giyinmiş şık beyefendiler, şık hanımefendiler..
Bazıları siyah gözlüklü, püfür püfür esen yelden nasibini almak için ön camdan ellerini dışarı atmışlar tek el direksiyonda hakikaten tvler doğru söylüyormuş, baya uçuyoruz diye düşünürken, birden burnumun direğini kıracak kokuda bastırılmış bir "yel" esti ki Allah kimsenin başına vermesin, bayıltacak gibi..
Burnumuzu tuttuk, camları açmalarını rica ettik bir süre rahatladık derken, "ortadakiler arkaya doğru ilerleyin!" komutu geldi.  Sürmüş sürüştürmüş boyasıyla ve çok sıkınca güzel kokacağını sandığı parfümüyle kokoş bir bayan, nefes kesen bir rüzgarla öyle bastırdı ki düşman başına aman..!
Neyse, bu tehlikeyi de hasarsız atlattık derken, bir başka durakta saçı sakalı ağarmış, 80-85 yaşlarında nur yüzlü bir dede bindi. Ama ne biniş! Çaldıran ovasına girse yanında bir tane ot bitmez kardeşim. Bu ne koku? Astım olanı dakikasında şehit edecek hacı yağının en keskin olanından sürmüş. İçimden geçirdim, demek gülyüzlü hacının dikeni de bu koku oluyor herhalde.
Neyse başımı çevirdim bu yaşlı amcaya yer veren olur mu diye. Ülkeyi kurtaran 15'lilerin 18'lik torunları kulaklıkları takıp, gözlerini dededen kaçırıp uyku moduna geçtiler. Gençler çoktan uçmuş, uzaya çıkmışlardı bile...
Sormadan anlatmaya başladı; hastaneye gidiyormuş, 15 gün önce sıra almış, anca bugüne muayene sırası verilmiş. Ama olsun en azından kuyruğu evde beklemiş.
Herhalde son model arabayı, milyonluk evinin önünde park etmiş ama otobüste yolculuk etmeyi seviyor diye düşünürken, ayda 5500'lira emekli parasının 4000 lirasını gecekondu mahallesinde kiraya veriyormuş. Allah yardımcın olsun amcacım dedim. Sustum...
Otobüste tıkış tıkış giderken hele de cama yapışık dışarıya da bakıyorsan sırt sırta, yan yana, insanlarla akraba olma pozisyonunda yolculuk yaparken anı düşünüp yorumlayabilirsen ne kadar uçtugumuzun ne kadar kaçtığımızın, ne kadar çakıldığımızın farkına varırsın. Yok şansın yaver gidip oturacak koltuk bulduysan, orda geleceği düşünürsün ama yarın yer bulamazsan, cama yapışık onlarca yabancıyla akraba olacak pozisyonda poponu düşünmekten, geleceğini düşünme fırsatın olmaz.
Yavuz YILDIZBAŞ 
Araştırmacı-Yazar-Eleştirmen 
( İstanbul - İett - Yolculuğum başlıklı yazı Kalemimyazar tarafından 26.03.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.