http://www.cagdaskirsehir.com/images/space.gifSELAM AĞASI!

               Güzel yurdumuzun her köyünde olduğu gibi Kırşehir Karacaören köyünde de insanlar yıllarca geçimlerini çiftçilik ve hayvancılıkla temin etmişlerdir. Köylerde ticari saha olmadığından alışverişler hep şehirde olmuştur. Köylüler de kazandıklarıyla her türlü ihtiyaçlarını şehirden temin ederken birikimler hep “biri beşe” satanların ceplerini doldurmuştur.
                Karacaören'de ekim alanları az olduğundan toprak kıymetli idi. Bir çizgi fazla ekebilir miyim diye yerine göre tarla yollarını dahi sürme ve ekip biçmeyi tercih eden çiftçiler oluyordu. Yollar daralınca da tarlalara gidip gelen kağnılar, at arabaları sonradan bunlara katılan traktörler yola sığmadıklarından dolayı ekilen yerleri çiğneyerek yollarına devam ediyorlardı.
                Tarlalar nadasa bırakıldığında bu durum pek önem taşımıyordu. Ekili olduğu zaman mahsul başak tuttuğunda çiğnendiğinden dolayı hasat kaybına neden oluyor, böyle olunca da kıt kanaat geçinen çiftçi zarar ediyordu.

                Karacaören'de Haziran ayı sonlarına doğru arpalar yavaş yavaş sararmaya başladığından tarlası yol kenarında olanlar bunları gelene geçene çiğnetmemek için tırpanla ön kısımdan biçerdi. Arpa biçmeye gidenler sabah evden erken çıkar, tırpan omuzda tarlasının yolunu tutarlardı.
Esen poyrazın serinliğinde kendisini yormadan ağır ağır tırpan sallayarak çalışır öğle sıcağı hafiften bastırdığında işi bırakıp evlerine dönerlerdi.
İkindi serinliği çökerken tekrar tarlaya giderler akşam güneşi batmaya yakın vakitte tekrar evlerine dönmeye başlarlardı.
               Bu gidiş gelişlerde herkes yol kenarında tırpan sallayanlara selam verirken “Kolay gelsin, Allah bereketini artırsın” diye iyi dilek temennilerini dile getirmeyi ihmal etmezlerdi.
               Çolak Ahmet’'in Şık Hasan da, birkaç dönüm tarlası yol kenarında olan, aza kanaatle geçinen çiftçilerden birisiydi. Köyün önünde Küllü Yer denen mevkide üç dönüm arpa ekili tarlası vardı.
Babası her gün sabah, akşam “Hasan oğlum git de Küllü yerdeki tarlanın yol kenarını biç, hiç olmazsa  gelen giden çiğnemesin” diye sıkıştırıyordu. Hasan da, “Olur baba çaresine bakarım” diyor, ihmallik bu ya hiç de oralı olmuyordu.
               Hasan'ın yedi oğlu üç de kızı vardı. Kız evlatları neyse de onun aklı fikri oğlanları okutup öğretmen yapıp devletin kapısına yamamaktaydı. Zaten yapı icabı çalışmayı pek sevmezdi, onun aklı bilek işinde değil kafa işindeydi. Bir keresinde bir akrabasının rica minnet yalvarmasıyla bir dönüm burçağını keseniye işlemeye anlaşmış bir ayda içinden zor çıkmış, akrabası da ona bir daha iş gördürmemeye yemin etmişti.
               Çolağın Şık Hasan, yıllar sonra içindeki en büyük emeline ulaşmış oğlu Ali, askerden sonra Ankara'da işe girmiş diğer altı oğlu da okuyup öğretmen olmuştu. (Belki bu Türkiye rekorudur.) Bundan dolayı da Karacaören’liler “Kendirdenmiş Şık Hasan'ın kuşağı, /Okuyup muallim olur uşağı” diye türkü dahi yakmışlardı.
               Çolağın Şık Hasan babasının ısrarlarına fazla dayanamayıp tırpanı omuzladığı gibi tarlaya erkenden vardı. Yalan yanlış tırpanı iyi biçsin diye taşlayıp “Ya Bismillah” diyerek arpaya tam salladı ki, “Selamün aleyküm Şık Hasan ağa kolay gelsin” diyen bir köylüsünün sesiyle tırpanı hemen bırakıp “Aleyküm selam, sağ ol hemşerim, kolaysa başına gelsin” dedi.

               O gün öğleye kadar tarlaya gidenlerin selamını alıp vermekten bir karış yeri dahi biçemedi. Öğleden sonra tırpan sallamaya gidenlerin selamı, akşama doğru da köye dönenlerin selamı derken o gün tarlaya boşa gitmiş oldu.

               Ertesi gün, daha ertesi gün derken neredeyse yol kenarındaki arpaların biçimini bitiren köylü artık yeten buğdayları biçmeye başlamış, Şık Hasan, iki adımlık yeri selam alıp vermeden bir türlü biçememişti. Akşam eve döndüğünde güya çok çalışmış da yorgunmuş gibi esniyor, böylelikle babasını kandırmaya çalışıyordu.
               Yemekten sonra babası, “Oğlum kulağıma bazı sesler geliyor, aslı varsa sen tarlada çalışmıyor, gelenle gidenle bol bol selam alıp veriyormuşsun” dedi.
               Az sonra nefesini toparlayan yaşlı babası; “Oğlum yoksa adını selam ağasına çıkarırlar, tarlayı erken bitir de sen de başkalarına selam ver” dedi. Şık Hasan utanmış gibi yere bakıyor, yaşlı babasını fazla üzmek istemiyordu. Babası biraz düşündükten sonra, “Oğlum kalk git halayın oğlu Bidi Gaya’ya söyle yarın sana tarlada yardım etsin de şu işi bir an önce bitirin”.
               Bidi Gaya İreşit iyi tırpan çalan, kelle atımında üstüne olmayan, yerine göre geçim için amelelik, çiftçilik yapan, bazen de köyün sığırını, eşeğini, danasını güdüp çobanlık yapan iri kıyım bir delikanlıydı. Boğazına çok düşkün olduğundan öyle az buçuk ekmek ve yemekle doyacak birisi değildi.

               Dayısının bir dediğini iki etmezdi. Onun her işine yardım eder, ahırdaki hayvanlarının yemine, suyuna koştuğu gibi yaz sıcağında kağnı çeteniyle getirdiği samanları tozuna aldırmadan samanlık deliğinden samanlığa atardı. Bu işleri yaparken belki de onun gönlünden neler geçiyordu neler kim bilir! Belki de dayı kızı güzelim Güllü…..
               Ertesi gün sabah Şık Hasan hala oğlu İreşid Gaya ile işe dört elle sarılsalar da yine selamların ardı arkası kesilmiyordu. Gaya İreşid arada sırada acıkıyor, kesedeki süzme yoğurda yufka ekmeği bandırıyor tekrar işe saldırıyordu. Böylece bir iki gün daha geçti.
               İşe başladıkları günün birinde öğleye yakın Çolak Ahmet yaşlılığına aldırmadan, “Şu uşaklar ne yapıyor tarlaya bakayım” diyerek evden ayrıldı.
               Soluk soluğa geldiği tarlada bir de ne görsün daha üç dönümlük tarlanın yarısı bile işlenmemiş öylece duruyordu. Kafasını bir beri, bir öte çevirip,“Ula deyyüsler eşek olsaydınız el kadar tarlayı üç günde yayılıp bitirirdiniz” diyerek olduğu yere çömeldi.
               Öfkeden tir tir titriyordu. Yanında taşıdığı tabakayı açarak sinirinden tir tir titreyen ellerine aldırmadan tütünü kağıda itina ile sardıktan sonra kav ile zor da olsa yakarak derin bir nefes çekti,
               “Ulan oğlum Hasan, bir haftadır ne bok yemeye buraya gelip gidiyon” derken  kendilerini seyreden yeğenine bakıp ona bir şeyler diyecek gibi oldu sonra bundan vazgeçti.

               Dayısının Hasan’a ettiği sözlerden kendine pay çıkaran İreşid Gaya, “Ula dayı her gün yidirdiğin el gadar kese yoğurduyunan ancak bu kadar çalışılır” diyerek hızla tırpanı yere çalıp öfkeyle oradan ayrılırken bir sigara sarıp köyün yolunu tuttu.
               Olanlara çok içerleyen Şık Hasan'ın morali bozulmuştu. Babasını kırmak ve üzmek istemiyordu. Ne de olsa adam bin kere haklıydı.
               Kafasını yere eğerken, “Ne yapayım baba, gelenin gidenin selamını alıp vermekten şurada selam ağası oldum, buna ne bağırıp çağırıyon” diyerek tarlanın anına oturduktan sonra ellerini kaldırıp “Allah'ım çocuklarımı sen bu tarlalara muhtaç etme” diye dua ederken gözlerinden akan yaşları gömleğinin yenine siliyordu.

ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN  

Not- Üstteki yazı 2012 yılında bu öyküyü yayınladığım kapanan  gazetenin önüne geçemediğim logosu.

( Selam Ağası başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 7.03.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.