SELAM
AĞASI!
Güzel yurdumuzun her köyünde olduğu gibi
Kırşehir Karacaören köyünde de insanlar yıllarca geçimlerini çiftçilik ve
hayvancılıkla temin etmişlerdir. Köylerde ticari saha olmadığından
alışverişler hep şehirde olmuştur. Köylüler de kazandıklarıyla her türlü
ihtiyaçlarını şehirden temin ederken birikimler hep “biri beşe” satanların
ceplerini doldurmuştur.
Karacaören'de ekim
alanları az olduğundan toprak kıymetli idi. Bir çizgi fazla ekebilir miyim
diye yerine göre tarla yollarını dahi sürme ve ekip biçmeyi tercih eden
çiftçiler oluyordu. Yollar daralınca da tarlalara gidip gelen kağnılar, at
arabaları sonradan bunlara katılan traktörler yola sığmadıklarından dolayı
ekilen yerleri çiğneyerek yollarına devam ediyorlardı.
Tarlalar nadasa
bırakıldığında bu durum pek önem taşımıyordu. Ekili olduğu zaman mahsul başak
tuttuğunda çiğnendiğinden dolayı hasat kaybına neden oluyor, böyle olunca da
kıt kanaat geçinen çiftçi zarar ediyordu.
Karacaören'de Haziran ayı
sonlarına doğru arpalar yavaş yavaş sararmaya başladığından tarlası yol
kenarında olanlar bunları gelene geçene çiğnetmemek için tırpanla ön kısımdan
biçerdi. Arpa biçmeye gidenler sabah evden erken çıkar, tırpan omuzda
tarlasının yolunu tutarlardı.
Esen poyrazın serinliğinde kendisini yormadan ağır ağır tırpan sallayarak çalışır
öğle sıcağı hafiften bastırdığında işi bırakıp evlerine dönerlerdi.
İkindi serinliği çökerken tekrar tarlaya giderler akşam güneşi batmaya yakın
vakitte tekrar evlerine dönmeye başlarlardı.
Bu gidiş gelişlerde
herkes yol kenarında tırpan sallayanlara selam verirken “Kolay gelsin, Allah
bereketini artırsın” diye iyi dilek temennilerini dile getirmeyi ihmal
etmezlerdi.
Çolak Ahmet’'in Şık
Hasan da, birkaç dönüm tarlası yol kenarında olan, aza kanaatle geçinen
çiftçilerden birisiydi. Köyün önünde Küllü Yer denen mevkide üç dönüm arpa
ekili tarlası vardı.
Babası her gün sabah, akşam “Hasan oğlum git de Küllü yerdeki tarlanın yol
kenarını biç, hiç olmazsa gelen giden
çiğnemesin” diye sıkıştırıyordu. Hasan da, “Olur baba çaresine bakarım”
diyor, ihmallik bu ya hiç de oralı olmuyordu.
Hasan'ın yedi oğlu üç de kızı vardı.
Kız evlatları neyse de onun aklı fikri oğlanları okutup öğretmen yapıp
devletin kapısına yamamaktaydı. Zaten yapı icabı çalışmayı pek sevmezdi, onun
aklı bilek işinde değil kafa işindeydi. Bir keresinde bir akrabasının rica minnet
yalvarmasıyla bir dönüm burçağını keseniye işlemeye anlaşmış bir ayda içinden
zor çıkmış, akrabası da ona bir daha iş gördürmemeye yemin etmişti.
Çolağın Şık Hasan,
yıllar sonra içindeki en büyük emeline ulaşmış oğlu Ali, askerden sonra
Ankara'da işe girmiş diğer altı oğlu da okuyup öğretmen olmuştu. (Belki bu
Türkiye rekorudur.) Bundan dolayı da Karacaören’liler “Kendirdenmiş Şık
Hasan'ın kuşağı, /Okuyup muallim olur uşağı” diye türkü dahi yakmışlardı.
Çolağın Şık Hasan
babasının ısrarlarına fazla dayanamayıp tırpanı omuzladığı gibi tarlaya erkenden
vardı. Yalan yanlış tırpanı iyi biçsin diye taşlayıp “Ya Bismillah” diyerek
arpaya tam salladı ki, “Selamün aleyküm Şık Hasan ağa kolay gelsin” diyen bir
köylüsünün sesiyle tırpanı hemen bırakıp “Aleyküm selam, sağ ol hemşerim, kolaysa
başına gelsin” dedi.
O gün öğleye kadar tarlaya gidenlerin selamını alıp vermekten bir
karış yeri dahi biçemedi. Öğleden sonra tırpan sallamaya gidenlerin selamı,
akşama doğru da köye dönenlerin selamı derken o gün tarlaya boşa gitmiş oldu.
Ertesi gün, daha ertesi gün derken neredeyse yol kenarındaki arpaların
biçimini bitiren köylü artık yeten buğdayları biçmeye başlamış, Şık Hasan,
iki adımlık yeri selam alıp vermeden bir türlü biçememişti. Akşam eve
döndüğünde güya çok çalışmış da yorgunmuş gibi esniyor, böylelikle babasını
kandırmaya çalışıyordu.
Yemekten sonra babası,
“Oğlum kulağıma bazı sesler geliyor, aslı varsa sen tarlada çalışmıyor,
gelenle gidenle bol bol selam alıp veriyormuşsun” dedi.
Az sonra nefesini
toparlayan yaşlı babası; “Oğlum yoksa adını selam ağasına çıkarırlar, tarlayı
erken bitir de sen de başkalarına selam ver” dedi. Şık Hasan utanmış gibi
yere bakıyor, yaşlı babasını fazla üzmek istemiyordu. Babası biraz
düşündükten sonra, “Oğlum kalk git halayın oğlu Bidi Gaya’ya söyle yarın sana
tarlada yardım etsin de şu işi bir an önce bitirin”.
Bidi Gaya İreşit iyi
tırpan çalan, kelle atımında üstüne olmayan, yerine göre geçim için amelelik,
çiftçilik yapan, bazen de köyün sığırını, eşeğini, danasını güdüp çobanlık
yapan iri kıyım bir delikanlıydı. Boğazına çok düşkün olduğundan öyle az buçuk ekmek ve yemekle doyacak birisi değildi.
Dayısının bir dediğini iki etmezdi. Onun her işine yardım eder,
ahırdaki hayvanlarının yemine, suyuna koştuğu gibi yaz sıcağında kağnı
çeteniyle getirdiği samanları tozuna aldırmadan samanlık deliğinden samanlığa
atardı. Bu işleri yaparken belki de onun gönlünden neler geçiyordu neler kim
bilir! Belki de dayı kızı güzelim Güllü…..
Ertesi gün sabah Şık
Hasan hala oğlu İreşid Gaya ile işe dört elle sarılsalar da yine selamların
ardı arkası kesilmiyordu. Gaya İreşid arada sırada acıkıyor, kesedeki süzme
yoğurda yufka ekmeği bandırıyor tekrar işe saldırıyordu. Böylece bir iki gün
daha geçti.
İşe başladıkları günün
birinde öğleye yakın Çolak Ahmet yaşlılığına aldırmadan, “Şu uşaklar ne
yapıyor tarlaya bakayım” diyerek evden ayrıldı.
Soluk soluğa geldiği
tarlada bir de ne görsün daha üç dönümlük tarlanın yarısı bile işlenmemiş
öylece duruyordu. Kafasını bir beri, bir öte çevirip,“Ula deyyüsler eşek olsaydınız
el kadar tarlayı üç günde yayılıp bitirirdiniz” diyerek olduğu yere çömeldi.
Öfkeden tir tir
titriyordu. Yanında taşıdığı tabakayı açarak sinirinden tir tir titreyen ellerine
aldırmadan tütünü kağıda itina ile sardıktan sonra kav ile zor da olsa
yakarak derin bir nefes çekti,
“Ulan oğlum Hasan, bir
haftadır ne bok yemeye buraya gelip gidiyon” derken kendilerini seyreden yeğenine bakıp ona bir
şeyler diyecek gibi oldu sonra bundan vazgeçti.
Dayısının Hasan’a ettiği sözlerden kendine pay çıkaran İreşid Gaya,
“Ula dayı her gün yidirdiğin el gadar kese yoğurduyunan ancak bu kadar çalışılır”
diyerek hızla tırpanı yere çalıp öfkeyle oradan ayrılırken bir sigara sarıp
köyün yolunu tuttu.
Olanlara çok içerleyen
Şık Hasan'ın morali bozulmuştu. Babasını kırmak ve üzmek istemiyordu. Ne de
olsa adam bin kere haklıydı.
Kafasını yere eğerken,
“Ne yapayım baba, gelenin gidenin selamını alıp vermekten şurada selam ağası oldum, buna ne bağırıp
çağırıyon” diyerek tarlanın anına oturduktan sonra ellerini kaldırıp “Allah'ım çocuklarımı sen bu
tarlalara muhtaç etme” diye dua ederken gözlerinden akan yaşları gömleğinin
yenine siliyordu.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN
Not- Üstteki yazı 2012 yılında bu öyküyü yayınladığım kapanan gazetenin önüne geçemediğim logosu.