Düşlerimi geri verin bana ama
çocukluğum ve ilk gençliğim sizde kalsın:
Maviden misinası hayatın ipe
geçirdiğim hecelerin infilakı yoksa satır aralarından taşan ben miyim, kendine
düşman ve kendine özlem duyan ve işte yürüdüğüm o karanlık dehliz: aşkı ihbar
edip sallandığım darağacı ve tükenen gücüm sanırım ben, celladıma aşık oldum.
Hüzün dilekçem.
Safkan asaletim ve safiyet yüklü
varlığım.
Ah, kotardığım gizem küstüğüm evren
ve künyem satır aralarında saklı yine ve yeniden ördüğüm saçlarım hali hazırda
bozguna uğramış saç rengim ve esefle kendime söylendiğim.
Bir mısra olmanın özlemi var içimde.
Hicvinde ömrün, dolduruşa gelen çocuk
yanım.
Ah, Bergüzar’ım.
Ah, sevdalandığım.
Hey, sen ve siz, seslendiğim…
Sen, hafız ve sen, bayım:
Aşkı ihbar eden tutsaklığım
sözcüklere ve keten helvası tadında aldığım tat ne zamanki düşsem yere düşmez
kalkmaz bir Allah işte, işte yüreğimde Rabbime duyduğum büyüyen o sevda.
Nakkaşım ben.
Yaralı bir şairim ve de kuşum:
Kurşun ağırlığında kanatlarım tasnif
ettiğim yolun rüzgârıyım.
Sektiğim kaldırım taşları.
Minyon bir çocuk olmadım asla ama
muhatabım idi muziplik ve güldüğüm kadar güldürdüğüm ahvalim…
Sır tutan aynaların karşısına geçip
de kendimi incelediğim sanırım prototip idi içimdeki çıtkırıldım çocuk ve çıtlattığım
çekirdek ve çatlayan sabır taşım.
Sonra ne mi oldu?
Büyüdüm ve büyüdüm sonra küçüldüm.
Hafif toplu bir çocuk olmanın
bedelini ise çok ağır ödedim:
Ölümüne aç kaldım sonra kendimin
yarısını kurban verdim yıllara ve artık çıta gibiydim çivileme atladığım su
çivisi çıkmış dünyanın bana tuzaklar kurduğundan habersiz bin bir eda ile
verdiğim selamımın karşılığı iken şaşkınlık ve yürek yarası.
Emre amade bir kurşun askerdim ve
kendime sunduğum emir kiplerim.
Beyzade mevsim.
Nazlı gelin.
Gök kuşağı.
Dile düşmüş hurafeler.
Saklandığım göğün nefesi ve ölü
nefsime ağıtlar yaktığım ve kardığım önüm küstüğüm dünüm: ütülü kıyafetlerim ve
hafif topuklu giymemin neticesi ayağımı kırıp aylarca alçıda dolaştığım.
Kıpraştığım.
Belki kıvrandığım.
Kıyasıya mücadele verdiğim.
İdam fermanım askında.
İzah etmenin mümkün olmadığı dertler
kapıda.
Kısaca koca ömrü heba ettiğim ve
ardışık sayılar gibi eklenen dertlerin sonunda inzivaya çekildiğim.
Çitlembik ruhum.
Pıtırcık iken ön adım.
Kurabiye tadında bir hayat belleyip
de dilimin yandığı.
Söylediğim tek sözcük sayesinde
dilime kırmızıbiber süren annem ve işte edebi, ahlakı ve sevmeyi bana öğreten
kadın.
İnhisarında duyguların.
İhmalinde hayatın.
İtibarım.
İnkâr etmediğim kadar itiraflarım.
Yolları yel aldı madem bense tavaf
ettim sonsuzluğu ve içimdeki boşluğu altın tepside sunup öğretilerle dolu bir
hayatı küpe yapmaktan fazlasını beceremezken yine de yetebildiğim kendime.
Yatıya kalan misafir duygularım
ihtiva ettikleri itibari ile etik bildiğim ne varsa muhafaza ettiğim kimliğimin
nezdinde doyasıya sevmenin kitabını yazmamın neticesinde şaşa kaldığım bir o
kada geç kaldığım kendime.
Hayatı hayallerle örülü bilip
hayallerimi de gerçek kılmanın nezdinde bahtımın rüzgârında sallantıdaki tahtım
ile mihenk taşı bildiğim saygı ve sevginin ötüşen kuşlara öykünüp de kanat
açtığı ve doyamadığım kadar sevmelere ve iç sesimin emriyle binlerce sayfa
yazmanın hayalini gerçek kılmamın neticesinde kendime aldığım tavır ile bir üst
noktaya taşımak belki de hayatı.
Bir yakarış.
Bir rica.
Bir lütuf.
Öğretilerin canı cehenneme, demenin
mümkün olmadığı hayat denen iklimde alaylı değil mektepli olmamın verdiği
huzurla bazense kaygıyla kendimle çelişen yanlışları ispatlamak adına sayısız
hipotez üretip bir anlamda hayatın kitabını yazmanın da mümkün olduğunu
ispatladım işte tek bir gecede.
Ve o gece:
Eşlik eden kaygı ve korku ve ölüm
güdüsü.
Yerleşik düzende nail olduğum ne
varsa bir anda hayatın seyrinin değiştiği ve kitlendiğim ve kenetlendiğim ve de
keklendiğim kadar da umarsız olmayı beceremediğim.
Hali hazırda bir rengim yok benim.
Tekabül ettiğim tek bir iklim de yok.
Tekerlemelerin nüansında şaşa
kaldığım da koca bir gerçek.
Bildiklerimi unuttuğum ve
unutulduğumu bilmekse ayrı acı veriyor benliğime ve açısı olmayan duyguların
eşit bir minvalde yayılmadığı kadar seriyorum hayatı gözler önüne.
Bir sekant ise yaşam.
Bir anda saklı iken ölüm.
İdrak edebildiğimden de ötesi örülü
iken kaderde.
Şifresini hala çözemediğim yaşamın
emareleri ile tanışıklığım ise çok yeni ve önünü alamadığım kadar önümü arkamı
da kolaçan etmeden geçmiş hayatın kaçıncı mertebesine denk düştüğümü de bilmez
halde iken bir daldan diğerine konuyorum.
Bir nokta iken haiz olduğum.
Nüktedan bir rota iken adımladığım.
Ve üç noktalı duygularımın infilak
ettiği ansızın ve işte şerh düştüğüm kadar hayata şiar edindiklerim sayesinde
önümü görmeyi iyi kötü başarıyorum.
Peşimden gelenleri ise umursamadan.
Bazen duygularımın katlandığı ve
şamar oğlanı olan bir yadsımazlıkla hayatın resmini çiziyorum kalemle ve men
ettiğim duygulara da asla itibar etmeden baş koyduğum yolda defalarca başa
dönüyorum.
Önünü alamadığım bir duygu silsilesi
eşlik eden ve beşiğinde yalnızlığın tıngır mıngır sallıyorum içimdeki çocuğu ne
de olsa sevginin ve umudun dokunulmazlığını sundu bana Yaratan ve külçe
ağırlığındaki acılarım hafiflemeye doğru meylediyor ne zamanki Rabbimi ansam ve
kalemimi alsam elime arkası geliyor işte bu gaipten gelen coşkumun.
Hüznün sallandırdığı.
Mutluluğu da ıskaladığım.
Yaşamın ta kendisi iken hüzün bohçası
depreştiğim kadar dar ve sığ yüreklerden uzak bir minvalde yaşama arzusu ile
çok genç yaşta inzivaya çekildiğim kadar itibar ediyorum iç sesime ve bir
ömürlük suskunluğum ve lal alfabem sonunda özgürlüğüne kavuştuğu için hamt
ediyorum eski zamanlarda yaşamış bir Osmanlı kadını iken ilk göz ağrım ilk
aşkım babaannem ben hala soylu ve saygılı kalmanın huzurunu yaşıyor yaşatıyorum
da kalemimle.