Her gece aynı duvara baktığını sanıyorsun; halbuki ne geceler,
ne duvarlar, ne de acılar aynı... Geniş çerçeveli yokluklarda haram değiyor satırlarına,
unutuluyorsun. Ne vakittir saklanmadın acılarına, kaçtığın gün sayısı kadar gözyaşları
birikti içine.
Dıştan bir mutluluk, içten; içinde ise kırılmadık kiremidin kalmadı.
Her gece farklı sabahlar olacak diye düşünerek uyuyorsun; halbuki
ne sabahlar, ne zararlar, ne de geçen zamanlar aynı...
Sırra kadem basan varlıklarda helalini unutuyor satırlar; gözüne
değmeden gönlüne değdi sandığın hataların kadar uyutuluyorsun.
Kaçak köçek bir İstanbul’un nefret ettiği o gemi senmişsin meğer.
Batmadan anlayamadığın için kızgın ve kırgınsın kendine. Ağlamak, ucu bucağı olmayan
umutların ponza taşı; nasırlarına basarak acıttığın bir cansın sen de.
Bu kadar yeter! Duvarları affet, perdeler hep güneşten önce uyanır
sende. Affet işte...
Anlaşılmayan bir umudun gidişine ramak kalan korkususun.
Ağlamak, cahil dünlerin kültüre meydan okuyan acabalı yarınlara
grotesk bir yorgunluğu İstanbul sokaklarında.
Sen, söylesene, sen hâlâ evinde misin?
Duvarlar korkak artık sana. Caddeler haddini bildiriyor kapı
tokmaklarına, sen evinden başka bir yerde yaşayamadıkça .
Hep aynı duvarlar sanıyorsun, her gece acıları değişiyor. Ampulüne
soruyor duvar, aydınlatmak istediği gerçeğin kendisi olup olmadığını...
Ağlamak, utanmaz gecelerin gecelikli bir yaramazlığı oluyor karanlıklara.
Ampul patlıyor duvar acımasızca nefes aldıkça.
Yataklar uyanıyor senden önce hayata; kedilerin sesleri değişiyor
ayan günün heyecanında. Horozlar kaldırıyor sabahı yaşamaya; söylesene, sen, neredesin?
Hangi merhabanın soğuk gecesinde tükettin nefesini? Kapı tokmaklarına
elinin değdiği ve gidemediğin gecelerin hesabını sorulmaz mı sana?
Tabloların çiçek kuruttuğu geceler, heceler seni. Bir tek bir
heves onlara görünürsün.
Ellerinde ise kuruyan yaşamın buruk dalları hakim. Göz süzme;
süzme yoğurt gibi aşka.
Mayalanmadın ki sen hayata...
Dilara AKSOY