Boncuk Ve Bodur -2

İşyerimizin bir çalışanı statüsüne giren Boncuk için ödenek ayırmamız gerektiğini patronumuzla görüştüm ve makul bir masrafa onu ikna ettim. Çalışanlara gelen tabildotla yetinmeyecekti artık depo bekçimiz. Et, tavuk, süt ve veteriner masrafları da şirket kasasından karşılanacaktı. Aradan geçen iki ay içerisinde büyüyüp serpilmişti. Yürüyen güzellikti âdeta.
 
Havalar ısınmış; nisan ayına kavuşmuştuk. Forklift operatörümüz bana telefon açtı ve depoda iki yavru köpek bulduğunu söyledi. “Boncuk’a güzel baktığımızı görünce çevreden birileri atmış herhâlde.” dedi. Hem şaşırdım hem de bu sorumsuz insanlara sinirlendim. “Şimdi çok işim var; siz onları korumaya alın; ben bir çaresine bakacağım. İlan vererek sahiplendirmeye çalışacağım. Şimdilik süt verin; aç kalmasın zavallıcıklar.” diyerek telefonu kapattım.
 
Öğle tatilinde depoya yavruları görmeye gittiğimde, bir çalışanın yavrulardan birini kendi tanıdığına evlatlık vermiş olduğunu öğrendim. Öteki yavru, Boncuk’un koynuna girmiş uyukluyordu. Anlaşılan bizden evvel Boncuk sahip çıkmıştı ona. Sattığımız ürünlerden biri olan Kalebodurdan esinlenerek yavruya Bodur ismini verdik.
 
Köpek sitelerine ilan vermiştim ama henüz sahiplenmek isteyen çıkmamıştı. Bodur’u kötü şartlardaki barınaklardan birine bırakmak istemiyordum. “Birkaç gün daha geçsin; çaresine bakarız.” düşüncesindeyken acı haber geldi. Yavrucağın ön patilerinden biri, kaldırıma yanaşmaya çalışan bir kamyonun tekerinin altında parçalanmıştı.
 
Allah’tan, işimi yoluna koymuştum. Günlük programım ve ödeme tablosu çizelgeleri, banka talimatları masamın üzerinde hazırdı zaten. Müdür yardımcıma ve iyi yetişmiş bir elemanıma çarçabuk işleri aktarıp, ihtiyaç anında beni aramalarını, patron şirkete gelene kadar durumu idare etmelerini rica ettim. Depoya vardığımda Boncuk yeri göğü inletircesine havlıyordu. Yavru da can acısından paletlerden birinin altına girmek üzereydi ki hemen tutup çıkardım ve şirketin arabasıyla Avcılar’daki veteriner fakültesine doğru yola çıktık. Üstüm başım kan olmuştu. Bodur kan kaybından baygınlıklar geçiriyordu. Onu kendinde tutmak için durmadan seviyor, “İyi olacaksın bir tanem; bak seni tedaviye götürüyoruz şimdi; kurtulacaksın, yeter ki dayan yavrum. “ diye moral veriyordum.
 
Fakülte, çok kan kaybettiği için o gün ameliyata almadı Bodur’u. Sadece kopan bacağını sarıp, öteki patisine serum yolu açtı ve iltihap olasılığına karşı tedbir amaçlı antibiyotik verdi. Şirketten çıkalı iki saat bile olmamıştı ama arayan arayana idi. Hatta patronum da aramış, beni sıkı bir sorguya çekmişti. Çok bunalmıştım. “Yarım saate oradayım.” diyerek onu sakinleştirdim.
 
Şirkete varır varmaz, Bodur’u deponun bir köşesinde koliye yerleştirip serumunu da yukarıda bir çiviye astım. Çalışanlara sık sık kontrol etmelerini tembihleyerek soluğu patronumun yanında aldım. Yüzü asıktı ama sert görünüşünün altındaki merhametli kalbini alttan alan tatlı sözlerle yumuşattıktan sonra işimin başına döndüm. Personelime “Fakülte çok uzak; yakınlarda iyi bir klinik biliyor musunuz?” diye sordum. Evet, çok yakında bir klinik vardı. Hemen telefon açtım ve durumu anlattım. “Buraya getirin. Ameliyat gününe kadar bakabiliriz.”  cevabını alınca dünyalar benim oldu.
 
Akşam iş çıkışı depoya gidip Bodur’u kucakladığımda Boncuk delirdi. Minik can yoldaşını bırakmak istemediğini belli eden hareketler yapıyor, çevremde dört dönüyordu. Neredeyse kucağımdan kapacaktı yavruyu. Aradan geçen kısa zamanda bu bahtsız arkadaşına çok bağlanmıştı anlaşılan. Onu zar zor zapt ettiler de arabaya binebildim.
 
Veteriner hekim bizi güler yüzle, “Hoş geldiniz.” diyerek karşıladı. Onun bu sıcaklığı yüzümdeki allak bullak ifadeyi giderebildi mi, bilemiyorum ama sihir etkisi yapmış, anında güven duygusu vermişti bana. Kısa bir muayeneden sonra, inlemesi devam eden Bodur’u kliniğin arka kısmındaki kafeslerden birine koydu. Yavrunun o garip hâli yüreğime dokunmuş; ağlamaya başlamıştım. Bir yandan da, “Ne olur, ona iyi bakın; para hiç önemli değil; yeter ki iyileşsin.” diye yalvarıyordum.  Veteriner hekim babacan bir tavırla, “İçiniz rahat etsin; ben ona en iyi şekilde bakacağım, hazır olunca da ameliyat edeceğim. Siz hiç merak etmeyin.” diyerek içime su serpti. Bir haftalık bakım ve tedavi ücreti ile telefon numaramı verip ayrıldım.
 
Ertesi gün patronum köpeğin durumu hakkında bilgi aldıktan sonra, “Sen olmasaydın köpek ölüp gidecekti. Allah razı olsun. Fakat o benim şirketime sığınmış bir can. Masrafını karşılamak da bana düşer. Ödediğin ve bundan sonra ödeyeceğin paraları kasadan al, faturasını da şirkete kestir.” diyerek büyüklüğünü gösterdi.
 
Nihayet ameliyat günü gelmişti. Depo çalışanlarından Boncuk’un keyfinin kaçtığının bilgisini alıyordum. Her akşam Bodur’u görmeye gidiyordum nasılsa. Ameliyattan bir önceki akşam, ikisine de moral olsun diye Boncuk’u da ziyarete götürmeye karar verdim. Arabamı kliniğin önüne park ettim. Birlikte içeri girer girmez Boncuk kucağımdan atlayıp Bodur’un kafesinin önüne koştu. Ben de peşinden… Kafesin kapağını açarak onu içeri soktum. Yaralı arkadaşının yüzünü gözünü yalayıp, sevgi gösterileri ile teselli ediyordu. Veteriner de yanımıza gelmiş, ameliyat hakkında bilgi veriyordu ki, Boncuk birden midesindeki mamaları kustu, Bodur’a yedirmeye başladı. Veteriner anında kafesin kapısını açıp Boncuk’u dışarı alırken, benden karşı duvarda bulunan rulo kâğıt havluyu getirmemi istedi. Saniyeler içinde havluyu kapıp getirerek hekimin eline tutuşturdum. Boncuk’un kusmuğunu temizledi.
 
“Özür dilerim. Böyle yapacağını bilmiyordum. Size zahmet verdim.” diye lafları ağzımda gevelerken, veteriner “Niye böyle yaptı, biliyor musunuz?” diye sordu. Kafamı “Bilmiyorum.” manasında sallayıp ne diyeceğini merakla bekledim. Ve beni hayrete düşüren şu cevabı aldım: “Bodur’u yarın sabah ameliyat edeceğim için mama vermemiştim. Aç olduğunu arkadaşına söylemiş; o da midesindekini paylaşmış. Hayvan deyip geçeriz lâkin onların da biz insanlar gibi merhamet duygusu vardır.”
 
Ameliyatından iki hafta geçmiş, Bodur şirket deposuna dönmüştü. İri bir cins olduğu için, kısa sürede Boncuk’un iki katına çıktı. Üç ayağı ile rahatça yürüyor, hatta koşturuyordu. Bekçilik eğitimini Boncuk’tan almıştı ve o da kadrolu elemanımız olmuştu. Gündüzleri bir arada duruyorlardı fakat geceleri Bodur alt depomuzda bekçilik görevinin başına gidiyordu.
 
Birkaç ay sonra, babamın sağlık durumu nedeniyle bir müddet Marmaris’te yaşamam gerektiğinden dolayı işten ayrıldım. Dönüşte başka bir işyerinde çalışmaya başladım. Aradan beş yıl geçmişti ve ben eski şirketimi ziyarete gittim. Odasına girdiğimde patron şirketin yeni avukatı ile görüşme yapıyordu. Beni görünce hemen ayağa kalktı, ceketini ilikleyip masasının önündeki diğer koltuğa buyur ederek avukat beyle tanıştırdı. Sözlerine “Hanımefendi eskiden şirketimizin muhasebe müdürüydü.” şeklinde girizgâh yaptıktan sonra yanaklarımın mahcubiyetten kızarmasına neden olacak derecede beni epey bir methetti. Ardından Boncuk ile Bodur’un hikâyesini anlattı. Anlaşılan, yaşadığımız bu hayat kurtarma operasyonları sevgili patronumu da derinden etkilemişti.
 
Mücella Pakdemir

( Boncuk Ve Bodur -2 başlıklı yazı M.Pakdemir tarafından 11.01.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.