Bir akşamüstü kitap okurken ara verip, biraz zihnimi ve gözlerimi dinlendirmem gerekiyordu. Sırt üstü yaslanınca şöyle etrafıma bakındım; tüm nesnelerin, çiçeklerin, ağaçların, hayvanların, insanların, gökyüzünün, taşın ve toprağın farklı farklı ve doğal bir rengi olduğunu gözlemledim ve düşündüm. Her gün ve herkesin açık olarak görebildiği bir gerçeklikti bu. İnsan dahil, hepsine ‘toprak ürünleri’ desek yanlış olmaz sanırım. İrade, ilim ve hüküm sahibi bir sanatkârın, en yüce varlık olan insanın hizmetine sunduğu değerlerdir bunlar. Ölüp, çürüseler de yenilerinin aynı renk ve nitelikte çoğaldığını görmek, evrende tesadüflere yer olmadığının işaretiydi. İnsan düşüncesi ve emeğiyle, yeni bir üretim, icat ve icraat yapacaksa eğer; evrende olan bir maddeyi/enerjiyi kullanarak, geçerli bir doğal kanunu işleterek bunu başarabilecektir.
Yaratıcı bir iradeye inananlar;
“Yaratıcı var ama bizden istedikleri nedir?” diye bir sorgulama yapabilirler.
Bu sorgunun sonuçları da inançlara göre değişecektir. Madde, mâna ve evrensel varoluşla
nasıl bir ilişki içerisinde olmamız gerektiği; bir inanç konusu olduğu kadar,
düşüncenin de ilgi alanına girer.
Doğal olarak ulaşabildiğimiz
bu varlıkların renkleri çoğunlukla korunsa da, amaç ve ihtiyacımıza göre
yeniden üretip, şekillendirdiğimiz ürünleri yapay olarak farklı bir renge
boyamak ihtiyacı hissederiz. İşte tam da burada, zihnimizde mantıklı ve tutarlı
sorgulamalar devreye giriyor.
Bu kadar çeşitli şekillendirme ve renklendirmeye ihtiyaç hisseden insanı; aynı
düşünmeye, aynı kalıba sokulmaya, tercih ve iradesine müdahil olmaya, yaşam
tarzı dayatmaya, inanç ve düşüncelerini yönetmeye: kimin/nasıl/neden/ neye
dayanarak hakkı olabilirdi?
Mademki dersimiz boya ve
renklendirmedir, “Boya nedir, boyacı kimdir, neyi neden boyamak gerekiyor”
soruları hakkında birlikte bir mantık yürütelim, düşüncelerimizi ortaya
koyalım.
TDK sözlüğüne göre boya; “renk vermek, dış etkilerden korumak için eşyanın üzerine
sürülen veya üretim hammaddesinin içine katılan renkli madde” olarak
karşılık bulmuştur. Kullanım alanları ve kullanım şekillerine göre de
sayamayacağımız kadar boya cinsi vardır.
Gıda, kumaş, tekstil, mobilya, deri ürünleri, saç, duvar, resim, matbaa, metal,
ahşap, seramik, cam, tablo, beton, plastik, gemi, otomobil, asfalt, kozmetik,
v.b. boyalar…
Hepsi için, üretim ve
uygulama alanlarında, ayrı bir teknik bilgi ve ayrı uzmanlık gerektiren durum.
Yani bir ayakkabı boyacısına, evinizin duvarlarını, bir mobilya
boyacısına, otomobilinizi boyattıramazsınız. Her boya, nesnesini bulacak, her
fırça da ustasını bulacak. Çok ilginç bir uzmanlık çeşitliliği ve görev bölümü
var ortada.
Böyle bir giriş ve fikir
jimnastiğinden sonra; konuyu sosyal yaşam alanlarımızla genişletelim.
Her çiçekten polen toplayıp bal yapan arının çiçeklerle uyumlu
dansı gibi, insan nesli de renklerle/ doğal çeşitlilikle olan ilgi ve ilişkisi;
dengeli/tutarlı/sevimli/sürdürülebilir ve adil olmalıdır.
Biyolojik, fiziki, duyusal, düşünsel ve toplumsal varoluşla uyumlu
bir yaşam için; bu bir zorunluluktur.
Farklı bir alana dalıp; “Göz
boyamak” deyiminden ne anlamamız, nasıl bir ders çıkarmamız gerektiğini
açıklamaya çalışalım.
“Aldatan bizden değildir” Hadis-i Şerif’inin tam dersi eylem ve söylemlerin
tamamını kapsayan bir deyim olarak kabul edebiliriz. Bunların büyük bir kısmı
hukuk ölçeğinde suç olsa da, bir kısmını “kurnazlık, stratejik hamle,
konjonktürel bakış, idari zorunluluk” gibi gerekçelerle meşrulaştırma
gayretleri de vardır. Göz boyamak; dış görünüşü ve gösterişle ile aldatmak,
kötü olan bir şeyi, iyi gibi gösterip; aldatmak, kandırmak, yanıltmak, oyalamak
olarak da özetlenebilir.
Göz boyayan kişileri ise; hilekâr, yalancı, düzenbaz, sahtekâr ve
şarlatan olarak niteleyebiliriz.
Göz boyayan kişi; muhatabını gafil avlar, aklını çeler, yoldan
çıkarır, akı kara gösterir, gözünü bağlar.
Kötülüklerden,
çirkinliklerden, zararlı duygulardan, haksızlık ve doğal yaşama aykırılıklardan
arınmak ve korunmak için de mecazi anlamda insanoğlunun da bir boyaya ihtiyacı
vardır.
Maddi donanımlar, bilimsel kazanımlar yanında, bireyler bu bilince
ve farkındalığa da sahip olduğunda; iç huzuruna kavuşacak, toplumsal
birliktelik ve küresel barışa da hizmet etmiş olacaktır.
Biz bunu manevi
atmosferde, mecazi anlamda “Allah’ın boyası” olarak tanımlayabiliriz.
Nitekim Kuran-ı Kerim Bakara Suresi (2/138) ayet “Mehmet Çoban ”mealinde; "Biz Allah’ın boyasıyla boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Allah’ın boyası iyilik, doğruluk, gerçeklik, adalet, sevgi, saygı, paylaşımdır. Biz Allah’ın yasalarına uyarak ona ibadet edenleriz!" buyurulmaktadır.
Aynı ayetin “Abdullah-Ahmet
Akgül” mealinde ise:
“(İşte) Allah’ın boyası (tabiattaki muhteşem renk ve desenlerin yaratılışı ve canlı cansız her varlığa vurulan vahdet damgası)! Allah(ın boyasın)dan (Kur’an ahkâmından ve ahlâkından) daha güzel boyası olan kimdir? Biz (yalnızca) O’na kulluk edenleriz.” Açıklaması da bizi farklı alemlere taşıyor.
“Emrolunduğun
gibi dosdoğru ol; seninle birlikte tevbe edenler de (dosdoğru olsunlar) ve
aşırı gitmeyin. O, yaptıklarınızı
görmektedir. (K.K. 11/112)” ayet meali de, yukarıda sıraladığımız ilahi
öğütleri pekiştirici bir anlam taşımaktadır.
Bu aktarımlardaki
maksadımız; bir vaaz, hutbe veya öğüt tekrarı olmadığı, nutuk çekmek olmadığı
umarım anlaşılıyordur.
İnancın çok türleri olduğu gibi, inançsızlığın da farklı
türleri vardır. “İyi insan ve modern, kalıcı ve güven veren bir toplumun
inşası, yalnızca böyle olur” şeklinde bir iddia ve dayatmamız da yoktur.
Dinin, bazı toplumlarda, ticari bir sektör haline geldiği,
politikanın arka bahçesine dönüştürüldüğü
gerçeğinden hareketle, sosyolojik ve düşünsel ifadelerle konuyu açıklamaya çalıştım.
“Madem herkes
ettiğini bulacak, iyilik edin o zaman” sözünü önemsediğimden hareketle;
bireysel inanç ve düşünce tercihlerimiz ne olursa olsun; ortak bir zeminde,
ortak paydaları ne kadar çok artırabilirsek, ayaklarımızı yere daha sağlam ve
güvenli basabiliriz.
Boya deyip
geçmeyelim. Sahtesi var, işe yarayanı var, döküleni var, gizleyeni var, en
doğrusuyla boyandığında, ömür boyu çıkmayanı var.
Eğer inancın
gereğini yerine getirip, toplumla olumlu bir ölçekte buluşturmak istiyorsak;
şükür ibadetlerini yerine getirmek, kutsal sayılan mekânlara turistik ziyaret
yapmakla sorumluluk bitmiyor.
Resmî kâğıt paranın üzerine de; “in God we trust – Biz Allah'a güveniriz” cümlesini yazmakla da gereğini yapmış olmuyoruz.
Umduğumuz,
bulduğumuz ve sunulanla değil; ihtiyacımız olanlarla buluşmak dileğiyle…
Ali Rıza Malkoç
arm.web.tr