Benimse Alın Yazım Yokuşlarda Susamak!


 

BENİMSE ALIN YAZIM YOKUŞLARDA SUSAMAK!

 Hikâye vardır; gönle dokunur. Hikâye vardır; hayat dersi verir, mesaj doludur. Aslında her olay, her durum ve anlatım biz yaşayanlara ders verir, ders vermelidir. Eğer anlatılanlardan ders alınmıyorsa o zaman ölüden bir farkımız olabilir mi? Hayat, sadece bizim dar gözlüklerden bakmanın sonucu değildir.

 

Merhum Necip Fazıl üstadımız, Sakarya Şiirinde;

 

“İnsan bu su misali kıvrım kıvrım akar ya

Bir yanda akan benim öbür yanda Sakarya

Su iner yokuşlardan hep basamak basamak

Benimse alın yazım yokuşlarda susamak” der.

 

Gerçekten Müslümanları olmadık ayak oyunlarıyla haritadan silmek, dünyadan yok etmek için çaba sarf ettiler, ediyorlar! Tarih sayfalarına baktığımız zaman her daim Haçlı ve Hilal çatışmalarını görüyoruz.

Bedir’de, Uhut’ta, Hendek’te imanlı gönüller, sayıca fazla düşmanı yerle bir etmeyi başarmışlardır.

Pekiyi durdu mu düşmanlar? “Biz yenildik, yeniliyoruz, öyleyse bir daha Müslümanlarla karşı karşıya gelmeyelim” mi dediler? Diyorlar? Hayır.

Dışarıdaki düşman belli, ona karşı açık ve net tedbir alabilirsiniz ama içte olan, rengini belli etmeyen, bizdenmiş gibi görünüp bizi arkadan hançerleyenlere karşı çok dikkatli olmak zorundayız.

Şu bir gerçek ki artık milletimiz zokayı yutmuyor. Bundan böyle kimse Türkiye’ye racon kesemeyecek. Kesmeye çalışanlar da boyunun ölçüsünü alacak ve alıyor!

Kararlı, istikrarlı, inançlı, azimli, çalışkan olunca başarılamayacak hiçbir şey yoktur. Rabbimiz, böyle insanları seviyor, bunlara değer veriyor.

“Sizin duanız olmasa rabbim size ne diye değer versin?” ifadesinin ete kemiğe bürünmüş şekli hali hazırdaki Türkiye Devletidir.

Çok güzel söylenmiş: “Devlet, ebed müddet”, “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe”…zayıf yönetimleri, istikrarsız, kararsız idareleri geçmişte gördük.

Her zaman söylediğim ve dost toplantılarında dile getirdiğim bir söz var; “Bindiğin dalı kesmeyeceksin, Ekmek veren eli ısırmayacaksın, yemek yediğin çanağa pislemeyeceksin…, yaşadığın ülkenin kalkınmasında, ilerlemesinde, büyümesinde…  “insanım” diyen herkesin görevi vardır.

Bundan sonra nereden, nasıl ve ne şekilde gelirse gelsin artık Türkiye’yi yıkmaya, yok etmeye, sırtında boza pişirmeye, terörle ayağına pranga vurmaya, emperyalistlere peşkeş çekmeye,  örtülü veya açık, silahlı veya silahsız darbelere… kimsenin gücü yetmeyecek. Evet Türkiye’de devlet var. Türkiye orta doğuda söz sahibi olmaya, buradaki terör odaklarını bitirmeye ant içmiş, karar vermiş, dik duran bir hükümet var.

Bu Millet; ezelden beri, aç kalmış, susuz kalmış, yokuşlarda susatılmış… fakat imanıyla, kararlılığıyla bütün badirelerden geçmiştir. Bu devlet ile bu millet ile övünüyorum. Her zaman devletimin yanında oldum ve olmaya da devam edeceğim.

Müslüman memlekette hala salyangoz satanlar mevcut. Dine, dini değerlere, insani hasletlere düşman olan zihniyetler bulunmakta Türkiye’de. Eski “tek parti zulmünü” uygulamaya çalışan kafalar var ne yazık! Böyle; tarih bilmez, irfandan nasip almamış, özüne yabancı, beynini Batı’ya tapulamış kafaya bir kardeşimiz ne güzel cevap vermiş:

 

“4-6 yaş, ortaçağı kapatan Fatih'in zihniyetidir.

Birileri 4-6 Yaş Kur'an Kurslarımızın açılmasını "ortaçağ zihniyetine doğru yol alma" olarak tanımlamış....

Birileri ona söylese; Ortaçağ zihniyetini kapatan çocukluğunda dinî eğitimi alan Fatih Sultan Mehmet Han'dır.

Bu Mankurt, köleleşmiş kafalar keşke ataları Fatih Sultan Mehmet'i tanısalardı,  köhnemiş Bizans zihniyetini savunmaktan vazgeçerlerdi.

İyi bil ki ortaçağ zihniyetinin kapısına kilit vuran Fatih Sultan Mehmet Han çocukluk eğitimini devrin en büyük alimlerinden Akşemseddin'in manevi terbiyesinde 4 yaşında; "Rabbi Yessir vela Tüassir" duasıyla çıktığı ilim yolculuğunda yüksek manevî eğitimin yanında ilerleyen yıllarda Fıkıhta Molla Hüsrev, Tefsirde Molla Gürani, Molla Yegân, Hızır Bey Çelebi, kelâmda Hocazâde, Riyâziyye (matematik) de Ali Kuşçu’dan ders alarak devam etmiştir.

Hem manevi ilimleri hem de Bizans’ın surlarını yıkacak fizik ve mühendislik bilimlerini de tahsil ederek İstanbul'un fethini gerçekleştirdi.

Neticede dünya tescil etti ki İstanbul'un fethiyle Ortaçağ kapandı, Aydınlık yeniçağın kapıları açıldı. Onun içindir ki biz Fatihin yolunda ortaçağın gerici karanlık düşüncesini arkamızda bıraktık Kur'an'dan ilham alarak manevi ilimlerle birlikte çağın fen ve teknolojisini de tahsil eden aydınlık yarınlara yürüyen merhamet medeniyetinin çocuklarıyız.”

 

“Veren el olmak”, “Diğergam tavır sergilemek”, “Empati kurmak”…dilimize girmiş, uygulandığı zaman faydası olan güzel ifadelerimiz var.  Cümleler, kelimeler, deyimler, kavramlar…içi doldurulduğu vakit bir anlam taşır. Eğer uygulama olmazsa sadece kitaplarda, satırlarda kalır.

Rabbimiz; “Niçin yapmadığınızı söylersiniz?” buyurur. Mevlana da: “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” der. Sıcak mekanlarda ahkam kesmek, sırtımız pek olduğu halde bol keseden konuşmak herkesin harcı. Bunun yerine az konuşarak, az yiyerek, az uyuyarak, çokça insanlarla ilgili düşünce geliştirmek, tefekkür mekanizmamızı çalıştırmak, cemaat şuurunu ayağa kaldırmak, mağdur, yoksul ve yoksun olanların ellerinden tutmak, onların yarasına merhem olmak, derdine çareler üretmek…işte meselenin özü budur.

Merhum Necip Fazıl üstadımız şöyle der:

-“Hac, Kabe’den döndükten sonra, namaz, camiden çıktıktan sonra başlar”.

Evet her birimiz sorumluyuz; sokağımızdan sorumluyuz, caddemizden sorumluyuz, mahallemizden sorumluyuz, köyümüzden, kasabamızdan, ilçemizden, ilimizden… hülasa tüm insanlardan sorumluyuz. İslam’ın: “Cemaat” anlayışı, bu güzelliği anlatır.

Tek başına Müslüman yoktur. Müslüman tek başına olamaz. Kendine Müslüman ve bencil insanlar, topluma yarar yerine zarar meydana getirir. Benciller yüzünden dünya yangın yerine döndü. Aymaz tipler sebebiyle toplumda olumsuzluklar arttı.   

 

Hayat sadece; yemeden, içmeden, gezmeden, zevkten, eğlenceden…ibaret değil. Hayatın tadını; internette, cep telefonlarında, sosyal medyada bulamazsınız.

“Ben sonsuza kadar kalacağım, bana kimse bir şey yapamaz, hayat sadece bu dünyadan ibaret…” sözünü kimse söyleyemez. Söyleyemez, çünkü bu sözü edebilmek için ölümlerin olmaması, hastalıkların bizi rahatsız etmemesi, mezarların bulunmaması lazım. Halbuki her gün minarelerden; “sala” sesleri duyuyoruz. En yakınımızı kendi ellerimizle mezarlara gömüyoruz. Her mezar taşında bizi titreten sözler okuyoruz. Mezarlar bize bir şey söyler.

Dünya kurulduğundan beri bu sistem böyle gelmiş, böyle gidecek. İlahi sistemi kimse değiştiremez. Her birimiz, ilahi kanunlar içindeyiz. “ben ilahi kanun falan tanımam, ilah tanımam, ilahi olan her şeye karşıyım…” demek, en büyük şaşkınlık, en onulmaz bir akılsızlıktır.

Allah’a inanan da ölüyor, inanmayan da. Müslüman da mezara giriyor, Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, Ateist, Deist de…demek ki bu dünya fani, yani gelip geçici. Her doğan belli bir süre dünya nimetlerinden yararlanacak, sonunda ölüm köprüsünden geçecek. Ölümsüz köy yoktur. Ölümün uğramadığı, kapısını çalmadığı hiçbir mekan, ev, insan, toplum… bulunmamaktadır.

 

Tahir’ül Mevlevi şöyle der:

 

“Eli boş gidilmez gidilen yere,

Rabbim boş gelmedim suç getirdim,

Dünyalar çekemezken bu ağır yükü,

İki büklüm sırtımda pek güç getirdim”.

 

Gezdiğimiz her şeye ibret nazarlarıyla bakmak, olayları ve gördüğümüz her şeyi iyi okumak, hepsinden bir anlam çıkarmalıyız. “yeryüzünde gezin” derken öylesine gezin, çayca gidin yolca gelin denmiyor. Bastığımız yerlerden ses getirelim. Her şeye ve her yere değer katalım, etken olalım edilgen değil. Gündem oluşturalım, gündem olmayalım. Bizi öldürmeye gelen bizde dirilsin. Öyle bir laf edelim ki barışmaz, onulmaz düşmanımız bize dost olsun. Yine öyle bir tavır sergileyelim ki dostluklarımız düşmanlık ve kindarlığa dönüşmesin.  

Yaşarken ölü gibi olalım. Yani; “Ölmeden önce ölelim”.

Toprak gibi bir hayatı ilke edinelim. “Ben bilirim” demeyelim de, “sen de bilirsin” tavrını kendimize ilke edinelim. Asla yargılayıcı, tehdit edici, suçlayıcı, tahakküm edici davranışta olmayalım. Konuşmalarımızda emir kipi ile değil; “lütfen, rica ederim, istirham ederim, teşekkür ederim…” cümlelerini dilimizden düşürmeyelim.

 

Yazımı, bir şiirle noktalamak istiyorum;

 

Ne Zaman?

 

Gavurun zihniyeti ölüm saçıyor bize,

Hak dava özlerine vuslatımız ne zaman?

Zulüm musluklarını her an açıyor bize,

Kur'an'ın sözlerine vuslatımız ne zaman?



 

KAZIM ÖZTÜRK

( Benimse Alın Yazım Yokuşlarda Susamak! başlıklı yazı Öztürkçe tarafından 13.11.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.