Bir Şiir ”Yarım” Gülümsememle Analiz ve Azıcık Tetkik

 Şiir İnceleme, Şiir Tahlili Nasıl Yapılır? ŞİİRİN İÇERİK YÖNÜNDEN  İNCELENMESİ

Uzun zamandır şiire gülümsemeleanaliz ve azıcık tetkike  yazmak için ara vermiştim kitap çalışmalarımdan dolayı. Lakin bugün Silgisizce mahlaslı kardeşimin şiirini okuyunca o duygu his ve aşkın samimiyetin arayışın duruluğunu görünce hayran kaldım ve klavyenin başına geçtim.


“Tek başına duygu şiirin varlık kazanmasına yetmez. Bunun gibi tek başına düşünce de şiir sanatı için yeterli değildir. Yalnızca duyguya dayanan şiir sığ kalmaya mahkûmdur. Duygunun gereğince yer tutmadığı, düşünceye bağlı metinler ise poetik (şiirsel) fonksiyondan uzaktır. Gerçekte şiir, birbirine zıt duygu ile düşüncenin karşılaşmasından ortaya çıkar. Alıntıdır”

 

Kardeşim muhteşem duygu ve hissiyle heceleri bir araya getirirken beni inanın kendisiyle birlikte arattırdı garları otogarları şehirleri sokakları şiirine yazdığım yorumumdaki gibi bizi yolda unutanları, bulanlar arayanlardır bildiğin gibi, biz galiba bulduk ta bizi arayanlar bizi bulamadı bulmaları dileğimle başlayalım.

GİRİŞ

Yarım

 

Bu dünyaya gelirken yarım gelirmişiz

Bir ömür diğer yarımızı arar,

Bir bütün olmak için yaşarmışız

 

Kardeşim burada hayat felsefesi ile giriş yaparken ne kadar güzel doğru olanı ifade etmiş hayran kaldım. İnsanın iç dünyasında yaşanan duygu düşünce, akıl gönül çatışması sonunda hep uyumu ve sentezi arayarak doğruya ulaşacaktır kardeşimin dizelerinde bu kanıya vardım.

GELİŞME

 

Vaktinden önce miydi senin gelişin,

Hangi kalabalık, sisli sokakta geçiştik

Ben iki kilo elma tarttırıyordum, belki de

Sen ellerin cebinde sessizce yürüdün, geçtin yanımdan

Belki bir hasta hanenin koridorundaydık

Hiç duymadığım losyon kokun, serum kokusuna karıştı…

 

Sorgulayan arayan aramak için yola çıkan kardeşimle arıyoruz diğer yarımızı tamamlanmak için.


“İnsan olmanın yolu aşk ile olgunluğa ulaşmaktır. Mevlana in-sanların kusurlarını hoşgörüyle karşılar, çünkü insan eğer ham ise pişmemişse terbiyesini tamamlayamamışsa ona hoşgörüyle yaklaşmalı, ondan her zaman iyilik beklenmemelidir. Mevlana’nın öncelikli hedefi insanı terbiye etmek onu olgunlaştırmaktır. “Mevlânâ, insan zaafını bildiği için insandan yüz yüze iyilik istemez; niyetinin iyi ve güzel olmasına bakar. O, sebzenin bile saplarıyla tartıldığını bilir. Her şeyin hayra ve olgunluğa doğru gittiğine inandığı gibi, kötülüğün de olgunluğun ve iyiliğin noksanı olduğunu bilir. Yumuşaklığın, yüzlerce ordudan daha kuvvetli olduğunu söylemekle beraber, sorumluluğa da gerçekten taraftardır.” (Gölpınarlı, 1959:407”MEVLANA’DAİNSAN VE AŞK Meheddin İSPİR-Acedemia”

 

Vaktinden önce miydi senin gelişin, insan bazen vaktinden önce geldiğini sanır vaktini beklemekte acele ettiği için. Hangi kalabalık, sisli sokakta geçiştik te birbirimizi göremedik! Ben iki kilo elma tarttırıyordum, belki de elmadaki o kokunun aşk kokusuyla karışarak kokmasının hazzına varmışken sen geçerken belki görememiştim kim bilir! Sen ellerin cebinde sessizce yürüdün, geçtin yanımdan, sonradan mı anladım bilemedim seni bulamayışıma bir neden! Ya da senin beni bulamayışına bir neden! Belki bir hasta hanenin koridorundaydık hiç duymadığım losyon kokun, serum kokusuna karıştı aklımı baştan aldı. Mevlana gönül dostu ne güzel anlatmış:

“Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın.

Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin.

Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki

Aradığın ancak sensin, sen.

Madendeki inciyi aradıkça madensin.

Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin.

Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi;

Neyi arıyorsun, sen o sun.”

 

 

SONUCA BİR ADIM

 

“Mevlânâ aklın aşkı inkârına örnek olarak İblis’in Hz. Âdem’e secde etmeyi reddetmesini gösterir. Akıllı ancak aklı yetersiz olan İblis, Hz. Âdem’in hakiki yüzünü ve özünü göremediğinden -ki bu öz, Âdem’i hakiki insan kılan ve onu membaına ve menşeine bağlayan ve O’ndan bir parça olan ruhudur- yücelik ve üstünlük tasladı. Çünkü İblis’in aklı, cüz’î bir akıldı ve aşktan tamamen yoksundu, “bu yüzden Âdem’in yalnız topraktan yaratılan suretini gördü.” Bahtı yaver ve talihi kutlu olan bilir ki, akıl ve zekâ taslamak İblis’tendir, aşk Âdem’den!” O halde şimdi Mevlânâ’nın aşktan neyi kastettiğini anlamaya çalışalım. Ancak burada bir önemli noktayı itiraf etmemiz gerekir. Şimdiye kadar, Mevlânâ hakkında kaleme alınmış yerli ve yabancı dillerdeki eserlerde de vurgulandığı gibi, âdeta adı ve şahsiyeti aşkla özdeşleşmiş bir kimsenin aşkın mahiyeti konusundan hemen hemen hiç söz etmemesi oldukça dikkat çekicidir. Bunun açık nedeni, (36 Mesnevî 4/409-410. 37 Mesnevî 4/1258. 38 Mesnevî 4/1260-1. 39 Mesnevî 4/1263-64. 40 Mesnevî 1/1982. 41 Mesnevî 1/1981, 1984. 42 Mesnevî 6/260. 43 Mesnevî 4/1402. Bilal Kuşpınar SÜİFD / 23 14) şüphesiz aşkın, tamamen aklı ve sözü saf dışı bırakan esrarengizliğidir. Bunun sırrına, yine Mevlânâ’nın ifadesiyle, sadece onu tadanlar erer. “Birisi ‘Âşıklık nedir?’ diye sordu. Dedim ki. Benim gibi olursan bilirsin.”44 Bununla birlikte, Mevlânâ, aşk kelimesinin Kur’an’da geçmemesinin ve onun yerine ‘muhabbet’ kullanılmasının gayet farkındadır. Bu ikisi her ne kadar kavram olarak farklılık arz etseler bile, onun nazarında, her ikisi de mahiyetleri itibariyle aynı şeye işaret ederler. Ancak, keyfiyet açısından aşk, “sayıya sığmayan ve ölçüye gelmeyen” aşırı sevgidir (muhabbettir).  Allah’ın insana ve insanın da Allah’a olan muhabbetine işaret eden âyet-i kerîmeyi zikrederken Mevlânâ, bu derece derin bir aşkın ancak yaşanarak idrak edilebileceğine dikkat çeker. “İnananlar arasında öyleleri vardır ki, Allah’a olan muhabbetleri aşırı derecede yüksektir.” “O (Allah) onları sever, onlar da Allah’ı severler.”  Her ne kadar Kur’ân’da zikredilmese de, Mevlânâ’ya göre, ‘aşk’ da ‘muhabbet’ gibi, Allah’ın bir sıfatıdır. Daha da önemlisi, onun görüşünde, aşk ve muhabbet Allah’a nispetle bir hakikattir; insana nispetle bir mecazdır. Bunun içindir ki, o çoğunlukla, Allah’ın kuluna olan sevgisini, insanın Allah’a olan sevgisinden daha fazla vurgular. “İnsan ile Allah arasında aşk olabilir mi?” sorusuna doğrudan cevap verme yerine, Mevlânâ, görünüşte hemcins olmasalar bile, her ikisi arasındaki bağın, aşkın âdeta bir uzantısı ve tecellisi olduğuna dikkat çeker. “Ruhumuzdan ona üfledik” âyetinden hareketle, insan ruhunun yaratılıştan ilâhî kaynakla irtibatlı olduğunu söyler. ‘Her şey kendi özüne ve aslına devamlı meyillidir ve âşıktır, ilkesini ontolojik birtakım delillerle izah eder. Esasında ona göre, “Allah onları sever, onlar da Allah’ı” ayetinin sırrı bu gizemli bağlantı ve meyildedir. Belki de aşağıdaki dizeler bunu daha açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır:”

İşte beni mest eden mısralar heceler… Çoğu kez kapalı ve yoğun bir anlatım biçimi olduğu kabul edilen şiirler de kardeşim bu sefer açık açık duygularını muhteşem mısralarla dile getirmiş. Muhteşem dizeleri kıvrak zekâsıyla şiire olan aşkla yaklaşımıyla şen bir şekilde konuyu geliştirerek şiirde duygu aşk havasının fışkırdığı görülmektedir.

 

 

Bir kitapçıdan aynı kitabı alıp,

Neden filimler de ki gibi çarpışmadık…

Aynı sinema salonunda,

Ayrı filmlere mi güldük, ya da ağladık.

Ayrı kapılardan çıkıp ayrı yollara mı savrulduk.

Belki de ayrı şehirlerin ayrı otogarların dan bindik otobüslere

Aynı yerde mola versek de,

Aynı bardaktan ayrı saatlerde içtik çayımızı,

Aynı yere değen dudaklarımız

Aynı şarkıyı mırıldandı günlerce..

 

Bir kitapçıdan aynı kitabı alıp, karşılaşmak ne kadar güzel hayal ediyorum bir merhaba ile nasılsın diyerek başlayan bir buluşma… Neden filimler de ki gibi çarpışmadık… Ben bu konuya çok takılırım gerçekten hep filmlerde mi olur karşılıklı çarpışmalar belki de hayatta da vardır bize denk gelmemiştir. Karşılıklı hafiften çarpıştığımı hayal ederken ”özür dilerim” diyerek gülümsemesine çarpılmak çok güzel olurdu. Aynı sinema salonunda, evet bir sinema salonunda olmayı çok isterdim kardeşimin dediği gibi filmi beraber izlemek filmi boş ver derdim içimde gülüşünü seyretmek şahane diye geçirerek film yerine o aşkla gülüşünü seyrederdim. Ayrı filmlere mi güldük, ya da ağladık. Nedense aynı sinema salonunda karşılaşamadık, aynı sinemada olsak ta ayrı ayrı filmleri izledik bazen güldük bazen ayrı ayrı ağladık. Ayrı kapılardan çıkıp ayrı yollara mı savrulduk. Belki de zamanı gelmemiştir buluşmanın…

 

Gezeyim dedim o yârimle el ele

Aşk dolu sözlerim gelsin bu dile

Varayım o gönlüne ben aşk ile

Vakit tamam olmayınca varmak nafile

Belki de geldi geçti onu getiren kafile

Mehmet Aluç

 

“Geleceğe yönelik aşk umudu taşıyan veya yaşanmakta olan aşkı yansıtan şiirlere de rastlansa da, aşk şiirlerinin büyük çoğunluğu geçmişte kalmış ve ulaşılması umudu kaybolmuş bir aşktan söz eder. Dolayısıyla zamanda ve uzamda oluşan uzaklık, bir değer nesnesi olarak aşk izleğine daha Esenli bir duygu değeri kazandırır. Bir anıya, bir ize dönüşerek yok olan, nesnelliği bulanıklaşan, betisel (belli bir anlamlama) olmaktan çıkıp izleksel(yönelim) ulama(birbiri ardına eklenmiş) geçen, yani davranışsal olmaktan kavramsal olmaya geçen dönüşmüş aşkı, artık yüklendiği aşırı Esenli duygu değeriyle şimdiye özneye zarar verir, şimdiyi, burayı ve ben'i olumsuz yönde etkiler. Kaybolan bir değer nesnesi olarak aşk, aynı değerde bir başka değer nesnesiyle doldurulmadıkça, acı veren bir yokluk/, arayış bekleyiş olarak gerçekleşir.”

Belki de ayrı şehirlerin ayrı otogarlarından bindik otobüslere, ah ne güzel olurdu. Aynı yerde mola versek de, Aynı bardaktan ayrı saatlerde içtik çayımızı, Aynı yere değen dudaklarımız, Aynı şarkıyı mırıldandı günlerce.. İşte AŞK Ortak bir iletişim kodumuz yolumuz sözümüz gözümüz, ortak değerlere sahip olmak ve bu değerleri paylaşarak kullanmak…

 

“İnsanın göstergelerle, biçimlerle, simgeler ve imgelerle çepeçevre sarılmış bir dünyasının olduğunu ve bu dünya içinde yaşamak zorunda olduğunu söyleyebiliriz. Göstergeler iletişim kurmak için insanlar tarafından üretilmişlerdir. Bir düşünceyi, görüşü, yeni çıkan bir ürünün varlığını gösterge yoluyla bir başkasına aktarıyoruz. Düşünmek, göstergeleri kullanmak ve işletmek demektir. Düşünmenin var olması, paylaşılması ve gelişmesi bütünüyle göstergelere bağlıdır. Yani göstergeler yoluyla düşünüyoruz ve yine göstergeler yoluyla konuşabiliyoruz. Göstergelerin doğru biçimde algılanması ve yorumlanması da bir bakıma eğitimle, deneyimle ya da toplumsal olmakla ilgilidir. Alıntıdır”

 

“Ben en çok aşkın görünen yüzünün arkasındakileri merak ederim. Aşkın görünen yüzü tarifim; dizlerinin bağının çözülmesi, düşüncelere dalıp gitme, ondan başka bir şey düşünememek, sürekli yanında olma isteği, kalp çarpıntısı, uyuyamama, iştah azalması, yüz kızarması gibi… daha da artırabileceğimiz birçok cümleyi içerir. Aşkın görünmeyen yüzünü düşünürken de kendime sorduğum bazı sorularım var benim. Gelin beraberce bilimin, sosyologların, psikologların, psikiyatristlerin, filozofların ve şairlerin gözüyle kafamızdaki soruları cevaplayalım… Aşk nedir? Aşkın kesin sınırlarla çizili bir tanımını yapmamız mümkün değil. Herkesin kendine ait bir aşk tanımı vardır. Aşk, sosyal antropologlara göre “cinsel bir tutkudur. Şairlerin özlemli ve duygulu şarkılarıdır.” Psikologlara göre, “aşk hem normal hem de nörotik olmaktır, yaratıcı ve yıkıcıdır.” Filozoflara göre, “aşk erkekler için başkadır, kadınlar için başka. Ama herkes için iyiliğin ve kötülüğün, güzelliğin ve çirkinliğin başlıca kaynağıdır veya âşık olana dek, o güne kadar hiç âşık olmadığınızı anladığınız bir durumdur. Can Yücel’e göre; Sebepsiz sevmektir aşk, nedeni olmadan bağlanmak birine. Gözlerine baktığında erimektir içten içe, Ellerini tuttuğunda titremektir tüm benliğinle Hatta sarılamamaktır utançtan, Çünkü utanmaktır sevmek aslında, Sevmek nedir aslen? Ölmek mi uğruna? Yaşamak mı onunla? Sevmek mi ömür boyunca? Yoksa ayrılmak mı gerekince? Nedir insanı başkasına bağlayan? Güzelliğimi? Bilmez kimse bu soruların cevabını.. Kimi sever güzelini, Kimi sever özelini.. AŞK Şükran Telci”

“Aşk, sevginin bir üst noktası, aşırı ilgi ve bağlılık olarak tanımlanır. Bununla birlikte aşkın birçok çeşidi vardır. Örneğin tasavvuf edebiyatında ve divan şiirinde konu edinen aşk, ilahi aşktır. Karşı cinse duyulan aşırı sevgi ise beşeri ya da mecazi aşk olarak nitelendirilir.”

“Aşk: Çok ziyade sevgi. Şiddetli muhabbet. Sevda. Candan sevme.”

Esrarengiz bir cazibe gücü olan aşk, genelde hem cinsler arasında cereyan eder. “O, Allah’ın sırlarının bir usturlabıdır.” Bir duygu olarak hissedilir; kelimelere dökülemez. Aşkı anlayabilmek için, onu bizzat yaşamak gerekir. Bu yüzden Mevlânâ’ya göre, aşka dair sahifeler dolusu kitaplar yazılsa bile, onu ne akıl kavrayabilir ne de lisan anlatabilir. Aşk, söze sığmaz. Aşk, bir denizdir ki dibi görünmez.”

“Yukarıda belirttiğimiz gibi, çamura saplanan akıl, duyular dünyasının içinde nefisle birlikte olan cüz’î akıl olsa gerektir. Aksi takdirde, küllî akıl zaten aşkla yoğrulmuş ve aşkla aydınlanmış bir akıldır ve bizzat aşk ile hemhâl olmuştur. O halde, eğer insan, cüz’î akıl perdesini aralayıp küllî aklın nuruyla bakabilirse, görecektir ki, aslında küllî aklın bir temsilcisi olan Hz. Peygamber’in çizdiği yol da, yani dinin kendisi de, bir aşk yoludur. Mevlânâ, bu nedenle, o Peygamber’e tâbi olan (51 Mesnevî 3/4435-4441. 52 Mesnevî 1/110. 53 Mesnevî 5/2731-32. 54 Mesnevî 1/112-115. Bilal Kuşpınar SÜİFD / 23 16 )ve gönülden bağlanan kimselere de, aşkın çocuklarıdır der. Bu aşk tenimizde gizlenen anamızdır yani cevherimizdir. Ancak hakikati örtme ve gerçeği görememekle malûl olan tabiatımız – nefsimiz ve cüz’ î aklımız- bu gerçeği fark etmemize engel oluyor. Tekrar insan ile Allah arasındaki aşka dönersek, Mevlânâ, aşkın tek taraflı olmadığını; aksine karşılıklı –iki taraflı- olduğunu belirtir. “Hiçbir âşık yoktur ki, sevgilisinin vuslatını arasın, dilesin de sevgilisi onu aramasın, dilemesin!” Aşk gönül işidir ve önce gönülde âdeta bir şimşek gibi çakar ve sonra bütün gönlü kaplar. Şayet gönülde kıvılcım olarak başlayan ve yeşeren bu aşk, Hakk’a karşı olursa, Hak da o gönül sahibini seviyor demektir. Kaldı ki, gönül (dil) ve sevgili (maşuk) ayrı ayrı şeyler değildir. Nihai noktada her ikisi de birdir. Zira Mevlânâ’nın dediği gibi, “sevgili dediğimiz varlık bir bahanedir. Aslında gerçek sevgili Allah’tır.” Bunu fark edebilmek için insanın öncelikle kendi gerçek varlığını bulması gerekir; kendi içsel ‘beni’ni (hud) keşfetmesi gerekir ki, bu da ancak maddî varlığından ve nefsinin engelleyici tavrından kurtulmasıyla mümkündür. Diğer bir ifadeyle, cüz’î aklını, âdeta küçük dere gibi akan dünyadan soyutlayıp, felek üstüne çıkararak kendi kaynağı olan küllî akla bağlamakla olur.” MEVLÂNÂ’DA AKIL VE AŞK Bilal KUŞPINAR Dr.,McGill Üniversitesi Öğretim Üyesi”

 

Kardeşimle aşk diyarında onu bulmak için sevgi dolu duygularla dolaştık.

 

SONUÇ

 

 Oysa ben hep tesadüflere inanmıştım…

Kaderi hesaba hiç katmadım…

Belki de ondandır şimdi yarım kalışım…

 

Vaktinden önce miydi gelişin…

Yoksa vaktinden öncemi gittin …

Silgisizce

 

Rast geliş, rastlayış, rastlantılara inanırdım gerçekten kısmette varsa insan karşılaşır birbirine rastlar, lakin kardeşimin dediği gibi kaderi katmak ve alnımıza yazılan varsa tesadüf olur diyerek kaderi kısmeti katmak gerekir. Belki de hemen olur diye bu heyecanımla yarım kalmışlığımız rast gelmeyişimize kaderde anı gelmeden karşılaşmayı istemem bağlı. Sen benden öncemi geldin beni aradın ve beklemeden gittim, yoksa ben sana gelmek için yolda koşarken sen arkana bakmadan vaktinden öncemi gittin? Ah sorular çelişkiler insanı yoruyor lakin insan aşkla olunca her şey güzel oluyor bu şiir gibi kardeşimin duyguları gibi...


Ana Baba Fikri

Ana fikri aşkla o yâri aramak ve kavuşmaktır. Baba fikri ise baba işte olduğundan dolayı dönüşte sorulacaktır.


Aşkla Yürüyüşü

Muhteşem.


Tebessümlerin Yayılışı

Tek kelimeyle harika...


Şiirdeki Örgü


Bir annenin kızının saçını aşkla tararken örmesi gibi aşk kokuyor ellerinde…

Tel Örgü


Zamanın ve vaktin gelmesinden dolayı önümüzdeki tel örgü varmaya engel oluyor.

 

Döngü Farkı

Aşkla dönen kardeşimizin aşkı arayarak şu anda bulamayarak aşkla dönüşünün kısır döngüsünde kalışını izliyoruz.


Aramadaki Yazmada ki Azmi


Bulanlar arayanlardır felsefesini kardeşim hayata geçirmiş bize de en güzel mısralarla ifade etmiş.

     Fikri          

Herkes aşkla gezsin aşkla mutlu olsun vesselam.

Mehmet Aluç


( Bir Şiir ”yarım” başlıklı yazı kul mehmet tarafından 2.11.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.