Bu bölümde kafaları bayağı bir karıştıracağım.
Yıl 1912.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının tahttan indirmek istedikleri Padişah II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinin üzerinden üç sene geçmiştir. Bu üç sene zarfında tahtta artık ipleri tamamen İttihat ve Terakki’nin elinde olan, onların elinden saray damadı Salih Paşa’yı dahi kurtarmaya muktedir olamayan, tamamen etkisiz bir eleman konumundaki Sultan V.Mehmet Reşat vardır ve Osmanlı ülkesi alev alev yanmaktadır o yıl.
Mustafa Kemal ve daha pek çok subay, ancak ve ancak kılık kıyafet ve kimlik değiştirerek gidebildikleri Osmanlı’nın Afrika Kıtasındaki son toprak parçasını ( Trablusgarp yani Libya ) İtalyanlara karşı savunmak için canla başla mücadele ederken, Balkan milletleri olan Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan da Osmanlı Devletine savaş ilan etmişler ve tabiri caizse kedi, aslanı boğmaktadır.
1912 Yılında Yunanlılar, pek çok Türk şehrini ele geçirip katliamlar yaparlar ki bu şehirlerden birisi de bir gecede on iki bin Türk’ün katledildiği Selanik’tir. Yani Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım’ın yaşadığı şehir...
Zübeyde Hanım, Kocası Ragıp Bey’in de ölümü üzerinde artık Selanik’te yaşamanın daha doğrusu yaşayabilmenin imkansız olduğunu gördüğünden kızı Makbule’yi ve Ragıp Bey’in yeğeni Fikriye’yi de yanına alarak İstanbul’a gelip yerleşir.
Peki Hatice’ye ne oldu?
İşte dananın kuyruğunun koptuğu yer bu soru ve cevabındadır. Çünkü aslında Atatürk’ün çocukluk aşkı Hatice’ye ne olduğu hakkında hiç bir malumat yoktur. Ama öte taraftan bu hikaye yine Hatice ile devam eder.
Kesin kafalar karıştı değil mi? Haklısınız bu yazı serisi için araştırma yaparken benim de kafam karıştı fazlasıyla. Neden mi? Anlatayım:
Zübeyde Hanım, 1912’de İstanbul’a göç ettikten sonra biz Hatice adlı bir şahsın yine Mustafa Kemal ile ilgili anılarda yer aldığını görüyoruz ama bu Hatice’nin Mustafa Kemal’in çocukluk aşkı Hatice olması mümkün değil. Çünkü bu Hatice de Selanikli olmakla beraber 1865 doğumludur. Yani Mustafa Kemal’den on altı yaş büyüktür.
Haydi diyelim ki Hatice de Mustafa Kemal de aralarındaki çok büyük yaş farkına rağmen birbirlerine aşık oldular ama Ragıp Bey’in kardeşinin kızı ve dünyalar güzeli Fikriye’yi bile Mustafa Kemal’e layık görmeyen Zübeyde Hanım, oğluna ondan on altı yaş büyük bir kızı eş olarak aklının ucundan bile geçirmez. ( Düşünün ki I. Bölümde bahsettiğim o vazodaki çiçeği Mustafa Kemal’in Tarih Dersi kitabının üstüne koyma olayında Hatice ve Mustafa Kemal’in her ikisinin de yaşı 13’tür. Ama bu hikayeye dahil olan bir diğer Hatice’nin yaşı o sıralarda 29’dur. )
Yani efendim bu buruk aşk hikayesinin bugünkü Türkiye topraklarına taşınmış olan kısmında çok büyük bir karışıklık vardır. Ya da çok saçmasapan bir senaryo uydurulmuştur.
Sanırım çok da bir şey anlamadınız. O halde hikayeye devam edelim. Okudukça anlayacaksınız. Ama tarihlere özellikle dikkat edelim.
1903 Yılında ( Ya da 1899 ) İstanbul’da, dayısı Hasan Ali Yücel, babası ise Alemdar Mustafa Paşa’nın soyundan gelen Mehmet Hayri Bey olan bir erkek çocuk dünyaya gelir. ( Annesi Fatma Seniye Hanım’dır.) Bu çocuğa Münir Hayri adını verirler.
Münir Hayri iyi bir tahsil görür ve 1917 yılında, yani Resmi kayıtlara göre yaşı henüz 14 iken ( Resmi olmayan kayıtlara göre 17 ) Darü’şşafakada hem resim hem de tarih öğretmenliği yapar.
1922’de Sorbon Üniversitesinde Psikoloji eğitimi gören bu genç ( ki bu tarihte de 19 veya 23 yaşında olmalıdır.) Türkiye’ye döndüğünde bir sürü görevlerde bulunur ki bunlar arasında konumuzla ilgili olanı Kocaeli Maarif Müdürü olmasıdır. Evet...Münir Hayri Bey 1928’de Kocaeli İl Milli Eğitim Müdürlüğüne tayin olur.
Aynı yıllarda Kocaeli’de Hatice Hanım adında 63 yaşında Selanikli emekli öğretmen bir kadın yaşamaktadır ve bu Hatice Hanım ile İl Milli Eğitim Müdürü Münir Hayri Bey aynı apartmanda oturmaktadırlar.
İl Milli Eğitim Müdürü Münir Hayri Bey ile emekli Muallime Hatice Hanım komşu ve meslektaş olmaları sebebiyle de sık sık bir arada olurlar ve bir gün muallime Hatice Hanım Münir Hayri Bey’e I. Bölümde bahsettiğim Selanikli Hatice ile Mustafa Kemal arasındaki çocukluk aşkını anlatır.
Muallime Hatice Hanım, bu hikayeyi kendi başından geçmiş gibi mi anlatmıştır yoksa kendisinin de Selanikli olması sebebiyle bir şekilde duyup öğrendiği bir hikaye olarak mı anlatmıştır işte orasını bilmiyorum ama gerçek olan şudur: Birinci bölümde bahsettiğimiz hikayenin kahramanı Hatice, bu bölümde bahsettiğim Muallim Hatice Hanım değildir kesinlikle.
Nasıl bu kadar kesin konuşuyorum? Son bölümde anlayacaksınız.
Evet... Devam edelim.
Psikologluktan gazete yazarlığına, gazete yazarlığından, roman ve hikaye yazarlığa, zamanın Milli İstihbarat Teşkilatı mensubu bir istihbaratçı olmaktan, heykeltıraşlığa, opera yazarlığına ve öğretmenliğe kadar on parmağında on marifet olan Münir Hayri Bey, 1930 Yılı başlarında Almanya ve Rusya’da sinema eğitimi de aldı.
1934 Yılına geldiğimizde Münir Hayri Bey ‘’Egeli ‘’ Soyadını aldı ve adıyla soyadıyla Münir Hayri Egeli oldu . Aynı yıl emekli muallime Hatice Hanım da ‘’ Özgener ‘’ Soyadını aldı ve adıyla soyadıyla Hatice Özgener oldu. [ Hatice Özgener adını Çankırılıların iyi bilmesi lazım ama başka arkadaşlar da bilebilir bir ihtimal. Hafızanızı yoklayın bakalım.]
Münir Hayri Egeli, 1934 Yılında, ‘’Özsoy’’ adı verilen ve Ahmet Adnan Saygun tarafından bestelenen operayı yazarken [ Bu opera 19 Haziran 1934’de Ankara Halk Evinde, İran Şahı Rıza Pehlevi'nin de yer aldığı bir bir programda sahneye kondu. Eserde Türklerin, Acemler ve Avrupalılarla aynı soydan geldiklerine, çok eski bir geçmişe sahip olduklarına değinilmiştir.]
Aynı yıl emekli Muallime Hatice Hanım, Kocaeli’de on senedir emekliliğin tadını çıkarmaktadır. [En son Beykoz Öksüz Yurdu öğretmenliğine atanmış ve bu görevden 24 Ağustos 1924’te emekliye ayrılarak Kocaeli’ye yerleşmişti.]
Ancak gerek Münir Hayri Egeli’yi gerekse Hatice Özgener Hanım’ı çok önemli bir görev daha bekliyordu 1936 yılında.
Onca sinema eğitimi almış olan Münir Hayri Egeli’yi bekleyen görev Mustafa Kemal’in yazdığı ve adını ‘’ Ben Bir İnkılap Çocuğuyum ‘’ koyduğu 137 Sayfalık bir bir eseri senaryo halinde yazmak ve filme çekmekti.
Emekli öğretmen Hatice Özgener Hanım’ın görevi de bir o kadar önemli bir görevdi: 1935 Yılında yapılan genel seçimlerde on yedi kadın, ilk kez milletvekili olarak TBMM’ye girmişti ama 1936’da boş olan milletvekillikleri vardı. Yani ara seçimler yapılacaktı. Mustafa Kemal Çankırı ilimiz için Hatice Özgener’i teklif etti ve Hatice Özgener on sekizinci kadın milletvekili olarak ilk kadın milletvekillerimiz arasında yer aldı. O artık bir milletvekili idi. O günkü arı Türkçemizle(!) Saylav...
***
Senaryo ne oldu peki?
O da dördüncü ve son bölümde inşallah.
( İki Hatice / Ben Bir İnkılap Çocuğuyum.---3. Bölüm--- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 28.09.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.