‘’Herkesçe sevilmek isteyen, sevgiye muhtaç insanların yapacağı iş değil yazarlık. Yazar olmak demek, sevilmemeyi, anlaşılmamayı, didiklenmeyi göze almak demek. Ve bir yazar olarak bakıyorum da en çok kafası karışık insanların yanında rahat ediyorum. Çorabında bir delik, ruhunda arıza, zihninde tereddütler olanlar. ‘’Kış ruhu’’ insanları…’’(Alıntı)

 

Düşlerim muallak, sevgili yazar ve müsait olduğum bir anımda, kitabınızdan okuduğum bu sedef tanımlamayı derin derin analiz ettim. Çekincelerimi sonlandıran ve ben tam da kendimi sevmeye yol almışken daha da büyüdü içimdeki saf çocuğa duyduğum sevgi ve bunda öyle büyük payınız var ki…

Hayat ve insanlar payladıkça tatmine ulaşan ve birilerini hor gördükçe ruhları harlanıyor gelin görün ki: ben sevgi insanıyım ve iklimlerden en çok hazanı seviyorum ve bir adım sonrası da:

Ve evet, ben kış ruhlu bir insanım yaz çocuğu olarak dünyaya geldiğim Haziranın ilk gününde dünyaya gözlerimi açtığım…

İçimin engebelerinde saklı şarlatan bir rüzgâr var ve insanlar şarladıkça ruhum pekişiyor.

Şahlanan duygularım ve sismik araştırma merkezi gibi içimim fay hatlarından tahminler yürütüyorum.

1999 Marmara Depremini yaşayan bir İstanbullu olarak o depremde sağ çıkmanın verdiği mutlulukla daha beter depremler yaşayacağım aklımın köşesinden dahi geçmezdi hele ki mazimdeki düş kırıkları ve can kırıkları aralıksız acıtmaya devam ederken ve ben onları tam da unutmuşken hâsıl olan yeni yıkımlar devasa depremler…

Akla zarar olduğumsa kesin tespitimdir.

Koca İstanbul deprem sonrası geceleri sokakta geçirirken ben evimde televizyon karşısında oturup çay içmenin hayalini yok sayıp da mecburen salmıştım kendimi sokağa o da annemin ısrarı ile.

Daha büyük yıkım yaşar mıydım sahi?

Asla böyle bir ihtimal kondurmadım hayata ve konduğum dalda bir ömür şakıyıp gonca gonca da açarken kendimi yazarken buldum.

İlahi Emir büyük yerdendi ve artık biliyordum ne yapmam gerektiğini bir o kadar ne yazacağımı bilmezken bir başladım ki yazmaya…

Kimliğimdeki sayılar ve sıfatlar.

Rütbemse emir eri çünkü bir ömür insanlar ne dediyse yaptım.

Menşei eğitim olan ve şeceremde ısrarla yazılı olan o sıfat: öğrenci kimliğim.

Ben defalarca üniversiten mezun olsam da yitip gitmedi öğrenci yanım ve dilim hep yandı andıkça bilgiyi işin doğrusu bilgiye ve duygulara aç ruhumu en çok yazar olarak doyurdum gerçi kendimi asla ‘’gerçek bir yazar’’ olarak tanımlayamam ne de olsa kırk fırın daha yazmalı ve okumalıyım ve ben bunu bilfiil yapmak adına inanılmaz bahtiyarım.

Sevgi iklimine çöreklenmiş çocuk kalbim.

Aşklardan aşk beğendiğim. Aşkın rugan çizmelerinde saklanmış bir çamur lekesi gibi ve ruhum lekesi alnım da ak yaşayıp giderken bu dünyaya davet edilmeden girmemin ertesinde çoğu insan tarafından sevilmediğimi gözüme soktu insanlar.

Genelleme elbet yapmam çünkü ben baştan kabul etmiştim karşılıksız sevmeyi bir ömür de tattığım gibi.

‘’Her şeye rağmen umut dolu çiçek açan ilkbahar mı, hüzün ve melankoli yüklü sonbahar mı? Edward Said o müthiş kitabında ‘’kış ruhu’’ diye tanımlar sürgünü.’’(Alıntı)

Hazzından ve duyduğu hezimetten yazılar şiirler üreten karanlık ruh hali yazarın/şairin.

Olumsuz duygulardan olumlu neticeler çıkarmak yerine negatif enerji ile beslenen kalemler ve sevgisizliği şiar edinenler ve bunun edebiyat dünyasındaki mevcudiyeti canımı çok yaktı.

Ruhumdaki arıza.

Yüreğimdeki arsız sevgi.

Nabzını tutarken hayatın ve işte yazmanın dilemması.

Bir şiir yazdım mı devamını getirmek beni hayata bağlayan: bir şiir daha ve bir şiir ve asla tatmin olmadığım ne de olsa üç beş sayfalık bir deneme ya da hikâye yazmam farzmışçasına kalemin nüktesine tutkun bir ömür de nutkum tutulmuşken yazarak göçebe ruhumu sakinleştiriyor üstelik bir yazar ya da şair olduğumu kesinkes vurgulamadan.

Hicap yüklü gölgeler bazen çörekleniyor ruhuma.

Göç mevsimi gelmediği halde göçen duygular var.

Ve bir harfi öldürüp öç almak adına da yazanlar.

Her halükarda yazan insanlar illa ki temel bir duyguya odaklanıp sürdürüyorlar yazmayı.

Yazgımı baştan kabullendiğim ve kederimle hüznümle dahi tokalaşmışken ben sevgiyle yazıyorum ve sevgiyle d/okunuyorum okuyucunun ruhuna. Ve öykündüğüm bir ya da birkaç yazar yok asla çünkü ben sonsuzluğa öykünüyorum.

Rol model almadan birilerini bir yandan da Allah rızası için yaşayıp sevmenin ve yazmanın bana verdiği coşku ve huzurla da sürükleniyorum peşi sıra duyguların.

Sevgili yazar, pek çok kitabınızı severek okuduğum gibi başlayıp da sonlandıramadığım eserleriniz mevcut kütüphanemde bazen önceden okuduğum kitaplarınızı elime alıyorum ve bende bir iz bırakmamışken önceden edindiğim duygular devasa bir gizin peşini tutuyorum ve içimdeki gizemi bir bir seriyorum kâğıda.

Pek çok yere gittim.

Pek çok kere kendimi ziyaret ettim ve bir o kadar memnun da kalmadım ve işte yaza yaza memnuniyetimi mevcut kılıyorum son on yıldır.

Hayatta pek çok şeyin hayalini kurup gerçek kılmışken yazarak yeniden doğmanın mümkün olduğuna vakıfım artık: defalarca doğduğum gün ve gece. Eğer ki o gün itibari ile bir şeyler karalamamış olayım kendimden haz etmiyorum çünkü yazmak benim ana dilim elbet yaşadığım sevgi iklimin de lehçesi bir o kadar kış ruhu barındırdığım yüreğimde saklandığım bazen fiyasko ile sonuçlanan ama yazdıklarım o an o gün itibari ile beni memnun ediyorsa kanatlanıp uçtuğum da aşikâr.

Şehrin sadık bir neferiyim.

Şehri İstanbul’a sevdalı bendeniz.

Sözcüklere ve de.

Bazen ipin ucu kaçtı mı hayatımda hazır ol da yaşamışken de bir ömür beynime verdiğim komutlarla yazıların ruhunu önceden tayin ediyorum ve ben sonsuzluğu kulaçlamayı çok seviyorum akabinde büyüyen manevi duygularım ve maneviyatım asla ses etmeden yazmanın da muadili iken duygularımın ve inancımın inanılmaz ivme kazandığı gerçeği.

Bir ömür kolayca sevebilmişken insanları şimdilerde sözcüklerle olan dansıma eşlik eden okuyucuya odaklanmış ve müteşekkir iken benim gibi yazan pek çok kalemden de elbet feyiz alıyorum ve onların beni sevmediği gerçeğini göz ardı etmezken beklentisiz sayfalarına gitmek ve ruhlarına tünemek ayrı güzel çünkü duygular ve sözcükler beklentisiz daha da büyük anlamlara bürünüyor.

Varamadığım bir yaka aslında yaşamak hep de kendimi İstanbul ile eşleştirdiğim ne de olsa sevdalı şehrin iki yakası kolay kolay bir araya gelemiyor bu da beni daha coşkuya sürükleyip iki yakamın da asla bir araya gelmediği ve gelmeyeceği gerçeği ile kalemimle dans ediyorum o beyaz ve masum sayfaları doldurmak aşkın da ta kendisi.

Ve sizin de dediğiniz gibi, sevgili yazarım:

Varamıyorum ben de.

‘’Nereye giderlerse gitsinler bir türlü varamayanlar…’’

Öncemde de durum böyle iken en azından günlük bir memnuniyet benimki ve yazdığım günü kar saydığım yazmadığım günü ise çalınmış bir vakit gibi çalınmış bir hayal gibi su üstüne çıkarmamak adına belki de hoşnutsuzluğumu elbet kendimden her dem hoşnut olmadığım gibi varamasam da bir yerlere asla varamayacak olsam da günlük not tutumum ve karalamalarım harika bir besin kaynağı mütereddit ruhum adına bir o kadar sevgimi de kutsarken kalem ve Yaratan öncemde asla vakıf olmadığım bir coşku ve bütünlük arzusu ile yolum da okuyucu ile buluşmuşken engebeli araziyi de geçmiş olmanın verdiği huzur ve özgüvenle baş başa ve kendimle barışık olmanın da muadili iken yazdıklarım ve yazacaklarım…

 


( Sevgili Yazarım... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 24.09.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.