13/1
Totem alandaki kardeşler aynı totemden soydan gelen totem,
çocuklarıydı. Ölmüş atalar, alan içinde veya alanın dışında don veya görünüş
değişen koruyucu gözeticilerdi. Belki kendisi de kendisiyle birlikte ölmüş
koruyucu ve gözetici bir atanın ruhunu taşıyordu.
Biz çocukken büyükler ya da diğer çocukların ana baba veya
kardeşleri bizleri oynayan çocuk grubu içine bırakırlardı. Kendileri gidiyormuş
gibi yapıp bir süre ve bir kaç gün gizli gizli bizleri gözetirlerdi.
Ki biz grubun sosyal ortamına uyum sağlaya biliyor muyuz
diye gözlenirdik. Hangi konularda bizim uyumsuzluğumuz vardı. Çocuklar bize ne
şekilde yaklaşım yapıyorlardı vs. hepsini gizliden gözetirlerdi.
Bir durum oldu mu, sürece müdahale ederlerdi. Grup
hareketinin nasıl olması gerektiğini gruba ya da bize söyleyip, bizi uyarırlardı.
Biz anlardık ki her an büyükler tarafında korunup gözetilen müdahaleye açıktık.
BU durum bize güven, cesaret ve firenle davranma alışkanlığı
veriyordu. Artık büyükler orada olmasalar bile büyükler bizi gözetir korur
olmasalar bile, biz yine de bilirdik ki onlar orada ve her an yardımımıza hazır
koruyucu gözetmenlerdi.
Bu bir koşullu öğrenmeydi. Kişiler kendisini çepeçevre saran
ortamın yalnızlığı içindeydiler. Ataların bu yalnızlığı aşan deney ve
öğrenmeleri vardı. İşte bu gibi duygu ve çıkarımlarla doğan animizdi anlam kişinin,
grubun çaresizliklerine karşı; kişi ve grubu koruyup gözeten kodlama anlayışının
ürünüydüler.
Ölmek böyleydi. Atalar ruhunun deneyde gelen öncülüğü
nedenle, çıkmaz sokaklarda torunlara yardım edeceğinin beklentisi olan bir
anlayıştı. Biz fark etmesek te, fark edip unutsak ta animizdi tezahürler sosyal
dayanışmalı ortamlardan bize geçişen sosyal alanların baskı ve basıncıydı.
İşte böylesi bir mana anlayışına göre atalar gizlenmiş
koruyuculardı. Dinler içinde biz görünmeden kullarının yaptığını bilip gözeten
ilahlar gibi. Totem ruh gözetir olmak
için bizim bilip tanıdığımız bedenden ayrılıyordu. Totem ruh yeni beden içinde
GİZLENMEKLE çevre gezmesi yapmış oluyorlardı.
Şartlı algıya göre gizli ve canlı olmayı ifade eden bu anlayış
başı sıkışan torunlara yardım edecek olan algısal bir potansiyeldi. Çevre
gezmesi yapan totem ruh çevre içindeki olacakları önceden görüp sezmekle, bunu tekilleşmiş
totemin ağzında grubuna söyleyecekti.
Ataların gizlenme ve çevre içinde gezmesi anlayışı, giderek birçok
ata gezmesinin tur atması olmaktan çıkıp totemi biçimlenişler özel anlayışı
içinde animizdi anlama hem somutlaşmış, hem tekilleşmişti.
13/2
Tekilleşen algı ve anlayış bir tek atanın koruyucu gözetici
olduğu atalar ruhu anlaması gibi olmakla animizi anlama bir tek totem simgesiyle
daha somut ve daha anlaşılır kılınmıştı.
Animizdi atalar geçmişi yaşamış olmakla geçmişte olmuş
bitmiş belli işlerin önünü sonunu biliyorlardı. Animizdi atalar gizlice çevre
gezmesi yaparken de grubuna ya da kişilere açık ve yakın veya uzak olan tecrübeyle
sabit tehlikelerin haberini veriyordu.
Yani şimdiyi, geçmişin durumuyla görüyorlardı.
Animizdi totem atalar böylesi bir bilgeliğin içindeydiler.
Atalar olanı ve olacak olanı tahmin edip bilmesinler de, kim bilecekti? Artık
grup içi ortamdaki animizdi duygularla vücut bulmuş olan totem konuşmasa da;
aktarımlarla, aracılarla, büyücülerle, kamlar vasıtasıyla totemi konuşturuyorlardı.
İşte totemi mana bu algı ve duygularla grup merkezinde
şekilden surete dönüşmüştü. TOTEMİ SEMBOLİZM OLAN YONTU İNŞA, ATALAR RUHUNUN KENDİ
GRUBUNA KONUŞACAĞI BEDENLENME BİÇİMİNİ TASVİR EDEN MÜCESSEMA OLUŞTU. Bu gibi
animist anlama asla köleci sistem sapıklığı olan tekrar tekrar tekâmülü anlatan
reenkarnasyon anlayışı değildiler.
Etrafta gezen ataların “canları, totem alanda, doğan
çocuklarda o çocuğun canıyla vücut bulmakla animizdi atalar her an kişilerin içlerindeydiler.
Veya atalar bu gezme esnasında totemin içine girmekle, ya da bir ağaç bir kuş
bir kaya şeklinde olmakla, yine içlerinde ve çevrelerindeydiler.
Çevre gezmesi içinde grubu ve torunları gözetip koruyor,
onlara yardımcı oluyordu. İletim geçmişten
geleceğe doğru tahminleri haber vermekti. Ölmenin ve ölü olmanın amacı buydu. Ölme dedikleri durum, ataların başka şekil ve
suretle canlı olmasıydı. Korucu ataların çevrede canlı dolaşmalarıydı.
İttifak içinde doğan çocuklar da iki ayrı ilahın (totem
grubun) canından ve kanındandılar. Bu nedenle ittifakın melez çocukları, ilahın
ya da ilahların canlı kanlı gözetiminde olmakla ilahların çocuklarıydılar.
Örneğin, üreten meslek sahibi Marduk ittifakı 25 totem
grubun ittifakıydı. Marduk sembolizmi, avcı toplayıcı totem sembolizminden
motiflerle, üreten birçok meslek sahibi ilah sembolüne dönüşmüştü.
Marduk her bir grupla bir kişi (bir ilah) sayılmıştı. Bir
bileşim mantığı olan Marduğun bu nedenle 25 kafası, 50 bacağı ve 50 kolu vardı.
Marduk sembolizmi, ittifakları, ittifakı bileşimlerle artan ilahi güç birliğini
ne güzel anlatıyor değil mi? İşte totem de izole bir kolektif bileşimi
anlatıyordu.
İbrahim, Musa sembolizmi içinde görüleceği gibi bu gibi kişileştirmeler
üreten kolektif ittifakları özel mülk kılmakla kolektif alanı dağıtan; özel
mülk sahipliğini yansıtmakla şimdinin hikâye anlatıcısı olan kişilerdi. Marduk
ittifakın bileşimiydi. Bunlar kolektif ittifaktan kovulanlardı. Zamanlar içinde
zamana göre anlayışların eklem ve çıkarımlarıyla oluşmakla, şimdinin
meşruiyetini anlatan hayali kişiliklerdi.
13/ 3
Artı ürün veren gelişmiş kolektif ittifaklar içinde kolektif
kapasiteyi (ortaklığın biriken varlığını) rızk saçma diye özelleştiren
sahiplenmeler için kurulan ve mal-mülk sahipliğini gözeten tuzaklar nedenle;
kolektif yapılar parçalanacaktı.
Bu parçalanmayla birlikte kişiler üzerindeki kolektif
sigorta ya da kolektifçe sağlatılan yarın güvencesi de kalkacak ve
parçalanacaktı. Kolektif miras (kolektif kapasite-kolektif yapabilirlik te)
kimi seçkin kullar için dokunulmaz bir miras ve rızk takdirine dönüşecekti.
Böylece rızk takdiri ile dokunulmayan, kutsal bir mülkiyet
kavramı ortaya çıkmıştı. Kolektif kapasitenin kişiye mülk olması mutlak monarşiyi;
maldan, mülkten yoksun aile ve köleleri ortaya çıkarmıştı.
Rızk takdiri nedenle yoksul kılınan çekirdek aileler
çocuklarına köleliği, sefaleti miras bırakırken, kutsal mülk sahibi zengin
aileler de çocuklarına özelleştirilme yoluyla edinilen serveti miras
bırakıyordular.
Avcı toplayıcı zamanın koruyucu gözetici ligini ifade eden
söylem canlıca (animizdi) mana anlayışıdır. Cisim can taşıyordu ve canlıydı. Canı ile
değil cismi ile görünen animizdi kutsayış, üreten yapı içinde El mana anlayışı
oldu.
Animizdi El mana anlayışı kolektif zenginlikleri kimi
kişilere (El mana anlayışını ortaya
atanlara) rızk diye dağıttı. Böylece El mana anlayışı fakirliğin, sefaletin
gözetimini, zenginlerin tasaddukları üzerinde bıraktı. El, Yahova gibi mal müsadere
eden ganimetiydi. Elohim gibi acıyan dulu, yoksulu koruyandı.
El animizmi, El-Yahova gibi hem tehdit ediyor; hem El-ohim
gibi ödül vaatlerini sıralarken Hamurabi gibi, Sargon gibi, İbrahim gibi aracılar
ağzıyla konuşan yeni anlayışla bunlar canlı (hay) olan yeni sürüm totemlerdi. Güya
bunlar konuşmuyor El bunlara söyletiyordu. Atalar da toteme söyletiyorlardı.
Özelleştirilen mülk sahipliği içinde sevgi (aşk) beraberliği
yerini, miras bırakan; mal mülk evliliklerine dönüşmüştü. Kolektif güvenceler
ana baba mirasına, ana-baba güvencesi ile ana-baba zenginliğine dönüşmüştü. Sistem
sadece mal mülk parçalanmasıyla kalmamıştı, kolektif alanın tüm sigorta
güvencelerini de parçalamıştı. Kolektif garanti ortada kalkmıştı.
İşte ana baba evliliğinden doğan ana baba sahipli çocuklar,
büyük kolektif gövdeden parçalanan ailelerin itilir kakılır velayet çocukları
olmuştular. Başlangıcın kolektif referansı olan “kolektif miras” ve “kolektif
mirasın güvence koruması” şimdi en küçük aile birimi düzeyindeki eşitsizliğe
gerilemişti.
13/4
Eşitsizlik nasıl doğmuştu? Eşitsizlik neydi? Başlangıç, kolektif referansla başlamıştı. Başlangıç
koşulu kolektif güç ortaya koydu. Tüketilenden
fazla kolektif birikim ortaya koydu. İşte El kendi seçkinlerine bu kolektif
kapasiteyi rızk diye, özel mülk diye, şans ve kader takdiri diye verdi. Eşitsizlik
kolektif alan dediğimiz kamusal alanı özelleştirmenin parçalanmasından
doğmuştu.
Eşitsizlik bir biyolojik eşitsizlik, ya da biyolojik
eşitlik, cinsel eşitlik değildi. Doğada sağlama ve üretme üzerinde kolektif
emek gücü birliği içinde herkese yetenek ve ihtiyaca göre paylaşmaydı. Eşitlik
geri bağlanım referanslarına dayalıydı. Grubun çalışamayan yaşlısı ve çocuk
aiti olmak ile mutlaka karşılıklı gerektirme olan kolektif çalışma gücüne yetenekler
oranında katılımla gerçekleşiyordu.
Bu bağlamla eşitlik sağlatan, üreten “kolektif katılımlı
kolektif sonuçlar üzerinde herkesin yeteneğine göre çalışma edinimi ve yeteneğine,
ihtiyacına göre pay almasıydı. Bu başlangıcın şimdiyi ortaya koyan inşa olmakla
kolektif mirastır. Süreç buna göre düzeltilip, hataları çıkarılıp yeni eylem
alanları bu temel referansa göre açılır. Sürecin içinde temel referanslar
bozulmadan özel alanlarda olmalıdır.
Kolektif tutumla kolektif gücü ortaya çıkaran başlangıca dek
süredurumlar gerçek bir tarihsel olgu ve tarihsel bilinçtirler. Eşitlik söylemi
bir tarihsel olguya, bir tarihsel geçmişe, bir tarihsel bilince ilk kez
başlayan tarihsel inşa referanslarına gönderi olup; tarihsel insanın kamucu
dediğimiz kolektif mirasa yaptığı gaspa karşı duruşun, tarih bilincine atıftı.
Parçalanan kolektif miras, kolektif yapabilirlik, kolektif birikim; şimdi, El tarafında
seçilmiş kişilerindi. El anlayışı kolektife ait kolektif gücün ve kolektif
emeğin mülk sahibi şanslı kişilere ait zilyet olduğuna (!) yoksul, sefil kişileri
inandırılmanın teolojik iknaıydı. El, kamu
gücünü mülk algısı üzerinde gasptı.
Oysa inanma dışındaki gerçekler içinde ne böyle özel mülk
sahipliği olan bir başlangıç referansı vardı. Ne tekil bir kişi kendi başına
kolektif bir kapasiteyi, kolektif zekâlı, kolektif bir akılı ve ne de kolektif
gücü ortaya koyabilirdi. Mülk sahibinin kullandığı her şey özelleştirilen kolektif
(kamu) kapasitesiydi.
Yığınlar kolektif yapabilirlik olanaklarından yoksun
bırakılmakla, kamu olanağı yoksunu muhtaçlardı. El muhtaçları duyan, gören,
gözeten, bilen bir mana gücü olmakla animizdi bir yaklaşımla bir kişinin görünmeyen
ikincisiydi. İki kişinin görünmeyen üçüncüsü vs. olup, kişilerin kontrol eden
canlı güçtü.
Kolektif parçalanmadan doğan tüm çelişkiler illüzyonlarla tarif
ediliyordu. Bu çelişkilere muhtaçlığın
nefsi, yoksulun imrenmesi, o da El ‘in kulu gibi söylemlerle yumuşatıyordu. Böylece
gaspların ortaya koyduğu muhtaçlığın nefsi ve yoksulun öfkesine karşı yine
hayali algı üzerinde ödüllü bir sadaka, zekât özendirmesi icat edilmişti.
Kolektif mirası gasp eden gerçekliğin üstünü örtmek için, muhtaçların nefsi
diye bir gerekçe uydurulmuştu.
Totemin çocukları ve ilahın çocukları olma denklikleri
karşısında şimdi soylu olmayan köleci ana babanın çocukları olmakla sefaletin
çocukları ve sefaletin kullarıydılar. İnsanlar neden böyleydi?
13/5
İnsanlar böyle değildi. İnsanlar zengin ve yoksul kılınmayı kontrol
eden bu güç karşısında insanı edilgen kıldılar. Efendi karşısında kulluk edilgeni
zaten teslimiyeti. Teslimiyet te “teslim olanların ilkiyim” deme övüncünü ve
ödüllenme takdirini bize telkin ediyordu.
Yine El mantıklı telkin içindeki teslimiyet; tevekkül
etmeyi, yani her şeye boyun eğmeyi ve her şeyi kader kapsamında başa gelenler
olarak kabullenmeyi gerektiriyordu.
Bir insanın başına yıldırım düşmesi, bir insanın düşerek
kafasını kırması, bir insanın çeşitli coğrafya alanlarda farklı kişilerde
doğması vs. başa gelen ve bizim bilgimiz dışında, bizim bilincimiz dışında;
bizim gücümüz dışında, bizden bağımsız oluşmalar olmakla, "başa
gelenlerdi".
Ama üreten ilişkiler “biz dediğimiz kolektif özneli, özgecil
ilişkinin içindedir". Üreten ilişki ve üretim hareketi kolektif güç
dışındaki bir gücün iradesiyle kolektif alan içinde, "başımıza gelmezler".
Aksine üreten ilişki ve üretim hareketi paydaşlığı kolektif
bilinçle, kolektif güce bağımlı biçimde ortaya konur. Yani kolektif üretim
bizim dışımızda, kolektif denetim olmadan başımıza gelen bir olgu değildir.
Zaten üretim ilişkisinde önce ve içinde; üretim hareketinden
önce ve içinde; üretim hareketini özelleştiren köleci algıdan önce, rızk veren bir kader anlayışı yoktu. Örneğin,
groteski yaşamlar da, totemiler de rızk veren bir kaderi bilmezlerdi. Totem de
zaten rızk vermiyordu.
İşte başa gelen kader aldatmacası bizim bilincimiz ve bizim birbirimize
kolektif birim zaman üzerinde kolektif emek bağımlılığımız olan, kolektif
bağlarla ortaya konur. Yani üretim ilişkisi, üretim hareketi, kolektif emek toplumun
öznesi dediğimiz "bizim dışımızda, bizim başımıza gelen edimseller değildi".
Aksine Türkçedeki bencilliği güden el organı anlamıyla başımıza gelenlerdi.
El organı marifetli eylemler, Ortadoğu’da El mana
anlayışının söylemine dönüşmüştü. El mana anlayışıyla Türkçemizdeki eli
karıştırmamak gerekir. Ortadoğu’daki ve dinlerin kökenindeki El mana
anlayışının Türkçemizdeki karşılığı "Baydır". "İl baydır".
"Bay erkidir (monarşidir)".
Efendi karşısında maraba, ya da köle neden sefildi? Çünkü El öğretisine göre ya da El
ideolojisine göre veya El inanmasına göre; insan yerine mülk sahibinin kul (kölesi)
vardı. Hem de “efendinin elinin altındakilerdi”.
Köleci ya da kuldu düzen; kendisine rızk verilmeyen kulun
sefaletini, kulun muhtaçlıklarını yönetme ve kontrol etme üzerine algılar ve
hayaller ile bilmesinler söylemli, karanlıkçı ifadelerdi. El kolektif yapabilirliği
kimi kişilere rızk diye verme işinin geçmişini “hikmetinden sual olmaz” diye
karartıyordu.
Kulluk düzeni, kolektifi varlığın şanslı seçilmiş, soylu
kişilere aktarılmasıydı. Başka şey beklenemezdi. Zaten kolektif kapasiteyi
yitirdikten sonra hayal olan bunca olup bitenler karşısında hala rızkı
beklemekti.