Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 17.09.2022
Okunma Sayısı : 577
Yorum Sayısı : 5

7 Haziran 1890’da Yokokohoma’ya vasıl olan Ertuğrul Fırkateyninin Komutanı Osman Bey ve maiyetinden bir kaç kişi, İmparator Meji’nin gönderdiği son derece şatafatlı faytonlarla Tokyo’ya, İmparatorluk Sarayına taşındılar ve 8 Haziran günü akşam saat 10.30 gibi İmparator’un huzuruna çıktılar.
Osman Bey, İmparatora getirdiği hediyelerin biri hariç hepsini önceden adamları vasıtasıyla saraya göndermişti ama Padişah II. Abdülhamit’in mektubunu ve gönderdiği nişanı imparatora bizzat kendisi sunacaktı.
Osmanlı asker ve subayları Japonya’da karaya ayak bastıkları anda öylesine bir coşku ve sevinçle, öylesine bir misafirperverlikle karşılanmıştı ki sanırsınız Japon Milleti kırk senedir hasret kaldıkları akrabalarına kavuşmuşlardı. Bu öylesine bir sevinç, öylesine bir tezahürat, öylesine bir candan bağıra basmaktı ki kelimelerle tarifi zordu.
Osmanlı heyetinde Japonca bilen hiç kimse yoktu. Esasında Osmanlı ülkesinde de Japonca bilen hiç kimse yoktu. O sebeple tam yedi dil bilen ama Japoncayı bilmeyen Osman Bey, II Abdülhamit’in mektubunu Fransızca olarak okumaya başladığı anda İmparator Meiji bir el işaretiyle susturdu onu. Daha sonra da tercüman vasıtasıyla şöyle bir ricada bulundu: ‘’ Lütfen aziz dostum Sultan Abdülhamit’in mektubunu bana kendi dilinizde okuyun.’’
Osman Bey, mektubu Türkçe olarak okudu. Mektubun Fransızca metninin bir kopyası ellerinde olan tercümanlar da Fransızca bu metinden Osman Bey’in söylediklerini Japoncaya çevirerek İmparatora sundular.
İmparator’un bu kabul töreninden sonra heyette bulunanları İmparatoriçe karşıladı ve onlara mükellef bir ziyafet çekti. Bu karşılamaya İmparatorun kendisine hediye edilen nişanı göğsüne takarak katılması harika bir jestti. Kısacası bu muhteşem karşılanma ve Japon Milletinin Türklere karşı bu sıcak ilgi ve sevgisi, çekilen onca sıkıntıyı zorluğu unutturmuştu. Hele de Japon İmparatoru Meji’nin bir beyanı Türk heyetini mest ettiği gibi İstanbul’da padişah II. Abdülhamit’i de mest etmişti.
İmparator o beyanında özetle şöyle diyordu: ‘’ Osmanlı Padişahının bana bir nişan göndermesinden, bir Osmanlı mektep gemisinin ülkemizde bulunasından, ama hepsinden çok bugün Yokohoma’da Türk Bayrağının dalgalanmasından sonsuz bir gurur ve mutluluk duyuyorum.’’
Evet... Her güzel şey gibi bu güzel günlerin de sonu vardı elbette. Ertuğrul vazifesini hakkıyla yerine getirmişti ve artık dönmesi gerekiyordu. Ancak bu öyle hemen gerçekleşebilecek bir şey değildi zira rüzgarlar yine ters yönden esiyordu.
Osman Bey, Bahriye nezaretine bir telgraf çekti ve özetle Güney rüzgarları sebebiyle Ertuğrul’un kendisine çizilen ilk hedef olan Aden Limanını bir tarafa bırakın, Singapur’a ulaşmasının bile mümkün olmadığını, Ekim ayına kadar Japonya'nın Hyogo, Nagasaki, Çin’in Şanghay gibi limanlarına uğrayarak, oralarda birer ay kalındıktan sonra rüzgarların yön değiştirmesi neticesinde uzun geri dönüş yolculuğuna çıkılmasının en doğru karar olduğunu yazdı.
Bahriye nezareti bu sefer gecikmeden durumu padişaha iletti. Padişah II. Abdülhamit, sağ salim Japonya’ya kadar gidebilmiş olan bir geminin aynı şekilde sağ salim Japonya’dan dönebileceğini düşünmüş olmalı ki 14 Haziran 1890’da emri patlattı: ‘’ Ertuğrul daha fazla oyalanmadan ve gecikmeden dönüş yolculuğuna çıksın.’’
II. Abdülhamit bu emir sebebiyle sonraları çok çok fazla eleştirilse de onu böyle bir emir vermeye iten iki sebep vardı: 1- Osmanlı aleyhine yayın yapan yabancı devletlerin ağızlarını kapatmak. Yani devletin itibarı meselesi 2- Daha da önemlisi gemi mürettebatının koleraya yakalanmış olmaları.
Evet... Padişahın bu iradesine rağmen Ertuğrul öyle hemen geri dönemedi. Bir taraftan İmparator Meiji ‘’ Yahu durun! Nereye gidiyorsunuz? Daha karpuz kesecektik’’ Diyor yani bu çok sevdiği misafirlerini hemen salmak istemiyordu. Diğer taraftan özellikle bekar askerlerimiz ve subaylarımız da her günü bir karnaval havasında geçen bu güzel günlerin hemen bitmesini hiç de istemiyorlardı.
Bu arada hiç beklenmeyen bir hadise daha yaşandı. Ertuğrul Gemisi personeli arasında kolera salgını baş gösterdiğinden gemi Nagaura’da, Tahaffuzhaneye ( Karantina ) çekildi.
İşte bu karantina sırasında on iki Türk denizcisi maalesef şehit oldu ve Japonya’da toprağa verildiler.
Kısaca padişahın ‘’ Oyalanmadan geri dönsünler’’ emrinin önüne de bir sürü engeller çıkmıştı ama takvim yaprakları 13 Eylül 1890’ı gösterdiğinde Osman Bey Bahriye nezaretine şu telgrafı çekti: ‘’ Ertuğrul Fırkateyni yarın ya da öbür gün Japonya’dan geri dönmek üzere yola çıkacaktır.’’
Gerçekten de yarın değil ama öbür gün yani 15 Eylül 1890’da Ertuğrul Fırkateyni 595 mürettebatıyla Yokohoma’dan Japon Halkının sevgi gösterileri arasında yola çıktı. Oysa Ertuğrul’u sıkı bir şekilde kontrol eden Japon uzmanlar, Osman Bey’e geminin kazanının adamakıllı bir tamirden geçmediğini ve bu tamir tamamlanmadan yola çıkmanın bir intihar girişimi olduğunu anlatmışlardı. Ayrıca rüzgar istikametinin geminin gidiş rotasının tersine olduğu ve çok şiddetli rüzgarların olduğu bu mevsimde yola çıkmanın da yine resmen intihar demek olduğu Osman Bey’e bildirilmişti ama Osman Bey öyle anlaşılıyor ki karada kolera sebebiyle ölmektense denizde, bir denizci gibi ölmeyi tercih etmişti. Ayrıca o devletin itibarı ve padişahın emrini de göz önünde bulundurarak oldukça zorluklarla da olsa sağ salim gelebildiği Japonya’dan gemisini yine sağ salim İstanbul’a döndüreceğine inanıyordu.
Velhasılıkelam 15 Eylül 1890’da Yokohoma Limanından bir Türk gemisi demir almıştı. Aynen Yahya Kemal’in ‘’ Sessiz Gemi’’ Şiirinde olduğu gibi.
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Devam edecek...
( 132 Sene Önce Bugün---ertuğrul Faciası---3. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 17.09.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.