Tam hayattan istifa edip kuş misali göçecekken dünyadan cebbar bir kimlik olarak karşıma dikildi kalem.

Kaleyi çoktan fethetmişti elbet okumanın verdiği huzuru bir ömür duymuştum ve belleğime de asmıştım.

Kalender meşrebiydim ben sözcüklerin ve kitapların ve doğamda saklı mevcudiyeti yaşamak adına hayallerime de sıkı sıkı tutunduğum.

Ben göç etmeye yeltenip mıhlanmışken yerime bilemedim kimlerin kimlerin erkenden göç edeceğini.

Bir göç mevsimi meselesi iken içimi tırmalayan ama bilemedim asla da bilemeyecektim mevsimin öç mevsimi olduğunu.

Kuruyan dudaklarımdan dökülen ıslak sözcükler gözümün yaşının da eksik olmadığı ve nice insanla kesişecekti yolum keza kesişti de tıpkı bir ömür tanıdığım herkesin beni artık tanımazdan geldiğini görüp kendimi didikler ve suçlarken adeta bir batağa saplanmıştı yüreğim.

Mevsimlerde sökün eden nidalar.

Sevmekse kayıtlı iken yürekte bir ömür.

Kılıcını kuşanan geliyordu bense hep zarif ve iyi niyetli sözcüklerimi ve sevgimi altın tepside sunuyordum insanlara.

Bir düşüm yoktu benim çünkü baştan ayağa bendim düş olan ve düşün taşın bir yere varamadığım tıpkı bir ömür olduğu gibi.

Ne çok kazaya kurban vermiştim hayallerimi öncemde.

Arkadaşlarımdan tutun da hayalini kurduğum nice masal elbet kariyer odaklı bir geçişti benimki hayata.

İlk göç eden babam oldu üniversiteyi bitirip de hayata atılacakken ve ben içime kapandım sonra dışıma.

‘’Sonra içime ve hatta dışıma kapandım. Küsmek gibi bir şey. Bir çeşit gölge fesleğeni. Bir çeşit olmayan hayat. Zaten hiçbir şeyi kararında bırakamamak ve ortasını bulamamak gibi bir sorunum var benim. Epeyce göçebe yaşadım, sadece iki valizim oldu. Bir yığın insan tanıdım. Ama hep yalnızdım.’’(Didem Madak)

Sahi, sahi, bu ben miydim öncemde asla tanımadığım adını dahi duymadığım biri ile aynı yazgıyı benzer paralellikte yaşadığım?

Aynı jenerasyonun çocuklarıydık ve ikimizde de anne sevgisi tavan yapmışken…

Sevgili Didem, annesini bir kere kaybedip sonsuzluğa uğramışken ben annemi sadece bir ay içinde dört defa sonsuzluğa uğurlayıp ansızın da Tanrı ona yeniden şans verip yine gelip başucuma bırakmışken.

Annemsiz geçecek bir ömür bensiz yaşamın ta kendisiydi çünkü tüm benliğimle anneme ait idim ve bensiz bir dünyayı ilk başta ben kabullenmişken, Tanrı sadece anneme yeniden yaşama şansı tanımadı aynı olgunlukla ve merhametle beni de hayata bağladı yeniden.

Ben ki; pamuk ipliği ile bağlı olduğum hayat…

Ben ki; kalemin mürekkebi kurumadan içimi ve damarlarımı yeniden mürekkeple doldurduğum.

Hazan gelip de kapıya dayandığında bendim mutlu olan çünkü gözyaşlarım yağmura karışıp kimseye de çaktırmadan ağlamayı şerh düşmüştüm hayata.

Sevdiği kadar mutluydum mademki insan ve ben bu duyguyu herkese genelledim ve daha da çok sevdim hayatı ve insanları tek farkla:

Kendime olan uzaklığım bazen tuzak mahiyetinde içine düştüğüm bir varsayım bir kaos iken asla da çift dikiş okumamışken tahsil hayatımda anladım ki çift dikiş sevmeliydim ben: hem insanları hem kendimi her ne kadar temkinli olsam da severken ufaktan ufağa sevmeye başlamışken kendimi gök gürledi ansızın ve sandım ki; kıyamet kopmakta ne de olsa küçük kıyameti defalarca yaşamıştım içimde ve işte sona geldiğimi düşünüp bedenimden kendi isteğimle ben firar etmeyecektim madem ve ölümün sesi nasıl da huzura davetiye çıkarıyordu içinde yaşadığım iklimde ve dünyada.

Sözcüklerim çoktan seçmeli sorulara eşlik ederken…

Bense kendimi yok sayıp bilfiil kendime eziyet ederken bunu bir de meziyet bildiğim.

Bildirmem gereken çok şey vardı Tanrıya ve O; bana ve dünyaya vakit tanımıştı mademki yeniden ben de istifimi bozmadan eşlik ettim yerküreye ve insanlara.

Esen izafi bir rüzgardı.

Kestiremediğim bir de yolculuk önümde beni bekleyen.

Gözlerimden fışkıran her yaş aslında bir kıvılcımdı belki de yaşama sebebim ve işte günbegün büyüyen bir yangındım ben.

Sevgiyle sağımı solumu kolaçan ettiğim.

Saygınlığın nezdinde eşlik eden içsel yolculuğum elbet kalemdi tutunduğum ve kalemde asılı idi özgürlük bayrağı.

Hür doğmuşken ama hür yaşamama insanlar izin vermezken tek çıkış yoluydu son anda bana sunulan.

Duyumsadığım kadar mutluydum mademki bir ömür ve işte kalemin tutuşan etekleri ve ucundan damlayan gözyaşlarım.

Israrla sevdiğim ve hayal kurduğum.

Mizacıma yenik düşen insan siluetleri ve sevmem gerekenden de fazlasını seviyordum ben.

Öyle bir minvaldi ki asılı kaldığım gök kubbe.

Öylesine derin bir meali vardı ki içimde ne var ne yok süpüren mevsimin ve de rüzgarın…

Kısaca hazan gelip dayanmıştı kapıma ve Yaratan bir kere daha duymuştu sesimi elbet teslim olduğum maneviyat ölçüsünde sahibesi olduğum hayallerin de dur durak bilmediği…

Sıradan bir insan.

Belki de alabildiğine sıra dışı.

Sıra sayı sıfatlarından ördüğüm yeleği geçirmiştim işte üstüne kalemimin ve yeter ki; kalem beni terk etmesin diye söz verdim kaleme kendimi daha çok seveceğime eşlik eden Rabbin de beni sevip koruduğunun bilincinde ve yufka yüreğime kendim için de büyük bir yer açtığımın coşkusu ve kıvancı ile sıkı sıkı sarıldım içimdeki çocuğa yakamozların ç/ağrısında sızıp da kalmışken gecenin ferine eşlik eden firari yüreğimle el sıkıştığım tek gerçeğimdi Allah ve insan sevgimden sonra…

 


( Kalemin Mürekkebi Kurumadan... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 5.09.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.