Yıl
2007. Ramazan Bayramın ilk günü… Çocuklar bayram namazından dönmüş; ailecek
bayramlaştıktan sonra hep birlikte kahvaltı sofrasına oturmuştuk. Neşeli bir
şekilde kahvaltımızı yapıyorken zil çaldı. Pencereden baktığımda gelenin komşumuz
Münevver Hanım olduğunu gördüm.
Yan sokaktaki çöplüğün yanında bir kedinin
doğum yapmaya çalıştığını fakat saatlerdir kıvranmasına rağmen yavrularını doğuramadığını
söylüyor, benden yardımcı olmamı istiyordu. Apar topar aşağıya indim. Sözünü
ettiği çöplüğe gittik birlikte.
Kedicik gerçekten de çok zor bir durumdaydı. Konteynırın
dibinde yarı baygın uzanmış inliyor, yalvaran gözlerle bizden medet umuyordu. İlk
iş olarak onu daha temiz olan kaldırıma çektim.
Yavrulardan birinin kolunun dışarıya
çıkmasından, doğum sancıları çektiği lâkin doğumu başaramadığı belliydi. Yavruyu
çekip çıkarmaya kalksam kolu kopabilirdi. Münevver Hanımın ahlayıp vahlamasına
kulaklarımı tıkayıp ne yapmam gerektiğinin muhasebesini yapıyordum ki meraklanıp
yanımıza gelen oğluma evden kedi sepetini getirmesini söyledim. Az sonra kediyi
dikkatlice sepete koyup eve döndük.
Kediciğe
evde müdahale etme imkânımız yoktu. Telefon rehberimde kayıtlı veteriner klinik
numaralarını tek tek aradım. Maalesef, bayram dolayısıyla hepsi kapalıydı. Keşke elimde içlerinden birinin cep telefonu olsaydı!
Çaresizlik içindeyken aklıma kartvizit cüzdanıma bakmak geldi ve aradığımı da
buldum. Yakınlardaki bir kliniğin kartvizitindeki cep telefonuydu. Son bir umutla
çevirdim.
Telefonu açan veteriner hekime durumu özetledim.
Kendisinin tatilde olduğunu fakat iş ortağı diğer veteriner hekim arkadaşını
telefonla arayarak kliniği açtıracağını söyledi, kediyi oraya götürüp kapısında
beklememizi istedi. Büyük oğlumla birlikte yola koyulduk.
Beklerken
iki saate yakın zaman geçmişti. Kediciğin dayanacak gücü kalmamıştı artık;
inlemeleri bile zor duyuluyordu neredeyse. Nihayet veteriner hekim geldi ve vakit
geçirmeden içeriye girip, baygın hâldeki kediciği ameliyat masasına yatırdı.
Sağa
sola bir dizi telefon açmasına rağmen, yapacağı sezaryen ameliyatında kendisine
yardımcı olabilecek birini bulamamıştı veterinerimiz. Oğlumla benden yardımcı
olmamızı istedi. Söz konusu olan bir anne ve yavrularının canlarıydı. Kabul ettik
mecburen.
Benim
görevim veteriner hekimin açtığı kesiğin her iki tarafını, kapanmaması için
aletlerle sabit tutmaktı. Oğlum ise çıkan yavruları alıp kurulayıp sıcak
tutacaktı.
Ameliyat
sırasında birkaç defa yer ayaklarımın altından kayar gibi oldu. Hekimin
tavsiyesi üzerine, kapıdan dışarıya başımı uzatıp, birkaç saniye derin derin
nefes aldım ve sonra tekrar ameliyata döndüm. Altı yavrudan üçü bu uzun sürece
dayanamamış, anne karnında ölmüştü. Son dikişler de atılırken gözyaşlarıma mani
olamıyordum artık. Oğlum benden daha metanetli çıkmıştı ve hekimin
talimatlarını dinliyordu.
Narkozun
etkisiyle baygın olan anneyi ve yavruları sepete koyduktan sonra, sıra ücret ödemeye
gelmişti. Veteriner hanım borcumuzun yüz elli lira olduğunu söyledi. Bizim ise yüz
liramız vardı. Durumu izah ettik ve cebimizdeki son parayı orada bırakıp kedicik
ve yavrularıyla eve döndük.
Bayram
dolayısıyla akraba, eş, dost ziyaretlerine gitmeyi planlamıştık. Gideceğimiz yerlere
elimiz boş gidemeyeceğimiz, üstelik kediciğin başından ayrılamayacağımız için
planımız suya düştü. Bayram sonrası çocuklar okula, ben de işe gidecektim ama
bu umulmadık hadise sebebiyle yol paramız dahi kalmamıştı.
Duruma
üzüldüğümü hisseden büyük oğlum; “ Anne, üzülme. Allah bizden daha
merhametlidir. Bire on verir.” dedi. Ben de bu sözü kalben tasdik edip,
“Haklısın oğlum.” dedim.
Bayramın
son gününe eriştiğimizde, Marmaris’te yaşayan annem ve babam, sürpriz yaparak
evimize geldi. Kucaklaşıp, öpüşüp, hasret giderdikten sonra annem elindeki bir
tomar parayı bana uzattı. “Anneciğim, bu ne şimdi?” diye sorduğumda, “Kardeşlerine
de aynısını verdim. Al; bu da senin hakkın. Bir ihtiyacını giderirsin.” dedi. Şaşkınlık
içinde saydım. Tam bin lira! Kediye harcadığımız yüz liranın on katı para…
Oğlumun
dediği çıkmıştı. Merhametin hakiki sahibi yüce Rabbimiz, en cömert olanın yine kendisi
olduğunu göstermişti bizlere. Hamdolsun.
Mücella
Pakdemir