Hüznün tarifesi ve zamlanmış mizacı
bir o kadar eklenmişken sayısız zan.
Haz etmediğim gerçi somut anlamda bir
çıkarım yapıp ispat edemeyeceğim ama…
Dileklerim ve çiçek mizacımdaki
dikenlerim ve işte hayata bir çiçek olarak şerh düştüğüm bu bağlamda kırılmak
çok çok olası ve insanlar için de çok kolay dalımı kırmak ama ben köküme sadık
olduğum kadar çiçek mizacımdaki dikenleri ve çuvaldızı illa ki kendime
batırıyorum.
Aktarma yaptığım bir otobüs belki de
hayat üstelik kaçak yolcu filan da değilim hatta ve hatta iki biletle yapıyorum
yolculuğumu.
İki ismim olduğu kadar çift mizaçlı
olduğum da su götürmez bir gerçek.
Ben gül’ üm madem ve işte yaprak
döküyorum.
Derken benden haz etmeyen kim varsa
avaz avaz bağırıyor arkamdan ve de yüzüme ama algılayamıyorum seslendikleri
kişinin ben olduğumu:
Yıldız.
Sahi ben miyim o?
Oysaki henüz dört yaşında toprağa
verilmiş Yıldız Halamın mirası payıma düşen.
Aile içinde asla Yıldız olarak
anılmam ve ben her nedense bu ismime bir ömür boyu ısınamadım.
Soğuk çok soğuk bir iklim payıma
düşen hele ki Yıldız kimliğimi kabulleneyim.
Bir o kadar ulaşılmaz ve soğuk.
Bir hayal gibi gezindiğim
gökyüzündeki Yıldız kimliğim:
Gökyüzünde yalnız gezen Yıldızlar.
İtiraz ediyorum ama yalan da değil
hani çünkü yalnızlığım tescilli diğer yandan Gülüm ismiyle kendimi bir
cennet/çiçek bahçesindeymişçesine hayal ediyorum ve bilfiil kabullenip
duyumsuyorum.
Çiçeklerim, yapraklarım ve dalım ve
köküm:
Al başına derdi.
Bir de soy ağacım iken İstanbullu ve
Çamlıca’lı büyüklerimin mekânı.
Sürekli bir şeylerin ispatlanması
isteniyor benden ve her kafadan ayrı ses çıkıyor.
Evlat.
Abla.
Arkadaş.
Yeğen.
Görümce.
İyi de ben kimim de bunca insana
yeteceğim?
A, evet, bir de öğrenci ve öğretmen
kimliğim dünde kalmış olsa bile hali hazırda savsaklamıyorum vazifelerimi.
Kendime yazar/şair deme hakkını da
tanımıyorum ve tek istediğim tüm yüreğimle, Allah katında iyi bir kul olmak.
Küllerimden doğmaksa pek farazi çok
da sıradan gerçi annem bana defalarca hayat verdi ama Süreya’nın da dediği
gibi:
‘’Önce öp sonra doğur beni.’’
Bunda da mutabık olduk madem.
İyi de ben neyi kimi doğuracağım?
Çocuk kalbimle anne olmayı asla
kendime yakıştıramadım daha doğrusu ilintileyemedim çünkü hala çocuk gibi
yaşarım ve benden çok komik ve garip bir anne olurdu işin doğrusu.
Mademki insanlar ismi ile yaşıyor.
Bende kaç telden çalıyorum.
İsmimi genelde kısaltan yakın çevrem
ve ben yine duymazdan gelirken:
Gül.
Hangi rengim hangi sıfatım ve benim
derdim ne mi?
Derdi veren Allah dermanı da veriyor
madem.
Lakin benim tüm mücadelem kendimle
bir de hayatla ve hep doğrunun peşinden koştuğum hep öğrenci cübbemle
koşturduğum: yaşarken de yazarken de olan tam olarak bu.
Kıyma makinesinde çekilen et gibi:
etim çekiliyor ve kanım bazen donup kalıyorum, bazen harlanıp ateş olup
y/anıyorum.
Ve işte itiraz hakkımı kullanıyorum.
Üstelik kim sordu bana adımı
koyarken?
Mademki babamın ilk göz ağrısıydım ve
ismimi de o koydu.
Bağdaşmıyorum da lakin Yıldız ismimle
ve bazen çocuk yaşta rahmetli olan Yıldız Halama öykünüyorum. Acı çekmeden
öldüğü için yine de yaşamak her halükarda güzel ve de mubah.
Bana malum olan duygular ispat
edemediğim ve bu yüzden her gün birkaç sayfa karalamak o şifreyi de geçici
olarak çözümleyen bir yandan da Rabbime koştuğum.
Demeyin de hani; yazmakla ne ilgisi
var maneviyatın, diye.
Öyle bir var ki, sevgili dostlarım.
Ben avaz avaz bağırırken acılarımla
beslenen insanlar tanıdım bu hayatta üstelik yakın çevremde bu yüzden sadece
Allah’tan istedim istiyorum da ve işte beni geri çevirmeyen tek Güç ki ben güç
bela yaşarken ve sevdikçe ya da umut ettikçe gücümü benden çalanlar.
Sözcükler isli.
Sözcükler yorgun.
Adımsa iki uç:
Yıldız olarak uzak olduğum bir dünya
ve de ulaşılmaz.
Gülüm olarak kucakladığım çiçek
bahçesi ve içimdeki cennetim bana yaşama sevinci ve mutluluk veren.
Sizler de isminizle yaşayın, sevgili
dostlar bense iki ismimle iki kat yorgunlukla yaşarken yazarken de dinen
sızılarımla kendimi yeniden sevmeyi kucaklamayı başarmışken…