BİR KARACAÖRENLİNİN TARİFİ 

                                         Eğitimin önemi

               1959 yılının son aylarıydı, mevsim sonbahar, köylü bir yandan harmanını kaldırıyor, bir yandan da nişanlı çiftlerin düğünlerini yapıp everiyor, ağır ağır da tandırlarda pekmezini kaynatıyordu.
               Eylül ayının ilk haftasında okullar yeni açılmış, kaynayan pekmez leğeninin başında pekmez köpüğünü parmaklayıp tadan çocuklar istemeye istemeye okulun yolunu tutuyorlar, uzun yaz tatilinin ne çabuk bittiğine hayret ediyorlardı.

               Öğretmen Yaşar Durdu'nun tayini o yıl Karacaören'e çıkmıştı. Yaşar öğretmen aslen Kırşehir’in Mucur ilçesinden yakışıklı mı yakışıklı, kara yağız bir delikanlı olup, sınıfa girdiği zaman öğrencilerin hiç de alışkın olmadığı mis gibi kokan bir parfüm kokusu etrafa yayılıyordu.
                Okul bir taş bina idi. Oyma taşlardan yapılmış, çok emek verilmiş mimari değeri olan sınıfları geniş mi geniş hem de serin tutan yapıya sahipti.  Okul altı zemin kat, üstüde sınıflar olmak üzere iki kattan ibaretti ki, alt kata okulun erzak ve yakıtı konduğundan oraya “kömürlük” denirdi. Dersine çalışmayan ve yaramaz öğrencileri öğretmenleri “seni kömürlüğe kapatırım” diye ihtar ederlerdi.
               Okul 1927 yılında köyün aydın ve ileri gelenlerinden öğretmen Habip Arıöz'ün gayretleriyle kendisine yardımcı olan köylülerce yaptırılmıştı. Öğretmen Habip Arıöz, Karacaören'de 1895 yılında doğmuş, babası ölünce annesi amcasıyla evlenmiş, gerek babalığı, gerekse üvey kardeşinden gördüğü zulme fazla dayanamamıştı. Dokuz yaşında köyünü terk ederek zor şartlarda İstanbul’a ulaşmış, tahsilini burada yapmış, zamanla dönemin padişahı 2. Abdülhamit karşıtı gizli 'İttihat ve terakki cemiyeti'ne  kayıt olmuş, kendisi gibi düşünen arkadaşlarıyla durumları anlaşılınca idam korkusuyla  Rumeli'ye kaçmıştı. Bulgaristan ve Makedonya bölgelerinde bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra padişahlığın ortadan kalktığını, Mustafa Kemal Paşa'nın Kurtuluş Savaşı’nı başlattığını öğrenince memleketine döner.

            Yurdun çeşitli bölgelerinde bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra köyüne yerleşir. Köyünden topladığı gençlerle yurdu düşmandan temizleme mücadelesine girer. Savaş bitimi Atatürk'ün Kırşehir'e gelişinde Habip Hoca orada biriken kalabalığa nutuk atar, ahalinin takdirini toplar, Ata'nın yüksek onurlarına mazhar olur. Hoca köyün ileri gelenlerini bir araya toplar, köye bir okul yapılmasını, böylelikle de herkesin okuma-yazma öğrenip cahillikten kurtulacağını uzun uzun anlatır. Köyün orta yerine okulun temeli atılır, köylü hem tarlasına, tapanına, bağına, bahçesine koşuşturmakta, hem de okulun yapımına yardımcı olmaktadır. Kağnılarla taş, toprak, tahta taşınmakta, çoğu kişilerde çocuklarının okumasıyla çiftin çubuğun ucundan tutmayacağını şehirlere gidip, işe gireceği korkusuyla okulun yapımına mani olmakta iseler de okulun yapımı bitmiştir.
                Köylünün Habip Hoca’ya güveni artmış okula öğrencilerin her gün bir yenisi eklenmekte, sınıflar öğretmen ve öğrencilerle şenlenmekte, gel gör ki arada sırada istemezükçülerin tahrikleriyle okulun bazen kapıları sökülmekte, bazen camları kırılmaktadır. Bu olaylar hem Habip Arıöz’ü, hem ona inananları, hem de öğretmen ve öğrencileri tedirgin etmekte, aynı zamanda hırslandırmakta, bozulan yıkılan yerleri el birliği ile hemen tamir etmektedirler. Köylünün okuma ve okula olan azmini bunlarla yenemeyen cahiller okulu ateşe verirler, çatısından fırlayan kızgın çiviler köyün üzerine birer mermi gibi yağmış çok yaralanan kişiler olmuştu. Bu ve bu gibi olaylar yer yer devam etse de zamanla kaybolmuştur.
                Öğrenim eski harflerle olduğu için öğrenmesi çok zor oluyordu. Atatürk'ün yaptığı devrimlerden birisi de eski yazının kaldırılmasıydı. Devrimden önce eski yazı Arap harflerinden oluştuğu için kutsal sayılıyor, yasa ile kanunlaşıp kullanılmaya başlanan Latin harflerine bu yüzden karşı çıkılıyordu. Habip Arıöz eski yazının öğrenmedeki zorluğunu, kutsal olmadığını Latin harflerini öğrencilerin daha kısa zamanda öğreneceğini öğrenci ve velilerine anlatıyordu.
                 Aradan geçen süre içerisinde her şey yoluna girmiş, okul artık mezunlarını vermeye başlamış, bunların kolundan tutan Habip Arıöz babalarının karşı çıkmasına rağmen Pazarören ya da Hasan oğlan okullarına zor kötek kayıtlarını yaptırıyordu.
                 O yıllarda bu okullar kabul ettikleri öğrencileri tarımcılık, inşaat, amele ve ustalığı, hayvancılık gibi köylüye gereksinimli meslekleri öğretip mezun ettikten sonra kendi köylerine öğretmen olarak gönderiyordu. Karacaören'de eski nesiller yavaş yavaş ölüp kaybolurken yeni nesiller okul ve okumanın kıymetini bilmekte, zamanla devletin her kademelerinde yer almakta öğretmen okullarından mezun olanlar tayin oldukları köylerde bu ışığı devam ettirmekteydiler.
                 Yaşlısı, genci tüm Karacaören’lilerin eğitime olan ilgi ve destekleri zamanın Kırşehir Milli Eğitim Müdürü'nün dikkatini çekmekte, müdür bey arada sırada köyü ziyaret etmekte, hem de kendisi Pazarören'de öğretmen iken öğrencisi olup sonradan okulu bitirerek öğretmen olan rast geldiği kişilerden köyle ilgili bilgiler almaktadır. Durumu da zamanında milli eğitim bakanlığında yetkili olup sonradan emekli olan Hakkı Tonguç'a arada rapor etmekte, kendisinden bu köye Yapı Sanat Okulu ayarında bir okulun yapımı için fon ayrılmasına yardımcı olmasını talep etmektedir.
                 Müdür dediğini yaptırır, 1958 yılında gelen parayla okul ve bunun yanında öğretmen lojmanları, yatılı öğrenciler için yatakhane çok kısa bir zaman içerisinde yapılır fakat siyasi polemiklerden dolayı bunun arkası gelmez, ülkede atmış ihtilali ile hükümet değişikliği olur bu yüzden okulun tüm işleri askıya alınır, sahipsiz kalan okulun kapısı penceresi ve işe yarar enkazları köylülerce pay pay edilir.

                  İlkokulun yapıldığı 1927 yılında çevre köylerde okul olmadığından elinde imkanı olan aileler çocuklarını Karacaören'de bir yakınının evine yerleştirip okutma yoluna gittiler. Bugün Karacaören öğretmen ocağıdır. Aradan geçen yıllar içerisinde bu öğretmenlerin çocukları ile bunlara özenen diğer köylü çocukları çeşitli branşlarda devletin en üst görev kademelerinde yer almışlardır. Karacaören’li okumak zorundaydı çünkü  arazi yok denecek kadar az ve çıkan mahsul karın doyurmaz, pek öyle ahım şahım zengini olan bir köy değildi.
                  Şimdi okulu “öğrencisi az” diye kapanıp taşıma sistemi ile eğitim mücadelesi veren Karacaören'de o yıllarda öğretmenler çok sevilip sayılır, onların yoğurdu, sütü, yumurtası, yakacağı bir karşılık beklemeden karşılanır, birer evlat muamelesi görürlerdi.

                 Havalar soğumaya yüz tutmuş, artık kalın giysiler giyilmeye başlamış köylü öğretmenine ne kadar sahiplense de, ana yüreği uzaktaki evladı için yanar tutuşur, ona bir şeyler sunma telaşına girerdi.

                 Öğretmen Yaşar ne kadar büyürse büyüsün öğretmen olsun, baba olsun, ne olursa olsun o yine de anasının yanında daha kundaktaki çocuktu. Anası  günün birinde  babasına  “kalk git de çarşıdan biraz iplik al, Yaşar'ım gurbette belki üşür, ona kollu bir kazak öreyim de sende onu götür giysin” der.
                Adam denileni yerine getirir, kadıncağız az gören gözleriyle zor da olsa kazağı örüp bitirir.
                O yıllarda Karacaören'e ulaşım zor şartlar altında oluyor. Şimdiki gibi yol bel olmadığından Kervansaray Dağı’nın rızası olursa at arabalarına yol verir, ulağım genelde at ve eşeklerle sağlanırdı.  Bir gün Yaşar'ın babası damadını eve çağırırı, “oğlum minibüse bin Kırşehir’e git gördüğün bir Karacaörenliye kaynananın ördüğü kazağı ver, dönüşte de Yaşar'dan iyi haberler getir” der.

                Kış o yıl erken bastırmış, her yer bembeyaz kesilmiş, ortalıkta deli bir poyraz ve akabinde soğuk insana göz açtırmıyordu.
               Kırşehir’e gelen damat bırak Karacaören’liyi bulmayı neredeyse ortalıkta gezinen insan görünmeyecek kadar azdı. Sağına soluna bakındı tanıdık kimse de gözükmüyordu. Dışarı ikindine yaklaşıyor ‘Mucur'a nasıl dönerim’ telaşına düşmeye başlamıştı bile. Beri öte şehri dolaşıyor bir yandan da öyle üşüyordu ki birden karşıdan gelen Dalakçılı öğretmen Alim Şahin'i görünce dünyalar onun oldu. Hoş beşten sonra durumu Alim Hoca’ya anlattı.
              Alim Hoca “eğer aklında Karacaören'e gitmek varsa bunu hemen aklından sil, çünkü kardan yol bel kapalı, biliyorsun kara kış bu yıl erken bastırdı”. Alim Şahin’i bir süre dinleyen damat, “Hocam öyleyse Karacaören'e ben bu paketi nasıl göndereceğim, vallahi kaynanam beni eve koymaz” deyince o anda muzip bir yapıya sahip olan Alim öğretmenin beyni birden dank etti,  aklına bir cinlik düştü. “Yeğen ben sana yine de bir Karacaören’li tarif edeyim de sen boş yere dolaşıp vakit öldürme oğlum, hanın önünde, fırının önünde, elinde değnek, önünde eşşek, iri yarı, abel şabel, şabel abel, kafası büyük şapkası güççük  birini görürsen bil ki, Karacaören’lidir”. Alim Hoca bıyık altından gülerek oradan ayrılırken “şayet Mucur’a gidemezsen akşam eve buyur” demeyi de ihmal etmiyordu.
              Damat denilen yerlere bir bir bakarken karşıdan gelen tarife uygun bir adam gördü.  Selam verip toka yaptıktan sonra “amca ben bir Karacaörenli arıyordum Allah seni karşıma çıkardı! Kaynıma şu kazağı gönderec” lafı ağzında yarım kaldı. “Vallahi oğul ben Dalaçı’lıyım”.

NOT: Ben bu öyküyü yazarken rahmetli Yaşar öğretmenimden bilgiler aldığım da “Alim Hocanın şakaları” demişti… Öyküyü; kişileri küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.

ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR   GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR 29 09 2011

 

( Bir Karacaörenlinin Tarifi başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 30.07.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.