BUNLAR İNSAN MI DA, PAZARCI!
Süleyman Konya Kulu pazarına
gidecekti, orada satacağı çeşitleri bıkıp usanmadan zevkle minibüsünün
tereklerine yerleştirirken eskileri de düşünmeden edemiyordu. Babası Mahmut
kendi köyünde iş bulamayınca bir başka köyde bir ağanın çobanına çeltek durur,
zamanla çobanlığa kadar yükselir. Gerek işine ve sözüne sadık oluşu, gerekse
kimsenin malında namusunda gözü olmayışı ağanın ve köylülerin hoşuna gider.
Askerliğini yapmış ve kendi köyünde kimsesi olmayan bu genci ağa köyün güzel
kızlarından Hacer’le everdikten sonra kalmaları için de kendilerine bir ev
tahsis eder.
Hacer kadın evine işine bağlı
çalışkan birisidir. Muhannete muhtaç olmamak için kocasıyla beraber var gücüyle
çalışır. Ailenin zamanla üç oğlan iki de kız çocuğu dünyaya gelmiştir. Hacer
kadın her ne kadar o köylü olsa da kocası başka köyden olduğu için ailesi kendi
köylülerince dışlanmakta, yerine göre ara sıra çekemeyen hasetler tarafından maddi
ve manevi zararlara uğratılmaktaydılar.
Mahmut ve Hacer kadın bütün bu
olanların farkındaydılar, çocukları köyde kalırlarsa büyüdüklerinde kendilerini
dışlayanlarla dövüşüp başlarına bela getirebilirlerdi. Şehirde bir ev tutup
ilkokulu önceden bitiren Oktay’ı, sonra da diğerlerini okutarak devletin
yakasına bir iş için yapışmasını hesap ederler. Evdeki hesap çarşıya uymamış,
Oktay bir yolunu bularak Almanya’ya turist gidip orada kaçak çalışırken Murat
ise araya girenlerin sayesinde bir okulda hademe olarak işe başlamıştı.
Süleyman bir yandan çeşitleri
dizerken bir yandan da o eski günleri yad ediyordu. Okumaya okumuştu ama henüz
bir işe girememişti. Bir tanıdığın kefil olmasıyla bir pazarcının yanına işe
girmiş zamanla işin tüm inceliklerini öğrenmişti. Lise yıllarında tanıştığı
Selma ile evlenip çoluk çocuğa karışmış aza kanaat edip gül gibi geçinip gidiyorlardı.
Pazarcı da çalışırken bir yandan
da el altından iş arıyordu. İşi kim yitirmiş ki o bula, iş aslanın ağzından midesine
inmişti. Ne mümkündü onca torpillinin arasından bir yere kapağı atıp iş güç
sahibi olmak.
Pazarcıdan aldığı maaş evin
geçimine yetmiyor, bunun sıkıntılarını çalmasını sonradan öğrendiği sazına
dökerek dile getiriyordu. Bu böyle olmamalıydı, istemeyene kimse meme vermezdi.
Ağabeyi Oktay ve dayısı Haşim’den rica minnet aldığı üç beş lira ödünç
parayla kendi adına pazarcılığa başladı. Bir pazarcının minibüsüyle belirli bir
ücret karşılığı yıllarca bıkıp usanmadan kurulan pazarları dolaşarak evinin
geçimini temin ederken çalışkanlığı ve dürüstlüğü sayesinde sevilen sayılan
pazarcıların içinde adı geçer olmuştu.
Allah kuluna yeter ki “yürü
desin”, kısmeti açılsın hele, bak o zaman sabırla her şey nasıl yoluna giriyor,
çarklar yerine oturuyor. Kiraladıkları minibüsün sahibi bir türlü paraya
doymuyor, devamlı onu bunu bahane ederek taşıma ücretine zam yapıyordu.
Süleyman biriktirmiş olduğu birkaç lirasıyla birazda borçlanarak işini
görebilecek ikinci el bir minibüs satın aldı. İçini de işinin ehli bir ustaya
güzelce dizayn ettirdi.
Kırşehir pazarı başta olmak üzere gidecekleri
pazarların belirli bir açık olduğu günleri vardı. Öyle her pazara gitmeyip
getirisi olanları takip ederlerdi. Bu pazarlardan akla gelenler Konya Kulu,
Kozaklı, Mucur, Boztepe, Kaman, Çiçekdağı,
Yerköy, Sarıyahşi, Şefaatli, Aksaray, Koçhisar, Panlı, Ortaköy, Hasandede,
Bâla, Keskin gibi komşu illerin ilçe pazarlarıydı.
Pazarlar; sebze meyve, süt yoğurt yağ, hırdavatçı, tuhafiyeci, tavukçu, baharatçı,
bakkal, kap kacakçı, çanakçı, testici, yorgancı, kumaşçı, yüncüler gibi
saymakla bitmeyen bölümlerden oluşurdu.
Süleyman sevilen sayılan bir kişi
olduğundan haliyle minibüsün taliplisi de çok oldu. O herkesi değil de insan
gibi insan olanları tercih ederek kadrosunu tamamladı. Genelde alacağı yolcuları
tuhafiye, hırdavat işi yapan esnaflardı.
Yıllardır aynı işi yapıp duruma
alışkın olan esnaf arkadaşları pazara çıkılmadan bir gün öncesi akşamdan
pazardaki satacakları çeşitlerin eksiklerini tamamladıktan sonra
tezgahlarındaki varsa kırık dökükleri tamir ederek gidecekleri pazarın
Kırşehir’e olan uzaklığına göre önceden ayarladıkları bir saatte Süleyman’ın
minibüsüyle gelip tek tek kendilerini evlerinden almasını beklerlerdi.
Süleyman yola çıkmadan önce
pazarcı arkadaşlarının tezgahlarını bagaja, matahlarını da ön koltuğu hariç
bütün koltukları sökülmüş minibüsün içine doldurduktan sonra herkesin merakla
beklediği ön koltuğa oturacak iki kişinin kurasını çekerdi. Kurada çıkan iki
şanslı kişi sevinçle koltuklarına otururken diğer pazarcılarda minibüsün
içindeki matahların arasına perişan bir vaziyette istiflenirlerdi.
Süleyman bir besmele çektikten
sonra içerdekilerin de duyacağı bir şekilde ”hayırlı yolculuklar arkadaşlar,
Allah kazadan beladan esirgesin” diyerek aracını hareket ettirirdi.
Onun en büyük korkusu trafik
polislerinin kontrollerine takılmaktı. Pazar takip ettiklerinden dolayı boş
zaman bulamadıklarından doğru dürüst aracın elektrik aksamındaki
arızaları tamir ettirememeleri, zamanında aracın muayenesinin yapılamaması,
sigortasının yatırılamaması gibi bir sürü sorunların yanında yasak olmasına
rağmen matahların arasına istiflenmiş vaziyette insanların orada taşınması ceza
getiren sebeplerdi.
Kırşehir trafik bölgesinde böyle suçlardan
dolayı yakalansalar bile içlerindeki tanıdık bir kaç polis memurunun bunlara
göz yummasıyla durumu günü birlik geçiştirdikleri olsa da bunlar kalıcı çareler
değildi.
Aksaray Almancısı bol olduğu için
pazarda tezgah açanların yüzünün güldüğü Niğde ilinin bir ilçesiydi. Oraya tezgah
açmaya gelen komşu illerin pazarcıları pazarın açılacağı günü sabırsızlıkla
dört gözle beklerlerdi.
O gün Pazar yeri ‘iğne atsan yere
düşmeyecek’ cinsten kalabalıktaydı. Diğer esnaflar gibi Süleyman’ın ekibinin de
bol ve bereketli satışla, ceplerinde biriken parayla yüzleri gülmüş
neşelerinden adeta yerlerinde duramıyorlardı. Karınlarını pazardaki ekmek arası
köftecide doyurdular, matahlarını minibüse eksiksiz doldurup yapılan kura
çekiminden sonra evlerine dönmek için hareket ettiler.
Aksaray Ortaköy istikametinde
Kırşehir’e doğru yol alırlarken önü görünmeyen bir viraja girdiklerinde polis
çevirmesine takılmış araçları gördüler.
Beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Bir müddet sonra kontrol sırası
kendilerine gelmişti. ‘Bu işten nasıl sıyrılırım’ hesabında olan Süleyman
görevli memurun “ehliyet, ruhsat “ demesiyle kendisine geldi.
Görevli memur “sağ fren lamban ve
sol sinyalin yanmıyor bunları yaptır” dedikten sonra minibüsün ön hariç bütün
camlarının kağıtlarla kapatılmış olması dikkatini çekmiş olacak ki “aç bakalım
arka kapıyı birader, esrar eroin mi saklıyorsun görelim.
Süleyman’ın korktuğu başına
gelmişti, ne kadar bitmez bahaneler uydursa da polis memurunu dediğinden
döndürememişti. Süleyman’ın arka kapıyı açmasıyla sekiz on kadar kişiyi
istiflenmiş halde gören memurunun adeta aklı başından gitmiş, hayretten gözleri
bir anda yerinden fırlayacakmış gibi olmuştu. Kendisini biraz toparladıktan
sonra şaşkınlığın verdiği titrek bir sesle “bu insanların hali ne kardeşim” diyebildi. Hazır cevap Süleyman yarı
gülümser bir ifadeyle “bunlar insan mı
da, hepisi pazarcı efendim” dedi.
ERDOĞAN
ÇALIŞKAN 19 06 2022 KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN