Renklerim var benim, baba
alabildiğine sakin bir iklime öykündüğümü sana söylemeden çekip gittin ve o
ağdalı bahar akşamı nazenin varlığına son bir kez sokulmadan göç ettin bizden…
Meylettiğimdir mevsim içi seni dışı
beni yakar misali…
Mealimse hüzün, babam: sökün eden
kırlangıçlar var karşı bahçeden ve hırpani yüreğim sözcüklerle ördüğüm saçlarım
var kızıla çalan ve gecenin arka bahçesindeyim ben de tıpkı yattığın kabre
kendimi yakın hissettiğim.
Azımsanan varlığım ve hayallerim hani
seninle söyleştiğimiz uzun yaz akşamlarında heybeme tıktığım nasihatlerine hala
sadığım…
Sandukamsa sarı.
Sarmalında sevginin benim yitip giden
çınar ağacım ağaran saçlarım oysaki ben hala senin küçük kızınım.
Deştiğim mi?
Devşirdiğim mi?
Yoksa kırdığım potlar mı baba sevdikçe
kendimden uzaklaştığım meğerse ben sevilmesi gereken ilk kişiymiş bunca insanın
da tartakladığı…
Alabildiğine yalnızım.
Olabildiğince çalışkan ve azimli ve
yıktığım putlar yakardığım Mevla’m bir nebze de olsa yakınında olsaydım keşke
senin.
Duvarlarımız ince aslında insanlar
saklı duvarların içinde meğerse duvarların da kulağı varmış sen gittin gideli
aşırdığım çikolata tadına hayat ara sıra olsa olsa kendi çekmecemde saklı yine
haiz olan benim çikolata tadında her sözcük bilir misin?
Nazenin fıtratımda saklı gizem senin
dahi bilmediğin yeni dertlerim var ve elini bıraktığın kader arkadaşın olsa da
annem şimdilerde çınarım asıl benim anneme sahip çıkması gereken…
Gevrek gevrek gülüyor insanlar en çok
da gözlerim yaşardığında bu yüzden onlar yeşerdiğini sanıyorlar gözlerimin tam
da ağlayacakken kaçıyorum içime ve dışlandığım kadar da direnç gösteriyorum
yeryüzünde yaşayan münafık gölgelere.
Kara peçesi iblisin.
Pembeden bulutlar oysa izini sürdüğüm
ve gizimle teslimiyetim Rabbime.
Ruhumun nakkaşı sefil kalemim
bilmedim de onun kalender olduğunu bense kambersiz düğün misali harmandalı
oynuyorum gecenin köründe ve parmak uçlarımda sekiyorum bazense bir hayal olup
konuyorum göğe ve rahmetini avuçluyorum evrenin başat sözcüklerde ve baş
eğdiğim iklimde ne de olsa boynum kıldan incedir Rabbin katına her çıktığımda
geri dönmek istemiyorum ve gözlerden de gönüllerden de ırak yaşıyorum yine de
yine de…
Sevgim de dualarım da sevdiklerimle.
Daha çok sevebilecekken kendimi bunca
insanın yerine alabildiğine kızgın ve öfkeliyim kendime: ah, nasıl da heba
ettim ömrü sevmeye değmeyecek insanların uğruna…
Delişmen dalgalar var üzerime üzerime
gelen.
Sevici kuşlar var bir bir ağaçlarda
seken ve ben onları bile uzaktan seviyorum tıpkı sen de beni bizi uzaktan
severken gösteremediğin neyse özlüyorum işte en çok da söyleyemediklerim içimde
kaynayıp taşarken bunca zamanı nasıl bir başıma ve ayakta kalarak geçirdimse
sökün eden hecelerden öyküler ve şiirler derliyorum bir yandan da
dertleniyorum, baba…
Eğitimci kimliğinle kesişmişken
yolumuz.
Bir de edebiyatın göbeğinde
öğretmenlik yapan senin sayende bu denli öğrenme aşkıyla yanan ben nasıl oluyor
da pes edecekken hem hayattan hem de yazmaktan…
Bildiğin gibi değil baba.
Kalemimle aldığım yol.
Bildiğinden de öte baba çünkü ben
senin hayallerini yine gerçek kılamadım çünkü çok şey ummuştum yazmanın verdiği
heyecanla bunca şeyi yazıp da ansızın kalemim bana darılmışken ki ben zaten
küskünüm hem insanlara hem kendime üstüne üstelik kalemimin kalbi daha da
kırılmışken bilemiyorum işte ne yapacağımı.
Ara sıra anekdotlar yazıyorum ve nice
mektup hiç biri de alıcısına ulaşmadı desem bile umut ediyorum ki sahiplenildi
yazdıklarımın çoğu.
Güleç yüzüm genelde asık.
Hazan misaliyim sürekli yaprak
döküyorum.
Asma ağacı gibiyim sarmaşık misali duygularım
ve köklerim nasıl da ki sağlam ve işte halen ayaktayım Rabbin izniyle ama bir
de bana sor bu denli sıkıntıdan yüzümün akıyla nasıl çıktığımı.
Melun mahzun bazen yeryüzü ve işte
ayaklarımı yerden kesen olağan üstü duygular ve arındığım kadar da ar bildiğim
neyse ve işte elimi uzatıyorum gök kubbeye tam da avuçlayacakken mehtabı
yıldızlar çivi çakıyorlar benliğime derken gözlerimi açıyorum ve rüyam
sonlanıyor zaten sonra da unutuyorum gördüğüm rüyayı ta ki gün ilerleyip de
geceye erdiğimde elime kalemimi alıp da rüyamla hemhal olacakken…
Bu da olmuyor son zamanlarda ve üstüm
başım nasıl da pejmürde ve işte İlahi Sarkaç çalışmaya başlıyor ansızın ve
yeniden pür neşe kavuşuyorum çocukluğumdaki neşeme en azından dinmeyen sevgimle
umudumla ara sıra içimdeki çocuğu gün yüzüne çıkarıp dolaşıyoruz el ele.
Göğün katlarında kimler yaşıyorsa
artık…
İnsanlarsa akıllarına estiklerinde
beni yerin dibine soktuklarında ve sen, baba sen…
Şimdi yanımda olsaydın sen de mi
karşı çıkardın bana ve hayallerime?
Ve sen baba, şimdi yanımda olsaydın
sana verdiğim/vermediğim sözleri tutmadığım için kızılca kıyamet koparır
mıydın?
Hüznüm üstüme başıma bulaştı işte ve
ben yarının babalar günü olduğunu bir anda hatırlayıp sana yazmak istedim ve
keşke hala senin küçük güler yüzlü mutlu kızın olarak kalsaydın ve sen beni
yine hep korusaydın ne de olsa kendimim illa ki kendimi korumak zorunda olan
elbet Allah’ın izniyle ki senin kızgınlığından öfkenden beni bizi koruyan kimse
de yok iken senin sağlığında.
Üzerimde kurduğun baskı ve de:
geçenlerde annemle tartıştık bu baskı neden hala sonlanmadı, diye ve annem
reddetti bana baskı yaptığını bense yine içime kapandım aslında ben de
farkındayım nerede hata yaptığımı ve aralıksız gardımı alıp en mükemmele
ulaşmak adına çabam elbet ömrüm yeterse yine de baba…
Hiçbir şeyin tadı kalmadı son
zamanlarda.
Adı çıkan ise iyilik ve iyi niyet ve
ben adımın çıkmasına razıyım da ne de olsa birilerine öykünmek birilerini rol
model almak gibi kaygılarım olmadı asla.
Esen rüzgâra tembih ettim baba ve biliyorum
ki sana taşıyacak selamımı ve özlemimi…
Sen gittikten sonra…
Bense kendimden defalarca gidecekken…
Ah, baba, dile gelmeyen çok şey var
ve dua et ki; kalemim de terk etmesin beni…
Babalar günün kutlu olsun…