Ihlamur kokulu avluda büyüyen Gülce, sıcak bir yaz sabahında erkenden kalktı. Hayatı sorgulayan düşünceleri ve yüreği son zamanlarda olduğu gibi yine uyutmamıştı onu. Sevginin anlamsızlığını yaşayarak öğrenmişti, son zamanlarda hayatın da boş bir serüven olup olmadığını soruyordu kendine.Her insan gibi o da hissediyordu ancak sevgiye,umuda dair hiçbir beklentisi kalmamıştı. 

Sevgi hissiyle darılması ailesi haricinde kimsenin onu sevdiğine inancının kalmamasıyla başladı. Çünkü dostu sandıkları tarafından defalarca kırılmış ve diğer sevgilerin varlığını da düşünür olmuştu. Aşkın ise yalan olduğunu düşünüyordu. Yani biz insanların inanacağı duygular yalansa bu duyguları içinde barındıran hayat ne kadar gerçekti? Belki de onun hislerindendi. Hayatı omuzlarken yaptığı hatalardan dolayı acıdan başka duygu yoktu içinde. Acıyı çok iyi biliyordu. İçinde biten güvenin, umudun, huzurun en sert haliydi acı. Başka duygular da her umut ettiğinde körleşti ve onu hep yarı yolda bıraktı. İşte bunun için artık umudu da tanımaz oldu. Kırgınlıklar yaşadığı umudu içinde tutmak haksızlıktı belki de. Belki de o umut etmeyi hiç hak etmiyordu. Belki de hiçbir şeyi başaramadığı gibi duygularını da yönetemiyordu.

Susturmalıydı kendine acıyan bu sesi ve suçluluk hislerini . Sevgiyi hak etmediği için suçlu hissederken sevgiyi bulamadığı için acıyordu kendine. Suçluluk duymaktan ve kendine acımaktan kurtulamıyordu. Bu iki duygu değil miydi onu esir alan?  Kendine inancını yerle bir eden.Kendini ve hayatı sorgulatan.Bu iki duygu değil miydi ona duygulardan korkmayı öğreten. Öyleyse duyguları değil zihniyle hareket etmeliydi. 

Bunları düşünürken ıhlamur ağacının altındaki sedire kadar gelmişti. Derin bir nefes alıp, kalktı ve eve girdi. Mutfağa geçip güzel bir kahvaltı hazırladı. Ailesini uyandırdı, birlikte kahvaltı yaptılar. Sonra da hazırlanıp ilçede Çocuk Esirgeme Yurdu'nda müdür yardımcısı olduğu işine gitti. 

İşe gidince de zihnini kullanmalıyım diye düşünüyordu ancak zihni ona hayatı, Yaradan'ı, kaderi, kötülük ve iyiliği düşündürüyordu.Zihni bunlarla doluyken işine odaklanamıyor ve başına ağrılar giriyordu. Boş boş baktığını fark eden arkadaşı Nurgül  "neyin var kuzum, dalıp gidiyorsun" dedi. Arkadaşının sesiyle kendine gelen Gülce "yok, yok bir sorun yok, öyle dalmışım işte" dedi. O gün ve hergün kendini, duygularını, hayatı sorgulaması bitmedi. 

Zaten mutlu, neşeli birisi değildi. Ancak çok sevdiği Ömer'in evleneceğini duymuş ve yıkılmıştı.Bu acısına bir dayanak arıyordu. Neden Yaradan ona bu acıyı hissettiriyordu? Sevmek yüce bir duyguysa suçu neydi? Kafası karmaşıklaşıyor, uyuyamıyor devamlı nerede günah işlediğini düşünüyordu.Sevmekle günah işlenir miydi? Onu da bilmiyordu. Hayatı boyunca yaşadığı tüm olumsuzluklar bu haberden sonra aklını kurcalamaya başladı. Dostum dediklerinin onu hiç anlamayıp elini kırarak  bırakmalarından yaşamını ıskalatan tüm acıları hortladı. Bu yüzden sevgiye inancı kalmadı. Hep dostum olacak güven verecek dedikleri onu kırmışken, sevileceğim deyip sevmişken yaşadığı acılar umudunu ve duygularını duraklattı.Yaşadığı hayal kırıklığı hayatı anlamasını da zorlaştırdı.

Cevabı bulunmaz sorularla boğuşurken haberleri izliyordu. Bir şehirde sel felaketi olmuş ve bir at dereye düşmüş. O atı kurtarmaya çalışan görevlilere öyle korku ve minnetle bakıyordu ki hayvan. Aklına ,yüreğine dokundu bu görüntü. Demek ki hayata her canlıya acı vardı. Günahsız bir hayvan acı çekiyorsa acının günahla ilgisi olmayabilirdi. Belki de o da o at gibi doğal hayatın akışında hissediyor ve kaderini yaşıyordu. At da kurtulduğuna göre o da bu düşünceleri atmalıydı aklından. Bu durum ona moral olmuştu.Kaderin bir yol ayrımı ve seçim olduğunu kavramıştı.Çünkü hayatın akışında her canlı payına düşeni yaşarken kendi seçimleriyle de şekillenen bir hayat vardı. O seçim ve akış olmasa hayat hep aynı olurdu. Herkes aynı şeyi yaşardı. Düşünerek kafasını bunaltan kader sorusuna cevabı bulmuştu sonunda. 

Bir hafta sonra işe gittiğinde yurda başka şehrin yurdundan gelen Cemal ' i "anne" diye ağlarken buldu. Yanına gidip sakinleştirmeye çalıştı. O zaman diğer çocukları, onları seven ailelerinin bile olmadığını düşündü. Orada onlar sevgilerini göstermeye çalışsalar da bu çocukların sığınacağı, onları koşulsuz seven, yanında olan aileleri yoktu. 

Bu düşünceler gerçek sevginin aşk ya da dostluktan da önce insanın  ailesinin yanında olması olduğunu anlamasına sebepti. En büyük servet aile ve onların sevgisiydi.Ömer onu sevmiyordu, dost zannettiklerine kırılmış olabilirdi. Ama onu seven ailesi varken sevgiye inancının bitmesi bu çocukları düşününce haksızlıktı.Aşk olmasada olurdu. Ailesi olmayan çocukların nasıl sevgiye aç olduğunu da görüyordu. Dostluğa inancı da bu çocukların birbirine sığınan hallerini gördükçe geri geliyordu. Artık dostluk, sevgi, kader kavramlarını sorgulamıyor, kendine acımıyor ve suçlamıyordu. 

Eve geldiğinde ailesi akşam yemeğini avluya, ıhlamur ağacının altına hazırlamışlardı.O gece bir kez daha ailesinin varlığına şükretti. Gerçek sevginin aile olduğunu anladı. 

ÇİĞDEM KARAİSMAİLOĞLU 
04/2022





( Sevgi Ve Umut başlıklı yazı Çiğdem67 tarafından 6.05.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.