Namazdan sonra tekrar toplantı salonunda biraraya gelmişti herkes.

Son bölümü çekiyoruz dedi kameraman, ona göre bu bölüm hepsinden daha mizahi olmalı arkadaşlar diye de ekledi.


Alp ile Afet Kırat hanım yanyana oturmuşlardı. Bir ara uzakta oturan bir şair, bir şiiri anlatıyordu. Herkes belli belirsiz kulak kesilmiş o şairi dinliyordu. Afet Kırat hanım Alp’e döndü ve dedi; “bak bu ceviz sanatıdır” Alp anlamadım der gibi baktı, masaya baksana evladım, ha uzat bakayım ceviz tabağını. Alp şimdi anlamıştı, hemen tabağı alıp Afet ablasına uzattı. Dirsek ile böğrüne hafifçe darbe alan Alp, ne yaptım der gibi baktı, Afet ablası, yavaş ol dedi daha meyve var. Bunu duyan Alp diğer yanındaki Kul Mehmet’e döndü, “Bak buna şiirde nar sanatı derler” Kul Mehmet anlamadım der gibi baktı, Alp ekledi; sana yakın diyorum abi, uzatır mısın nar tabağını. Mehmet bey tabağı Alp’e uzattı.


Sami bey biraz sıkılmış gibiydi, hanımların arasında kalmış yegane utangaç erkek gibi, sağını dönüyordu birkaç hanım şaire, solunu dönüyordu birkaç hanım şaire, bu ince naif sohbete de iştirak etmek de zorlanıyor, ilgisini çekmiyordu. Az sonra orta boşluğa sabit büyük mikrofon hazırlandı, konuşmacılar konuşmalarını bu orta kürsüden yapacaklardı. Afet Kırat hanım cevizleri bitirmişti, tekrar son bir kez konuşma notlarını düzenliyordu.

Açılış konuşmasını Adem beyin yapması bekleniyordu fakat Adem bey konuklarla ilgileneceğim diye dört dönüyor, başını kaşıyacak zaman bulamıyor gibiydi. 

Sami bey eski kurt, ortamı iyi koklamış, durumu çözmüştü. Tek bir kağıttan oluşan notu iç cebinden çıkardı ve mikrofonun başına geçti. Ses denemesini hafif öksürerek test etti, bu öksürük denemesi tüm ilgileri üstüne çekmeye yetmişti. 

Zaten 1-2 ses deneme diye başlasa sanki düğün orkestrası gibi bir eda olur, haliyle konuklar da kendisinden konuşma veya şiir yerine galiba türkü beklerlerdi.

Sami bey bu durumu da anlamış ve masus onyedi benli Şadiye türküsünün ilk mısraları ile giriş yapmıştı, “ay bulutta bulutta, mendilim kaldı dutta”

bu mikrofon hakimiyeti davranış ustaca icra edilmiş, hitabetin başlama anı itina ile ayarlanmıştı. Şiir kadar konuşmak da bir sanattı herşeyden evvel ve bir öğretmende olmazsa olmazdı.


“Muhterem zevatı kiram” diye başladı, anlaşılan Sami bey bugün şiir gibi konuşacaktı. Halk Edebiyatı ile girmiş işte sonrasında Aruz’a geçiş yapıyordu…


Çay bardaklarının kaşık sesleri, çatal sesleri ile ortamı yine şöyle bir süzmüş. Herkes bardaklarını tazelesin de artık başlayalım dedi. Hele bana da oradan bir soda verin bakayım diye de ekledi.


Parmak kaldıran birkaç şair vardı o tarafa döndü, buyrun dedi parmak kaldıran kişiye dönerek. İtirazım var dedi, Edebiyat Evi marşımızı okumadan başlamak toplantı geleneğimize uymuyor. Sami bey içinden hasbünAllah’ü ve nimel vekiyl dedi, sonra gülümseyerek haklısınız dedi itirazı yapan kişiye bakarak. Bunun üstüne belli belirsiz bir hareketlenme oldu, kaç kişi olduğu seçilemiyordu ama ayağa kalkan duvarda asılı olan enstrümanları kaptığıyla ortaya Sami bey’in yanına geldiler.

Cümbüş tutan mı dersiniz, bağlama mı dersiniz, hatta Kul Mehmet, Nuri Baş ve Saffet Kuramaz ellerinde bendir ile yerlerini almışlardı.

Sami bey dayanamadı, kemanımı uzatın bana da dedi.

Nasıl bir marşı vardı bu Edebiyat Evi’nin böyle…

Alp’te elinde blokflüt ile yanaşmıştı mikrofon ve ahalisine….

( Edebiyat Evi Gerçekleri - İtiraflar 4.bölüm başlıklı yazı Alp.Aldatmaz tarafından 5.04.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.