Bizler “insan” olarak, üstelik “Müslüman” olduğumuz bir kimlikle, neden bu değerlerin gereğini yerine getiremiyoruz?! Sahip olduğumuz bu değerlerin gerektirdiği davranış şekli, bilgi olarak aklımızda varken neden kendimizi hesaba çekemiyoruz? “Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün” sözünü özümserken, neden  hiçbirini başaramıyoruz? Demek ki, bizim en önemli sorunumuz; “göründüğümüz gibi olamamak” mış. Aslında bu gösteriyor ki; doğruları biliyoruz, olmak istiyoruz ama başka değerlerimiz bizi rahat bırakmıyor! Yani nefsi duygularımız aklımızın önünde oluyor.

             Genel itibarıyla yerine göre yelken kullanıyoruz. Yoksa bu düzende böyle mi olmak gerekiyormuş? Öyle ya, ummanda yol almak istiyorsak rüzgâra göre yelken kullanmak gerekir, aksi halde yol alamayız, hatta batabiliriz de...

 Peki, yerine göre yelken kullanmak hedeften vazgeçmek anlamına mı gelir? Yani doğru hedefe gitmek isterken vazgeçmek mi? Hakk’a yol alırken şaşmak mıdır?

 Hayır, gelmez. Çünkü inancımıza göre  “yalan” en önemli günahlardan, yanlışlardan ve yasaklardan biriyken bazen öyle durumlar olur ki adeta sevap yani bir gereklilik arz eder ve kazanımları ile doğru hükmünde olur. Demek ki burada önemli olan hedefmiş. Ama “özünden kaybetmeden” varılacak bir hedef. Yani niyetimiz ‘Hakk’ olmalı. Yani hedefe doğru yol alırken bazen önümüze birtakım engeller çıkar ve yönümüzü geriye çevirmek zorunda kalabilmek ama bu demek değildir ki vazgeçtik, hayır, farklı yollardan aynı hedefe varma çabasıdır bu. 

              Bir gün Peygamber Efendimiz [sav],  çok güvendiği Ebu Üneysi’yi yanına çağırır ve ona; duydum ki filanca yahudi ordu topluyormuş, bize karşı savaş açacakmış, git onun ordusuna gir, ondan görün ve onun ordusunu dağıt gel, der. Üneysi ise elbette görevi kabul eder ama Efendimize bir de soru sorar; Efendim, sizden bir müsaade almam gerekiyor, der. Efendimiz ona, ne olduğunu sorunca, Ebu Üneysi O’na; Efendim, onun yanına gittiğimde, ondan göründüğümde ona, sizin ve İslam’ın aleyhine konuşacağım, buna izniniz olur mu, der ve Efendimiz ona, başıyla “olur” şeklinde müsaade ederek sallar. Dediği gibi de yapar; yahudinin ordusuna girer, onun yanına sokulur, islamın ve efendimizin aleyhinde öyle laflar konuşuyormuş ki Yahudi komutan zevkten dörtköşe olarak kahkahalar atıyormuş!! Ve orada geçirdiği süre zarfında da her gece bir düşman komutanını öldürür, kaçar, gelir. Dönüşünde ise Efendimiz onu asası ile ödüllendirir ve onurlandırır.

        Yani Ebu Üneysi, Efendimiz’in sağ kolu olmasına rağmen gerektiğinde Peygamber’in ve İslam’ın aleyhinde konuşmuştur. Kaynaklarda anlatıldığına göre; Üneysi’nin laflarına yahudi komutan kahkahalar atarak gülüyor ve dört köşe oluyormuş!!!

            Hani bazen, konuşulması gereken yerde susmak ve susulması gereken yerde de koşmak gerekir ya... Buradan da anlaşılacağı üzere bazen, haksızlıklar karşısında da susmak gerektiği anlamını çıkarabiliriz. Yeter ki bu suskunluk daha büyük bir yanlışı önlüyor ve daha büyük bir fayda sağlıyor olsun. Eğer o suskunluk başlı başına bir yanlışa hizmet ediyorsa işte orda susmak yanlış olur. İnancımıza göre buna, “ehven-i şer” (kötünün iyisi) denir. Veya zaman kavramını düşünerek ‘o anlık susmak’ ta diyebiliriz.  

 

(mümin Sağlam)

 

( Haksızlık Karşısında Susmak başlıklı yazı OLUK tarafından 30.03.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.