OSMANLI
TOPLUMUNDA BAYRAMLAR VE ÖZEL GÜNLER—11.
BÖLÜM – NASTURİLERİN SONU
Kayıp olan bir Yahudi
kavmini aramak üzere 1835
yılında karısı ve çocuklarıyla yollara dökülen
ABD li Protestan misyoneri Dr.
Ashael Grant bu amaçla İran’a
gitmiş ama aradığı kavmi
bulamayınca İstanbul’a dönmüştü. İstanbul’da ona
böyle bir kavmi olsa
olsa Mardin’de bulabileceği söylenince o yöne
yöneldi ve en sonunda
Hakkari’nin Koçanis ( Konak )
Köyüne geldi ama burada
yaşayan esrarengiz topluluk ( Nasturiler ) de aradığı
kavim değildi. Lakin bu topluluk
Hıristiyan olmakla birlikte
o güne kadar
görmediği tipte Hıristiyan bir
topluluktu. O halde bu
topluluğu acilen Protestan
yapmak gerekiyordu ve Ashael
Grant da tüm enerjisini
ve emeğini bu yolda
sarfetmeye başladı.
Ashael Grant kısa süre
içinde bölgede etkili
olmaya başladı hatta Tiyar
bölgesinin Aşuta ( Bugünkü Çığlı ) köyünde bütün vadiye hakim bir tepe üzerinde
devasa bir misyon
evi ve okul yaptırdı.
Bu arada Nasturiler arasında ‘’
Osmanlı Devleti Tanzimat
fermanıyla sizlere bir
sürü haklar sağladı. Artık Kürt
Beylerine vergi vermeniz ve
onların her istediğini yapmanız gerekmiyor’’
Diye propagandalar yapmayı da
ihmal etmedi.
Ashael Grant’ın bu
faaliyetleri hem Kürt
Bedirhani aşireti reisi ( Aynı
zamanda Hakkari Bölgesi Emiri ) Nurullah
Bey’i hem de İngiltere’yi
rahatsız etmeye başladı ve
İngiltere bölgeye acilen Anglikan misyoneri Percy Badger’i
gönderdi.
Percy Badger Kürtlere
‘’ Nasturiler size
karşı isyana hazırlanıyorlar. Onlardan önce
elinizi çabuk tutun. Bakın
adamlar kale bile
inşa ettiler.’’ Diye
gaz verirken Nasturilere de ‘’
Osmanlı Kürtlerle birlikte
sizi yok edecek. Derhal silahlanın.
Korkmayın arkanızda biz
varız.’’ Diyordu.
Nasturilerin propagandalara kanıp
öncelikle vergilerini vermemeleri
ve Ashael Grant’ın bu bölgeye adeta bir
kale yaptırması Nurullah Bey
tarafından Osmanlı Devletine
şikayet edilmiş ve ‘’ Emir
ferman çıkartın bu
gavurların elinden silahlarını
alın ‘’ tavsiyesinde bulunmuştu.
Ancak Osmanlı Devleti
böyle bir şeye ihtimal
vermediğinden şikayeti ciddiye almadı. Lakin Nasturiler öğrenmişlerdi
ellerindeki silahların alınmasının
teklif edildiğini. Demek ki gerek Ashael
Grant’ın gerek Percy Badger’in dedikleri doğruydu(!)
Bu arada Nurullah Bey
ile kardeşi Süleyman
arasında bir aşiret
anlaşmazlığı çıkmış ve bu
anlaşmazlıkta Nasturi Patriği Mar
Şimon Auraham ( Bütün
Nasturi Patriklerine Mar
Şimon denir bunun
karşılığı Aziz Petrus’tur. ) Süleyman Bey’in
tarafını tutunca Nurullah Bey iyice emin
oldu Nasturilerin
kendilerine saldıracaklarından.
Dr. Grant kalenin inşaatını hızla ilerletirken, beri yandan Badger, Mar Şemun’a
İngiltere’nin koruyuculuğunda kendisinin başında olacağı “yeni bir Doğu
milleti” vaat etti. İşi biraz daha ilerleterek Mar Şemun’un Dêzê’de (bugünkü
Kırıkdağ) bulunan kasrına İngiliz bayrağını astırdı. Mar Şemun iyice havaya
girmişti.
Mar Şemun Auraham öylesine havaya
girmişti ki bu
gazla 1843 Haziranında Kelêtan
Köyü’nde oturmakta olan ve Peygamberimiz Hz. Muhammed soyundan geldiklerine
inanılan seyitlerden birçoğunu öldürtüp kanlı gömleklerini Bedirhan Bey’e
gönderdi.
Bedirhan Bey
çevre Kürt aşiretlerinden topladığı 9.000 Kişilik bir
orduyla Haziran sonlarında Tiyar
vadisinde Deze Köyüne girdi ve
taş taş üstünde
omuz baş üstünde
bırakmadı. Mar Şemun Auraham’ın
annesine işkence edip daha
sonra ikiye böldürdü
kadını.
Sonra yaylalara yöneldiler.
Önlerine çıkan kadın-
çocuk – yaşlı- genç kim varsa
öldürdüler. Özellikle
rahipleri ve din
adamlarını çok feci
işkencelerle katlettiler.
Bu öylesine vahşi
ve acımasız bir
katliamdı ki Bedirhan
Bey’in kardeşlerinden biri
bir gün Nasturi
kıyafetleri ile abisinin
huzuruna çıktı ve ‘’ Abi bu
kanı durdur. Bu kanı
durdurmazsan yarın bir gün gavurların
giydikleri bu giysileri
biz giyip tarlalarda
biz çalışacağız. Hiç olmazsa
tarlalarımızda
çalıştıracağımız kadar gavurun
yaşamasına izin ver.’’ Demek
zorunda kaldı.
Peki Patrik Mar
Şemun Auraham?
Patrik Mar Şemun Auraham
bu sırada Musul yakınlarında
Aşata köyünde olduğu
için katliamdan kurtulmuştu. Daha sonra o ve katliamdan kurtulanlar bir süre
Musul’da yaşadılar ve tekrar
topraklarına döndüler ama artık eski
huzurlu günler Nasturilere haram olmuştu.
Nasturiler Osmanlı nezdinde
Ermeniydi. Hatta 1864
yılında devlete baş vurarak
‘’ Biz Ermeni değiliz. Ermenilerle aynı
statüde değerlendirmeyin bizleri ‘’
Diye ayrı bir statü
istedilerse de Osmanlı Devleti
bu isteğe aldırış
etmemişti. ( Bu paragrafı
özellikle yazdım. Sebebini az sonra okuyacaksınız. )
Mar şemun Auraham’ın 1860 da ölümünden sonra
yerine Mar Şemun Ruben
patrik oldu. Onun da
1903 yılında ölümü
üzerine patriklik makamına henüz 16-17
yaşlarında bir çocuk
olan Mar Şemun Benjamin patriklik
makamına oturdu.
1915 yılına geldiğimizde Yani
Osmanlı Devleti fiilen
I. Dünya Savaşı içindeyken İngiliz Misyonerler
yine bölgede cirit atmaya başlamışlardı
ve Mar Şemun Benjamin’e Ermenilerle birlikte hareket etmeleri durumunda bağımsız bir
devlet kuracaklarını vaad
ediyorlardı.
Mar Şemun Benjamin
İngilizlere kısaca ‘’ Bir savaş
çıkarsa ve bu savaş bizim
aleyhimize gelişirse Ermenilerle birlikte
hareket ederiz’’ Dedi
ve bu dediğini de
yaparak 1915 de ayaklandı Osmanlı Devletine karşı. Bu
ilk ayaklanma aslında öyle
pek kaale alınacak
bir ayaklanma değildi ama
yine de Osmanlı Devleti 1915 deki
tehcire -en başından beri
Ermeni bellediği- Nasturileri de
dahil etti.
Mar Şemun Benjamin Nasturilere ait ne
kadar tarihi kıymete haiz nesne
varsa bunları Koçanis
Köyündeki Patrikhane’de toplatıp
daha sonra Deze köyünde
bir mağaraya sakladı ki rivayete
göre bu eserler
içinde doğrudan doğruya
Hz. Muhammed’in Nasturilere gönderdiği
bir mektup dahi bulunuyordu. ( Bu
mektubun daha sonra İstanbul’a
gönderildiği iddia edilse de
aslına rastlanılamamıştır.)
Evet Nasturiler bu sefer
o dönemlerde İran Hakimiyetinde
olan Azerbaycan topraklarına
girdiler.
1917 ye kadar bu
topraklarda Ermenilerle haşır neşir
bir hayat sürdükten sonra Rusya’daki Çarlık rejiminden
kaçan Rus Subayları tarafından eğitilmeye başladılar
ve Ermenilerle bir
olup Azerilere karşı savaştılar.
Çok kısa
süre önce büyük
bir katliam yaşamış
olan Nasturiler – Rus ve
Ermenilerinde de yardımıyla- 1917- 1918 yılları arasında 159 gün süren
ve maalesef bizlerin neredeyse
hiç bilmediğimiz bir katliam
yaşattılar Azeri Türklerine.
Tarihler bu katliamı Cilovluk Katliamı olarak kaydetti
ama bizler ‘’ Hepimiz Ermeni ‘’
olmaktan Cilovluk katliamını
ne duyduk ne
gördük. Velhasılekelam Nasturiler on
binlerce Azeri’nin katledilmesi
olayına dahil oldular.
Nasturilerin bölgedeki hareketleri
İngiltere’yi
endişelendiriyordu zira
Rusların Ermeni ve
Nasturiler üzerinde etki
kurmaları işlerine gelmiyordu.
Osmanlı Devleti endişeliydi
zira Nasturi ve Ermeniler
Türk soydaşlarımızı öldürüyordu.
İran endişeliydi zira
kendi topraklarında birileri adeta keyfince at
oynatıyordu. Öyle ki Türkiye’den sürülen
bazı Ermeniler bile
Mar Şimon Benjamin’in ordusuna
katılıyorlardı ve Mar Şimon
Benjamin adeta bir efsane
kahramanına dönüşüyordu Nasturiler ve Ermeniler nezdinde.
Olaya el
koyacak iki devlet vardı: 1- Osmanlı Devleti 2- İran
İran kendisine karşı ayaklanmış olan Kürt Şikak Aşireti reisi İsmail Simko’ya ‘’
Ya kellen ya Mar
Şimon’un kellesi ‘’ dedi ( Birinden birinin
kellesi giderse ötekinin
kellesini almak daha kolay
olacaktı.) Osmanlı Devleti de
aynı kanatteydi.
1918 yılı içinde İsmail Simko
Mar Şimon Benjamin’e
saygı dolu bir
mektup yazıp onu buluşmaya ve birlikte
neler yapabileceklerini konuşmaya
davet etti.
Mar Şimon Benjamin Azeriler’e karşı
kazandığı zaferin(!) gazıyla ‘’
Kürdü de
yola getirdik. Adam
benim üstünlüğümü kabul etti.’’
Havasında İsmail Simko’nun
Konaşehir’deki konağına geldi.
Yanında sadece dört
Rus ve 100 kadar da Nasturi muhafız
vardı.
Konakta yediler içtiler. Karşılıklı sigara
tellendirdiler ve
birbirlerine övgüler yağdırdılar. Bundan böyle İran
ve Türkiye’ye karşı
birlikte hareket edeceklerdi(!)
Simko daha sonra Mar
Şemun Benjamin’i uğurlama faslına
geçti. Mar Şemun arabasına binmek
için ayağını merdivene
koymuştu ki Simko belinden çıkardığı
tabancayı ateşledi. Mar Şemun
Benjamin sadece ‘’ Vay kalleş.’’ Diyebildi.
Simko tabancasını üst üste
bir kaç kez daha ateşlerken konağının her
yanından Mar Şemun
Benjamin’in adamları üzerine kurşun yağdı
adeta. Hepsi öldürülmüş ve
bir efsane sona erdirilmişti.
Ancak patriğin Simko tarafından
öldürüldüğü haberi üzerine
Nasturiler intikam çığlıkları
atarak Şikak aşireti toraklarına
girdiler ve müthiş bir
katliam yaptılar. [ İsmail Simko
bu katliamlardan kutuldu.
Onun ölümü 1930
yılında Tebriz’de Pehlevi hükümeti
eliyle olmuştur.] İran bir taşla iki
kuş vururken Türkiye de
ortaya çıkan durumdan
memnundu doğal olarak.
Evet... Mar Şemun Benjamin
her ne kadar
bazı kaynaklarda son Nasturi
patriği diye zikredilse de
değildir elbette. Zira ondan
sonra patriklik makamında Mar Şemun Paulus
geçmiştir.
30 Ekim 1918 Tarihli Mondros
Ateşkes Antlaşmasından sonra
Nasturiler tekrar eski
yaşadıkları topraklara döndüler ve
1924 yılına kadar da
onlarla ilgili bir
sorun yaşanmadı. Ancak 1924 de Lozan Görüşmelerinde Musul- Kerkük
Bölgesinin durumu bir
netlik kazanmadığından
İngiltere bölgede kendine avantaj sağlamak
için yeniden Nasturiler üzerinden oyunlar
kurmaya başladı. Hatta 19 Mayıs 1924’deki Haliç Konferansında
Hakkari Vilayetine bağlı 3.500
Kilometrekare bir alanın Nasturilere
yurt olmak üzere
kendi mandaları altındaki Irak’a
bırakılmasını istemişlerdi.
Türkiye Cumhuriyeti bu
istekleri kabul etmeyince
Nasturileri kışkırtmaya başladılar
ve sonunda bizzat
kendilerinin marifeti miydi
yoksa Nasturiler kendi
kafalarına göre mi
hareket ettiler pek bilinmez bir
olay gerçekleşti 7 Ağustos 1924’de.
Hakkâri’den Çukurca’ya gitmek üzere Vali Halil Rıfat Bey, yanında İl
Jandarma Komutanı Binbaşı Hüseyin Bey, Çukurca takımına atanan jandarma
teğmeni, 15 asker ve yöre eşrafından bir kafileyle yola çıktı.
Nasturiler Han Yaylası’nda yollarına pusu kurdular.
Jandarmaları ve yüzbaşıyı öldürdükten sonra Vali’yi esir aldılar.