Kutsal
kitaplar ilk insan olarak yer karasına Âdem ve Havva’nın ayak bastığını yazar.
Ve insanlığın bu ikiliden türeyip çoğaldığı belirtilir. Belli ki, koşulların
dayatmasıyla cinsler arasında üstünlük mücadelesi yoktu. Bu bağlamda tarih
öncesi çağlarda erkeklerin duruma ne derece egemen olduğu, kadınların ikinci
sınıf muamele tabi tutulduğu dair elimizde kesin bulgulara sahip değiliz...
Anadolu
ve Mezopotamya’da kurulan eski uygarlıklarda kadın sultanların krallar kadar
saygı gördükleri hatta onlardan daha fazla el üstünde tutulduklarını elde
edilen kalıntılardan öğreniyoruz. İslam öncesi Türker’de de kadına gerekli
saygının gösterildiği bilinmektedir. Çok eşlilik olgusu Atalarımızda nadir
görülmüş.
Çok
eşlilik olgusunu İslam’ı kabul edilmesiyle daha çok yaşamımıza girdiği
yadsınamaz bir gerçektir. Gerçi dinimiz çok eşliliği zorunlu kabul etmez. Fakat
yasaklamaz da.
İlerleyen
yıllarda köylümüz, çiftçimiz arasında çok eşliliğe nadir rastlanır. Ancak büyük
toprak sahibi köy ağaları, varsıl kesimde çok eşlilik, kadını ikinci sınıf
görme olgusu yaşandı bu topraklarda. Hele Arap dünyasında kadının tamamen bir
meta olarak görüldüğü bilinir.
Doğa
kanunudur. Az olan varlıklara duyulan ilgi her zaman yüksek olur. Erkekler
birden çok kadınla evlendiklerinden olsa gerek evlendikleri eşlerini kolay
ulaşılan, istediklerinde yol verilen değeri takdir edilmeyen bir varlık olarak
görürler dersem yanıldığımı hissetmiyorum! Oysa yıllar içinden arınarak gelen
kültürümüzde karşı cinse olan ne çok güzellikler barındırıyoruz.
Ferhat’a dağları deldirmişiz sevdiği kız Şirin’e kavuşmak
için. Ya garip Kerem! Aslı’sının peşinden Anadolu’da basmadık toprak bırakmaz.
Otuz iki dişini çektirir vefasız sevdiceğinin gözlerini biraz daha seyretmek,
başını biraz daha uzun süre kızın bacaklarına koymak adına. Kara Koyun öyküsü…
Daha nice trajik efsanevi aşk öykülerinde sevgiliye kavuşmak için katlanan
zorluk anlatılır. Sadece eski aşk öykülerinde mi yaşanmış onulmaz aşklar?
Elbette hayır! Erzurumlu şair ne diyor? Yağmur altında, çamur içinde taşı yastık
ederken yar hanesinde gönlünün hoş olduğunu içtenlikle haykırıyor.
“Dün gece yar
hanesinde
Yastığım bir taş idi
Dün gece yar hanesinde
Yastığım bir taş idi
Altım çamur, üstüm
yağmur
Yine gönlüm hoş idi.”
Kadın annedir, bacıdır, yardır… Ve
Atalarımız ne güzel sözler söylemiş analar için. “Ana gibi yar Bağdat gibi
diyar olmaz.”, “Ağlarsa anam ağlar, gayrısı yalan ağlar. ”Ana hakkı ödenmez.”
“Yuvayı dişi kuş yapar”… Zaten çağlar boyu, köylü toplumu olan halkımız
kadın-erkek bir arada tarlada-çayırda, bağda-bahçede bir arada çalışmış.
Karşılıklı sevgi, saygı çerçevesinde ilişkilerin sürüp gitmiştir.
Devletlerin en birinci zenginlik
kaynağı insan gücüdür. Bu gerçeği içselleştiren devletler insan gücünün
nitelikli, çalışkan, üretken olması için insana büyük yatırım yapıyor. Okullar
açıyor, okullarda öğretim süresini artırıyor. Ve akıl ve bilimin ışığında
hazırladıkları müfredat programlarıyla her yıl üstüne koyarak yurttaşlarını
eğitiyorlar.
Kalkınmış uluslar kadın-erkek
ilişkilerde kadınlara erkekler kadar haklar tanıyor. Kadınlar yurttaş olma
bilinciyle insan onuruna yakışan ortamlarda hayata katılıyor. Çalışma hayatının
hemen hemen her alanında kadınların çalışmasına olanak tanınıyor. Nitelikli
yetişen kadınlar üretime büyük katkı sağlıyor. Elbette birer anne, anne adayı
kadınlar çocuk bakımında aldıkları eğitim düzeyleri oranında anne olma
yeterliliğini hayatlarına yansıtıyor.
Ülkemizde cumhuriyetle birlikte
padişahlara kul olma aymazlığından kurtulup yurttaş olma hakkı elde ettik.
Yurttaşlık bilincine erişme savaşında hayli yol aldık. Medeni Kanunla
kadınlarımıza insan olma onuruna yakışan haklar tanındı. Eğitim-öğretim hakkı
cinsiyet farkını ortadan kaldırıldı. Kız çocuklarımız da yaşıtları erkek
çocuklar kadar okullarımızın her kademesinde okuma hakkına kavuştu.
Birçok alanda yaşadığımız şark usulü
eksiklerimiz karşı cinsle olan ilişkilerimizde de devam ediyor. Ta 1930’larda
kadınlara tanınan haklarda batı ülkelerine örnek olurken uygulamada aynı
başarıyı gösteremedik maalesef. Hala geçmiş yüzyıllardan kalan kadını ikinci
sınıf insan görme hastalığımız kronik olmaya devam ediyor. Diyanetimiz; kızlara
17 yaşında evlenme izni için görüş bildiriyor. Oysa 17 yaşı yaşayan
çocuklarımız henüz 12 yıl zorunlu eğitim-öğretim süresini içindeler. Hesap
ortada: 6 yaş okula başlama yaşı artı 12 yıl zorunlu eğitim eşittir 18 yıl…
Sadece bunlar mı karşı cinse reva görüler
uygulamalar? Siyasilerimiz kadın-erkek eşitliğinden dem vururlar! Seçimlerde
kadınlara %50 seçilme olanağı verilmez. Hele son yıllarda ortaya sürülen çağ
dışı görüşler baş ağrıtacak düzeyde! Kadınların dışarda çalışması gerekmez(!)
Kadının görevi evde kalıp çocuklarını büyütmektir(!) Akşam evine dönen beyinin
ayaklarını yıkamak olmalı kadının görevi(!)diyecek kadar aymazca fikirler ileri
sürülüyor.
Sözün özü ülkemizde karşı cinse karşı
davranış ve uygulamalarda hangi görüşten olursa olsun başta siyasiler olmak
kaydıyla yetesiye içtenlikli değiliz. Hala bu topraklardan “kadının karnından
sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” anlayışını uygulayan yurttaşlık
bilincine erişmemiş çokça yurttaşımız var. Bu gidişle Türk Kültürünü çağdaş
uygarlık düzeyine değil çıkarmak krallarla, emirlerle yönetilen batının
sömürgesi durumda yaşayan ülkeler düzeyine iyice yaklaşıyoruz.
Tek çözüm çağdaş, nitelikli eğitim-öğretim
müfredatı ile tüm yurttaşlarımızı eğitmek ve kadınlarımıza kalkınmış batı
devletleri gibi çalışma hayatının tüm alanlarında yer vermekten geçiyor. İşte
ancak o zaman karşı anamız, bacımız, eşimiz olan kadınlara karşı insanlık
görevlerimizi yerine getirme mutluluğuna ereriz.