Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 28.09.2021
Okunma Sayısı : 975
Yorum Sayısı : 11
TOPYEKUN SARILMAMIZ GEREKEN İP KİMİN İPİ? / ‘’HIRİSTİYANLARIN MERYEM OĞLU  İSA’YA  YAPTIKLARI  GİBİ  BENİ  ÖVMEKTE AŞIRIYA  KAÇMAYINIZ.--------Hz.  Muhammed ( S.A.S )----3. BÖLÜM

29 Yaşıma  kadar  sıradan  bir  Müslümandım. Yani İslamın üç  şartına  uyan  bir  Müslüman... Durun  hemen  itiraz  etmeyin ‘’ İslamın  şartı  beştir.’’  Diye.  Hacca  gidemediğime  ve  zekat  veremediğime  göre  benim  için  İslamın  şartı  üçtü.

Peki  sıradan  Müslüman  ne? 

Namazını  kılan- orucunu  tutan- Ramazandan  Ramazana fitre  veren  her  vakit  olmasa da  camiye  giden ( Cuma  namazına  mutlaka ) bunun  dışında  cemaatmiş tarikatmış  uğraşmayan  bir  Müslümana  sıradan  Müslüman  deniliyormuş.

Bu  arada  unutmadan: Öğrencilik  yıllarımda  sık  sık  Nurcularla  birlikte  olmuşluğum  ve  sohbetlerine  katılmışlığım  oldu  ama  hiç  bir  zaman  daimi  üye olmadım.

Ancak  1983’de  Batman’a  tayinim  çıktığında Tarikat- Şıh (  Şeyh ) Seyyid- Seyda- Gavs ve  benzerleri  ile  hem de  çok  yakından  tanıştım.

Evet...Batman’daki  ilk  yıllarımda  bir  gün  arkadaşlarla  bir kıraathanenin  kaldırıma  koyduğu  kürsü  tabir  edilen oturaklarda  oturup  oraların  meşhur  oyunu  domino  oynarken baktım kıraathanedeki  pek  çok  vatandaş  birden  oturduğu  yerden  kalktı  ve  on  yaşlarında  bir  çocuğun  önünde  düğmelerini ilikleyip  iki  büklüm  olarak  el  öpme  kuyruğuna  girdi.  El  öpenler  içinde  sakalları  yerleri süpüren  dedeler  de  vardı bıyığı  yeni  terleyen  delikanlılar  da.

‘’ Kim  bu?’’ Dedim.  ‘’ Şıhın  oğlu’’  dediler.

Şaşırmıştım ama  aynı  zamanda  buraların  İstanbul’dan çok  farklı  olduğunu da anlamıştım. ( Her  ne  kadar  daha  sonraları  İstanbul’da da  bu  işlerin  olduğunu  öğrenmiş  olsam da  buralarda  çok  daha  yaygındı.)

Öğretmenliğimin  ilk  aylarında öğrencilerimden  bir  kaçının bazı  şıhların  çocukları  olduğunu da  öğrenmiştim. Allah için hepsi de  efendi  çocuklardı.  Hiç  bir  aşırılıklarını  şımarıklıklarını saygısızlıklarını  görmedim.

Derken  efendim yanlış  hatırlamıyorsam 1987  yılında hayatımda  ilk  kez  bir  şıh ile  kanlı canlı  karşılaştım. Hatta  evine ( Pardon  Şatosuna ) misafir  oldum.

Öğrencileri  bağlı olduğumuz  Siirt  iline  üniversite  sınavlarına  götürürken şıhın  oğlu olan  öğrencimiz  sınav  dönüşünde  mutlaka  köylerine gitmemiz  hususunda ısrar  edince  kırmadık  ve  Şıhın  köyüne  gittik.

Bizim( ben  ve diğer  öğretmen  arkadaşım )   normal  medeni  insanlar  olarak  tokalaştığımız  Şıh’ın  tüm  öğrenciler  elinden  öptüler. Midibüsümüzün  şoförü de...

Evet  Şıh  bizzat oğlunun  anlatımıyla köylülerin  sırtlarında  toprak  taşıyarak oluşturduğu  bir tepe  üzerinde içinde  yüzme  havuzu  dahil  pek  çok  konforu  bulunan  bir  şatoda  yaşıyordu ve  şato  Dicle  nehri kenarındaydı. Şıhın  şatosu  civarındaki  bir  kaç  ev  ise  çamur – saman  karışımı  kerpiçten  yapılmış evlerdi.

Bizi  oldukça  sıcak  ve  samimi  bir  şekilde  karşılayıp  kahve  ikram  eden  şıh  daha  sonra  sordu  nereli  olduğumuzu nereden  Batman’a  geldiğimizi.  Ben İstanbullu olduğumu  söyledim.  Ağzımdan  bir  anda öyle  çıkmıştı.  Şıh  ‘’ Ah  istanbul.’’  Dedikten  sonra  devam  etti kendi  şatosunu  göstererek:

‘’ Hocam  bak  burası  Hilton.’’ Sonra  Dicle  Nehrini  gösterdi: ‘’ Bu da  İstanbul  Boğazı...Bir  köprümüz  eksik.’’

İçimden ‘’ Allah  Allah  adam   Hilton’u  Boğazı  da  biliyor’’ Diye  geçirdim. Daha  sonra gördüm ki sadece  bilmekle de  kalmıyor bir  bakıma  yönetiyor. Mesela  oğullarından biri  Batman  Belediye  Başkanı  diğeri Siirt  Milletvekili. ( Batman  o  yıllarda  Siirt’e  bağlı  bir  ilçeydi.)

Batman’ın  on sekiz  köyünün  şıha  ait  olduğunu  yine  öğrencim  olan  oğlundan  öğrendim.

İyi  hoş da  bizim  hem  din  hem  tarih  ve  hatta  edebiyat  derslerinden  öğrendiğimiz  kadarıyla  şıhlar ( şeyhler ) genel  felsefeleri  ‘’ Bir  lokma  bir  hırka ‘’ Olan  insanlardı  oysa  benim tanıdığım  bu  şıh  ve  daha  sonra  tanıdıklarım hiç de  bir  lokma  ile  doyacak  bir  hırka  ile ömür  geçirecek  insanlar  değildi. Tam tersine muazzamm  servetlere  sahip  insanlardı.

Bir  başka  husus  bize öğretilen  şey  şeyhlerin  bir ilim  halkaları  olduğu  ve  bu  ilim  halkasında  mürşid-i kâmil  olan  şeyhlerin  müridlerine  dersler verdiğiydi  lakin  bu şeyhlerde( şıhlarda ) böyle  bir  durum  kesinlikle  söz  konusu  değildi. Bırakın  müridlere  ders  vermeyi  avamdan  herhangi birisinin  yanına  yaklaşması  bile  mümkün  değildi ki. Yanına  yaklaşabilenler  de sadece  el  öpmek  için  yaklaşabiliyorlardı.

Daha  sonra  hep  adını  duyduğum  ama  nasıl  bir  şey  oldukları hakkında  hiç  bir  fikrim  olmayan  bir  Seyyid                          ( Peygamberimizin  soyundan  gelen  insan )   ile  de  tanıştım.( Oralarda  çoktu  aslında  seyyid. Ama  ben  tanımıyordum  hiç  birisini.

İşin  komiği  ben  bahsettiğim bu  seyyidi daha  önceden  tanıyordum  ama  Seyyid  olduğunu  bilmiyordum.

Evet  bu  seyyid çok  iyi  bildiğim  biriydi.  Onu  nasıl  bilmezdim  ki. İlçemizin  Milli  Eğitim  Şube  Müdürlerinden  biriydi  ve  o  sıfatıyla  bir gün  dersime  girmiş  beş dakika  sonra çıkmış  ve  aşağıda  okul  müdürüne beni  şikayet  etmişti ‘’ Sami  Biberoğulları  derse  günlük  plan  yapmadan girmiş.  Buna  izin  vermeyin  Müdür bey.’’  Diye.

Teneffüste  Mmüdür  bey  çağırıp  sormuştu:

-Sami  bey  siz  derse günlük  plan yapmadan  mı  girdiniz? 

Cevap  verdim:

-Sabah ilk derse  girmeden  önce  plan  defterimi  bizzat  siz imzalamadınız mı  müdürüm?

-Ben de  öyle  hatırlıyorum  ama Şube  müdürü .... Bey  sizin derse  plansız  girdiğinizi  söyledi.

Plan  defterini  çıkarıp  müdürün  masasına  koydum  bizzat kendi  imzasını  gösterdim.

-Müdürüm ! Plan  Defterim  öğretmen  masasının  üzerindeydi.  Adam  görmek  istememişse  ben  ne  yapabilirim.

Evet  şimdi  beni daha  sonra  bir  tarikata  sokacak  olan  öğretmen  arkadaşımla  geldiğim  dini  sohbetin  yapıldığı  evde  o şube  müdürü  başında  bir  sarıkla  bir  postta  oturuyor  ve  herkes  merak  ve  heyecanla  onun  ağzından  dökülecek  cümleleri  bekliyordu.

Sayın  seyyid(!)  beni  görünce  gülümsedi.

-Oooo Sami  Hocam ! Sen  buralara  gelir  miydin?
-Neden  gelmeyeyim  ki hocam.  Ben de  Müslümanım ve  burada  bir  dini  sohbet  olduğunu  duydum.

Evet  daha  sonra beni sevmeye  başladı  seyyid.  Yani  anlayacağınız  peygamber  soyundan  gelen(!)  bir  mübareğin  sevgisine  mazhar  olmuştum.


1989’da nihayet  tarikat ile  de  tanıştım.

Evet  bahsettiğim arkadaşın ( Ki  rahmetli  oldu kalp  krizinden. Allah  rahmet  eylesin. Çok  iyi  bir  insandı aslında.  ) etkisine  kapılarak pek  çoğunuzun  malumu olan  Adıyaman- Menzil  tarikatının  bir  üyesi  oldum. Onların  tabiriyle : Sofi. Artık  benim de  bir  şeyhim  vardı  ama  biz  ona  şeyh demiyorduk. ‘’Seyda’’  Diyorduk. Lakin  ‘’Seyda ‘’ da  diğer şıhlardan  çok  farklı  değildi. Hem  oldukça  zengindi  hem de diğer  şıhlar  gibi  müridleriyle ( sofilerle) hiç  konuşmuyordu.  Yüzünü  namazdan  namaza  görüyorduk. Tabii  ki  evi ile  cami  arasındaki kısa mesafede  kuyruğa  girip  bekleyerek...

Onun da  7-8  yaşlarında  bir  çocuğu vardı  ve  zavallı  çocuk biz  fanatik  sofiler  yüzünden  çocukluğunu  yaşamıyordu. Zira  evinden  adımını  dışarı attığı  anda  elini  öpme kuyruğuna  giriyorduk. ( Allah da  biliyor  bu  bana  çok  ters  geldiğinden  hiç  girmedim  o  el  öpme  kuyruğuna. )

Evet  Seydamızın  yüzünü  bir de hatme  dediğimiz bir  çeşit  toplu zikir  töreninde  görüyorduk  ama  bir  kaç  saniyeliğine. Zira hatme  esnasında  gözlerimizi  kapatmak  zorundaydık.

Hani  bir  söz  vardır: ‘’ Tekkeyi  bekleyen  çorbayı  içer ‘’  Evet  gerçekten de  tekkeyi  bekliyorduk  ve  günde  iki  kez  verilen çok  az yağlı  bulgur  çorbasını  içiyorduk ( Bu tamamen bedavaydı )

İçmesine  içiyorduk  ama  evimizde  diyelim  ki  kaşığımız iyi  yıkanmamışsa  eşimize  bağıran bizler  orada bir  başkasının ağzından  çıkmış  ve  bir  sepete  atılmış  bulaşıklı  kaşığı  alıp  kemal-i  iştihayla  o çorbaya  yumuluyorduk sanki kelle- paça  çorbasına yumuluyor  gibi.

Evet  çorba  beleşti. Parmak  kadar  iki dilim ekmek  de  beleşti ama ‘’ Seyda’nın  ekinleri  biçilecek.’’  Dendiğinde  nice  doktorların  nice  avukat  ve  hakimlerin  nice  mühendis- öğretmen ve  polislerin  bir  tırpan  kapabilmek için  nasıl  koşuşturduklarına  da  şahit  oldu  bu  gözler. Bu  hizmet  karşılığında sofilerin  aldığı tek şey  aferindi  tabii  ki.

Evet nefslemizi  büyük  ölçüde  ayaklar  altına  almıştık.  Evet  namazlarımızı  daha  hûşû  içinde  kılıyorduk  ama  bir  terslik  vardı.

Her  şeyden  önce Kur’an-ı  Kerim  bizlere ‘’ Topluca  Allah’ın ipine sarılın ( Âl-i İmran  Suresi 103. Ayet )’’  Diyordu ama  biz sofi  olabilmek için  Seyda’nın  ellerine  sarılmıştık topluca  tövbe  ederken.  Bizden  sonraki  şıh  zamanında  tövbe  almak  için oraya  koşanlar  o kadar  çoğalmış  ki  artık  şeyhin  elini  tutamıyorlar da  şeyhin  ipine  sarılıyorlar  resimde  gördüğünüz  gibi. Yani  Allah  bize  gayet  açık  ve  net ‘’ Benim  ipime  sarılın.’’ Derken  biz  şeyhin  ipine  sarılıyoruz ve  çoğunluğa  normal  gelen  bu  uygulama bana  çok  ters  geliyor.

Biz  Mürşid-i Kâmil’i  arıyorduk. Yani  bizi aydınlatacak ışığı-önderi... Herkesin anlayacağı  şekilde  söyleyeyim: En  mükemmel  öğretmeni  arıyorduk. Lakin Mürşid-i Kâmilimiz ( O  en mükemmel  öğretmenimiz(!) )  bizimle  tek kelime  bile  konuşmuyordu. Konuşmasına  konuşmuyordu  ama  bizi irşad ediyordu(!)  nasıl  ediyorsa  artık. Siz  hiç  ağzını  bile  açmadan öğrencilerine  bir  şeyler  öğreten  bir  öğretmen  gördünüz  mü?

Biz  daha  çok  çay ocağı denilen  yerde  toplanıyor  sofiler  kendi aramızda  sohbet  ediyorduk bazen  taa  sabahlara  kadar.

Sofi  demek sigara  ve  çay  demekti. Sabaha  kadar  sigara ve  çay  içip aklımıza gelen  her  konuda  sohbet  ediyorduk. Sohbetlerin  ana  kuralı  ise  bir  sofi  bir  şey  anlatıyorsa itiraz  etmemekti. İçimizden  ne  kadar  ‘’ O  öyle  değil’’ desek de  dışımızdan ‘’ Yanılıyorsun’’  demiyorduk. Öyle  ki  halife  konumundaki  bir  sofi ‘’İnsanoğlu aya  ayak  filan  basmadı ‘’ Dediğinde hiç  birimiz ‘’ Cahil  cahil  konuşma.’’ Demedik/ Diyemedik.

Kısacası  şeyhin hiç  yüzünü  görmeden  bile  acayip  şekilde  irşad  olanlar  vardı  sofiler  arasında.

Bu  arada anti  parantez  belirteyim  çok  önemli  bir  konuyu da:

Daha sonra  tanıdığım  başka  tarikatlar da  dahil  tarikatların  hiç  birinde Atatürk düşmanlığı  diye  bir  husus  söz  konusu  değildir. Çünkü  Atatürk  hiç  bir  zaman  gündem  olmaz. Tek  tük  gündeme  alan  olursa da  ne  lehte  ne  aleyhte bir  şey  denmez. Sadece  konuşan  dinlenir  o  kadar. Yani  Atatürk’e  karşı  nötrdürler.

Peki  Atatürk  düşmanı  olanlar  yok mudur?

Tarikatlarda  yoktur ama  cemaat veya  topluluklarda  vardır. Mesela şu  anda  kardeşimin  yan  komşusu  olan Aczmendiler acayip  şekilde  Atatürk  düşmanıdırlar. Mesela  o  yıllarda  Batman’da  etkili olan Hizbullahçılar  acayip  şekilde  Atatürk  düşmanıdırlar. Mesela  Nurcular..Onlar  da  Atatürk’ü  pek dile  getirmezler  ama  konuştukları  takdirde  hayırla  yad  etmezler. Ama  hiç  biri  Aczmendiler  gibi  çok açık  ve  net  düşman  değillerdir ve  bu  saydıklarımın  hiç  biri  tarikat  değildir.

Tarikatlarda  ferdi  düşman  olanlar  olabilir  ama  tarikatların  genel  politikalarında  böyle  bir  düşmanlık  söz  konusu  değildir.  

Bahsettiğim  tarikatta ( ki  bu bir  Nakşibendi Tarikatıydı )  Seydalık( Evliyalık )   babadan  oğula  geçen  bir  makamdı. Yani hep  aynı  ailede  kalıyordu  post. Bizim  seydamızın babası imiş  ondan  önceki  post  sahibi. Bizim  Seyda öldüğünde  de evliyalık  kardeşine  geçti  oğlu  her  ne kadar ‘’ Post benim ‘’ diye  itiraz edip  hatta  başka  diyarlarda  kendisini  Seyda  ilan  etse  de...

 Oysa  Evliyalık  babadan  oğula  geçen  bir  makam  olmamalıydı. Yani  bizim  öğrendiğimiz  Yunus  Tapduk dergahına  kırk sene  boşuna mı  düz  odun  taşımıştı?

Bir  başka  husus: Vatandaş  namaz  kılarken  bile cezbeye  geliyor  ve ‘’ Seydaa’’  Diye  bağırıyordu.  Yahu  Allah’ın huzurundasın. Allahu Azimüşşan’ın  yanında  Seyda da  kim?’’ Ama  adam  coşmuş  ‘’ Seydaaa’’ Diye  bağırıyor. Seyda  sevgisi  Peygamber  sevgisini de  Allah  sevgisini  de  sollamış.

Çok  önemli ve  dikkat  çekici  bir  husus da  şudur: Nur  Ceaatinde de  bu  girdiğim  tarikatda da ve  daha  pek  çok cemaat ve  tarikatta  şöyle  oturup  Kur’an-ı Kerimi  ele  alıp ondan  sureler ve ayetler  okuyarak Kur’anın  bize  ne  anlattığı  üzerine  üzerine  bir  bilim halkası  asla  görmedim. Nur  camaatinde  hep  Risale-i  Nur  okunurdu  öteki cemaat ve  tarikatlarda  ise  o  kadarı  bile  yoktu. Kur’anı  insanlar  adeta  boş  zamanlarını  değerlendirmek  için  okudukları  bir  kitap gibi  kendileriyle  başbaşa  kaldıkları  zamanlarda okurlardı  ki  bizim  ülkemizde  maalesef Kur’an  Eğitim  dediğimiz  şey  ‘’ Kur’anı  yüzünden  okumaktan  ileriye  gitmemiştir. ( Her  şeye  rağmen çat  pat  iamam-  Hatip  Liselerinde öğretilir Tefsir  Derslerinde. Bir  de  tabii ki  İlahiyat  Fakültelerinde. Mesela  benim iki  kız yeğenim  vardır. Her ikisi de  hafızdır  ama Kur’anın  ayetleri  bize  ne  söylüyor  bilmezler. Oysa  sözde  Kur’an  eğitimi  almışlardır.)

Tekrar  tarikata  dönelim.

Bir  gün topluca  öğle  ya  da  ikindi  namazı  kıldık. ( Seyda  namazı  bile  kendisi  kıldırmıyor.  Halifelerinden  biri  kıldırıyor ama  kendisi mutlaka  cemaate dahil  oluyordu.) Namazdan  sonra  Seyda  yüzü  bize  dönük  vaziyette  ayaklarını  uzattı  ve  halifelerden biri  başladı  ayaklarını ovmaya.

Ben  beni  oraya  getiren  ve  aynı zamanda  halife  olan  arkadaşıma  sordum: ‘’ Ya  bu  Seyda herkesin  derdine  derman oluyor  ama  kendine  hayrı  yok. Baksana  ayaklarını  ovduruyor  ağrısı  geçsin  diye.’’  Arkadaş sert  bir  bakış  attı ve  ‘’ Allah bu  evliyalara  kendileri ve  aileleri için  şifa  olmak  yetkisi  vermemiş.’’

Hepimiz  hayran  hayran  Seyda’yı  seyrediyoruz.. Pardon  seyredemiyoruz  zira  Seyda’nın  yüzüne  sürekli  bakmak  da  yasak. Kaçamak  bakışlarla bakacaksınız. Öyle  gözleri  yapıştırıp  bakmak  yok.

Derken  arkadaş  öyle  bir  şey  dedi  ki  tarikatla  bağlarımı  tamamen  kopardım.

Ne  dedi  diye  soracak  olursanız:

‘’ Hocam ! Şimdi seydamız  böyle  ayaklarını  uzatmış  oturuyor  ya.  İşte tam  bu  sırada  Peygamberimiz  onun  yanına  gelmiş  olsa  ayağa  kalkmaz. Çünkü  aralarında  öyle  bir  muhabbet  vardır.’’

Resmen  şok oldum. Resulullah  Muhammed  Mustafa (S.A.S) gelecek  ama  bizim  Seyda  Hazretleri  ayağa  kalmayacak(!)  Ulan  bu  Seyda  Peygamberimizden  üstün mü  ki? Ya  da ona  eşit mi ki?

Maalesef  bu  soruyu  direkt  sorsanız  Sofilerin  hepsi ‘’ Saçmalama  olur  mu  öyle  şey’’ diyeceklerdir  ama farkında  bile  olmadan  yapılan  şey  budur.

Daha  da  kötüsü vatandaş aynen  reklamda  olduğu  gibi  bir  mod  içinde ‘’  Seyda’ya güven  gerisini  merak  etme  sen. Saadat-ı Kiramın  himmetiyle cennet  garanti.‘’ Öyle ki sofilerin  neredeyse hepsi Seyda ellerinden  tutmazsa  kesinlikle  cennete  giremeyeceklerine inanıyorlar. Kesinlikle  böyle  çok  sağlam  bir  aracıya  ihtiyaçları  var (!)

İşin daha da  ilginci  taa  Danimarka’dan  gelen bir  ecnebi  Sofimiz  bile  vardı ki  bunu  anlayabilmekte  hâlâ  zorlanırım.

Ancak  sonra  sonra  gördük  ki olay  şu yazdıklarımdan  daha  vahim.

Aynı  tarikatın bir  başka  başka  kollarında  tarikat  ileri  gelenlerinden  biri ‘’  Şeyhin  huzurunda  bir  dakika ayakta  durmak 1000 sene  nafile  namazdan  daha  efdaldir’’ Diyor  ve  hiç  bir  Allah’ın  kulu  ‘’  Sen  ne diyorsun  kardeşim. Nafile de  olsa namazda  Allah’ın  huzurundasın.  Nasıl  olur da  Şeyhin  huzurunda  durmak  Allah’ın  huzurunda  durmaktan  1000 sene  daha  efdal( hayırlı) olabilir.’’  Diye  sormuyor. Hiç  kimse ‘’Kadir Gecesi  bile bin aydan  kıymetli  iken ve  Allah  bunu  kitabında  açıkça  beyan  etmişken  nasıl olur  da şeyhin  huurunda  bir  dakika  durmak Kadir  Gecesinden  bile binlerce  kat  hayırlı  olabilir?’’ Demiyor.  Öylece  mal  mal  dinliyor  anlatan  vatandaşı.

Bir  başkası çıkıyor ( Cübbeli Ahmet  Hoca): Yarın Ahiret'te kabirden çıkan bir adamı azap melekleri yakalasa, azaba ( cehenneme) götürürlerken yaka paça, o adam dese ki 'ben Nakşibendi tarikatının Halidi kolundanım' dese bırakırlar."

Yani  gördüğünüz  gibi  cennet  o  kadar  ucuz  ki (!) Bir  tarikate  mensup olun  veya bir şeyhin  huzurunda  sap  gibi  bir  dakika  dikilin  hoop  cennettesiniz(!)

Cennet  bu  kadar  ucuz  olunca  taliplisi  bu  kadar  çok  olmaz  mı?  Olur  elbette  ama  ucuz  dediysek  o  kadar da ucuz  değil.  Yanmaz kefen  lazım  peygamberimizi  rüyada  gösteren  terlikler  lazım  peygamberimizin  saçının  suyunun suyu   lazım... Ve  tabii  ki  bu  kadar  materyali satan  birileri  lazım...

Nereden  nereye  geldiğimizin  farkına  varabildiniz  mi?

Ah  bu  ucuzculuk  yok  mu  bu  ucuzculuk.  Ta Titan  Saadet  zincirinden  en  son Tosuncuk  denilen  bir  şarlatana  kadar  insanlarımızın  milyarlarca  lirasını  sahtekarlara  kaptırmasının  sebebi  de  bu  1 lira  ile  bir  milyon  lira  kazanma  ucuzculuğundan  değil  midir  hep?



( Topyekun Sarılmamız Gereken İp Kimin İpi? / ‘’hıristiyanların Meryem Oğlu İsa’y başlıklı yazı Sami Biber tarafından 28.09.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.