SİDİKLİ
BATTANİYE
Bugün de önceki günler gibi başladı. Yine uzaklardan güneş
ışıkları yüzünü göstermeye başlamış, tam 06.05’e ayarlı saat var gücüyle odanın
içini inletmişti. Alarmı gözlerini uykudan ayırmadan zar zor kapatan Ahmet Usta
tekrar uykuya dalmanın gayreti içerisine girdi. Tam uykuya dalıyordu ki ona asıl
tuzağı hazırlayan telefonu ikinci alarmı hem daha yüksek hem de daha sinir
bozucu bir ses ile çalmaya başladı. Çare yoktu, bu alarmda uyanmazsa işe
gecikecekti. Kalktı. Ayaklarını yataktan aşağı sallandırırken elleriyle yüzünü
ovuşturdu. Hâlâ tesirinde olduğu uykunun onu terk etmesi için yanaklarını
tokatladı.
-
Hay ananı avradını… Her sabah aynı terane.
-
Akşam gelirken ekmek almayı unutma.
Uykusu arasında akşamki ekmeğin kaygısına kalan ama yataktaki
istifini hiç bozmayan karısına öfkeli bir bakış attıktan sonra nihayet ayaklanabildi.
10 dakika sonra kapıdan çıkarken karşılık almayacağını bilerek ‘Allahaısmarladık’
diye seslenip kapıyı kapattı. Sabah saatlerinde işlerine, okullarına gitmek
isteyen insanların oluşturduğu yoğun trafik içerisinde, soğuktan camları buğu
yapan arabasının camlarını bir taraftan silerek bir taraftan da yeniden buğu
yapmasını engellemeye çalışarak iş yerine gitmeye devam etti. Hemen hemen her
arkadaşı camların buğu yapmaması için ona tavsiyelerde bulunmuş ama hepsini
denediği hâlde buna engel olamamıştı. İş yerinin bulunduğu sokağa girince
rahatladı. Bu sabahki trafik daha bir çekilmez gelmişti ona.
Eşikteki gazeteleri aldıktan sonra besmele ile açtı dükkânın
darabasını. Lambaları yaktıktan sonra kapı eşiğinde duran battaniyeleri dışarı
dizdi ilk olarak. Sonra içeriden başlayarak her tarafı hızlıca süpürüp kapı
önündeki kaldırım üzerine su gezdirdi. Yolda gelirken uğradığı pastaneden hep
severek tükettiği peynirli poğaça almıştı. Diyafona basıp bir çay istedi. Dünkü
gazeteleri sofra bezi yapıp poğaçaları üzerine koydu. Çay gelmişti bile.
Poğaçadan bir ısırık çaydan da bir yudum aldıktan sonra bugünkü gazeteyi
okumaya başladı. Manşet ilgi çekiciydi. ‘Çocuklarda İdrar Enfeksiyonu’ Devam
etti. ‘Soğuk havaların etkisiyle havada tutunan mikropların yanında sağlıksız
ve düzensiz beslenme çocuklarda idrar enfeksiyonu riskini arttırıyor. Uzmanlar
idrar enfeksiyonu için en belirgin semptomun idrarını tutamama ve altını
kirletme olduğunu ifade ediyorlar. Aileleri bu konuda dikkatli olmaya çağıran
uzmanlar bilhassa soğuk havalarda çocukları iyi giyindirmeye, gece üzerlerini
açıp açmadıklarını kontrol etmeye ve sağlıklı beslemeye dikkat çekiyorlar.’
-
Hadi oradan be! Bu krizde kim doğru düzgün kıyafet
alabiliyor ki çocuğuna. Elimdeki yün battaniyeler hep duruyor. Ucuz diye millet
hep naylon battaniye alıyor, o da terletiyor çocukları. Gece üstlerini de
açınca üşütüyorlar tabii.
-
Haklısın. Böyle kalakaldım rafta baksana.
Ahmet Usta karşısındaki raftan kendisine seslenen, pembe çiçek
desenli battaniyeye baktı gözlüğünün üstünden.
- Zoruna mı gitti beyzadem? Ne güzel her gün beraberiz işte. Merak etme bu krizde daha çok birlikte oluruz seninle. Tabii eğer zengin bir müşteri gelirse ne âlâ, hemen satarım seni. Ama bu çarşıya zengin müşteri gelmez ki.
-
İyi ya ben de zenginlerin üzerine yakışırım zaten.
-
Peşin hükümlü olma. Belki içimden gelir sokakta
yaşayan bir evsize veririm seni.
-
Sen beni her gün böyle üzecek misin? Daha kimseyi
sarıp ısıtamadan yıpranacağım burada. Benim yerim sokaklar değil. Ben evlerde
hem de lüks evlerde olmak için yapılmışım bir kere.
-
Onu da nereden çıkardın? Alt tarafı bir
battaniyesin.
-
Hıh, sen öyle san. Kaç koyunun yününden
yapılıyorum biliyor musun? Hem de merinos koyunlar. Baksana şunlara, hepsinin
etiketinde 25 – 30 lira yazarken bende 250 lira yazıyor, N’aber?
-
Hadi bakalım. Dua et de istediğin gibi bir müşteri
gelsin.
Gazete üzerindeki son poğaçayı da iştahla ağzına attıktan
sonra kalan son çayı da yudumladı. Masa üstündeki gazeteyi buruşturup kapı
önündeki çöpe bıraktığı anda karşı kaldırımdan bir kadının dükkânına doğru
yürüdüğünü gördü. Bu saatte pek müşteri gelmezdi. Yine de istifini bozmadan bu
gösterişli kadını dükkâna buyur etti.
-
Buyurun hanımefendi. İçeri buyurun.
-
İyi günler. Kolay gelsin.
Kadın bu soğuk havaya rağmen ayaklarından bir karış yukarısına
kadar açık kalacak şekilde giyinmişti. Üzerinde parlak, siyah bir kürk vardı.
İmitasyon olmalıydı ama kaliteli bir ürün olduğu belliydi. Ayağında ise sivri
burun ve hafif topuklu bir kışlık ayakkabı vardı. Ayakkabıdan bir karış
yukarıda başlayan etek ise yine parlak ve pileli bir etekti. Zengin olmasa da
hali vakti yerinde sayılabilecek birisiydi. Pazarlık etmek zorunda kalmayacağı
için sevindi.
-
Sağ olun. Nasıl yardımcı olabilirim?
-
Şey, ben bir battaniye alacaktım ama civar
mağazalara bakmama rağmen hiç yüzde yüz koyunyününden yapılmış bir battaniye
bulamadım.
-
Şu an malum ekonomik kriz nedeniyle insanlar ucuza
yöneldikleri için mağazalar da onların isteklerine uygun battaniyeler
getiriyorlar Efendim.
-
Ama çok saçma, sağlıktan tasarruf yapılır mı hiç?
Hastalanıp hastaneye gidiyorlar bir sürü ilaç masrafı çıkıyor sonra.
-
Çok haklısınız. Ne kadar pahalı da olsa insanlar
sağlıklı şeyler almalı. Tek kişilik bir battaniye mi bakıyorsunuz yoksa çift
kişilik mi?
-
Tek kişilik. Kızım için bakıyorum. Kız
çocuklarının sevebileceği bir şey olursa çok iyi olur.
Çiçek desenli battaniye raftan aşağı atlamayı istedi birden.
İşte aradığı fırsat gelmişti. Hali vakti yerinde bir müşteri kız çocuğu için
tam da kendisi gibi bir battaniye istiyordu. Ahmet Usta ile bakıştılar. ‘Lütfen
beni sat’ der gibi baktı ona.
Ahmet Usta ilk başta birkaç farklı desenli ve yüzde yüz yün
olmayan battaniyeler gösterdi müşterisine. Niyeti pembe çiçek desenli
battaniyeyi en sona bırakıp istediği fiyattan satmaktı. Müşterisi umduğu gibi
gösterdiği modelleri beğenmeyince raftaki pembe çiçek desenli battaniyeye
uzandı.
-
Son olarak bu var Efendim. Bu yüzde yüz
koyunyününden imal edilmiştir. Pembe bir çerçeve içerisine yine pembe çiçek
desenleri var. Biraz ağırca ve genişçe ama kızınızı gece sıcak tutar.
-
Aa, bu güzelmiş gerçekten de. Aynen, bunu alayım.
Ne kadar fiyatı?
Ahmet şimdi istediği fiyatı söyleyecek olmanın heyecanıyla
açtı ağzını.
-
350 lira Hanımefendi.
-
Şey, etiketinde 250 lira yazıyor ama.
-
O geçen seneki fiyatı efendim. Malum kriz
nedeniyle elimizde kaldığı için bu ürün, biz de zarar ettik. Satmaktan da ümidi
kesince etiketini değiştirmemiştim.
-
Hay Allah, ne yapsam şimdi bilemedim. Daha düşük
fiyata bırakırsanız zarar mı edersiniz şimdi?
-
Sizin için son bir güzellik yapayım madem. 300
liraya alın, hayrını görün.
-
Anlaştık. Teşekkür ederim.
Kadın parlak siyah çantasından parlak siyah cüzdanını çıkarıp
içinden gıcır gıcır üç tane 100 lirayı alarak Ahmet Usta’ya uzattı. Oldukça
karlı bir satış yapan Ahmet Usta raftan indirdiği pembe çiçek desenli
battaniyeyi güler yüzle müşterisine uzattı.
-
Hayırlı olsun Efendim. Güle güle kullanın.
-
Teşekkür ederim. Kolay gelsin.
-
Sağ olun. Yine bekleriz…
Kadının elinde oldukça mutlu gözüken çiçek desenli battaniyeye
el sallayan Ahmet Usta biraz sonra masaya oturup diyafondan dumanı üstünde bir
çay daha istedi. Tam keyif çayı içmenin sırasıydı.
Bir saatlik yolculuktan sonra oldukça güzel bir apartman
dairesine girdiklerinde çiçek desenli battaniye neredeyse sevinçten
bağıracaktı. Hele evin küçük kızı Canan’ın odasını görünce içi büsbütün
sevinçle doldu. Her şey hayallerinde gibi pespembeydi. Evin annesi battaniyeyi
alıp özenle kızının yatağı üzerine serince bütün güzelliği ortaya çıkan
battaniyenin keyfine diyecek yoktu.
-
Gerçekten de çok güzelmiş. 50 lira da iyi pazarlık
ettim. Şimdi bir de güzel koku gezdirelim şöyle. Canan öğlene döner okuldan. Bu
sürprize bayılacak.
Battaniye artık heyecanla üzerini örteceği, geceleri onu
ısıtacağı küçük sevimli kızı bekliyordu. Canan çok güzel ve akıllı bir kız
olmalıydı. Yoksa annesi ona neden kendisi gibi çok pahalı bir battaniye alsındı
ki? Görevini çok iyi yapmalıydı işte bu yüzden. Onu üşütmemeli, sevgiyle
sarmalıydı.
Yatağın üzerinde zamanın ağır ilerlemesi nedeniyle heyecanı
katlanarak artan battaniye zilin çaldığını duyunca beklediği anın geldiğini
hissetti. Canan’a güzel görünmeliydi. Kapı açıldı.
-
Hoş geldin benim güzel kızım.
-
Hoş buldum anne.
-
Hadi çantanı odana bırak, ellerini yıka da mutfağa
gel. Yemek hazırladım senin için.
-
Hemen geliyorum.
Canan’ın adımlarını sayıyordu şimdi battaniye. Birazdan onunla
karşılaşacak, Canan yatağı üzerindeki bu yeni battaniyeyi görünce önce çok
şaşıracak, sonra çok sevinecekti. Gelip battaniyeye dokunacak, ‘ne kadar
yumuşak, ne güzel kokuyor’ diyerek ona sarılacaktı. Nihayet odanın kapısı
açıldı. Tam ‘hoş geldin Canan’ diyecekti ki Canan’ın daha odaya bile girmeden
fırlattığı içi kitap dolu çantanın üzerine düşmesiyle neye uğradığını şaşırdı
battaniye. Derin bir acı hissetti. Kendine gelmesi epey uzun sürdü. Üstelik
üzerinde ağırlık yapan çanta da canını fena halde sıkıyordu.
Akşama doğru ancak odasına girdi Canan. Sokakta oynamış eli
yüzü kızarmıştı soğuktan. Üstelik de terlemişti. Annesi ise içeride misafir
olarak gelen komşularıyla fiskos yapıyor, ağız dolusu kahkahalarla gülüyordu.
Canan annesinin onu böyle terli görürse kızacağını bildiğinden hemen yatağın
içine girdi. Battaniyeyi de üzerine çekti.
Battaniye hâlâ kendisini fark etmediği için Canan’a çok
içerlemişti. Üstelik de terli terli sarınmıştı kendisini. Kızın burnundan akan
sümük de cabasıydı. Gidip lavabo da yıkamak yerine battaniyenin üzerine
siliyordu. Battaniye hiçbir şeyin istediği gibi olmadığını düşünüyor ve
kahroluyordu. Gece bu kızdan intikam alacaktı. Onu sarmayacak ve böylece
üşümesine neden olacaktı. O zaman battaniyeyi fark edecekti ve ne kadar değerli
olduğunu anlayacaktı Canan. Gece olunca kafasındaki planı uygulamaya başladı ve
yavaşça Canan’ın üzerinden sıyrıldı. Canan üstü açık kalmıştı. Tüm gece böyle
geçti. Sabah olunca yerinden zar zor kalkan kız üstünü açtığı için annesinden
de azar işitmişti. Annesi ateşine baktı Canan’ın.
-
Biraz ateşin var ama bir şey olmaz. Okulundan geri
kalma. Nezahat’ın kızını geçemezsen bu sene görüşürüz seninle. Ödevlerini
yaptın de mi?
-
Yaptım anne.
‘Yalancı’ diye geçirdi battaniye içinden. Akşama kadar
dışarıda oynamış, terin suyun içinde yatağa girmiş hatta sümüklerini bile ona
silmişti. Ödev falan hak getire. Elini bile sürmemişti.
-
Hadi bakalım, giyin güzelce. Kahvaltını ettikten
sonra doğru okula.
Kız kendisine söylenenleri hızlıca yapıp okula gitmişti bile.
Anne Canan’ın odasına gelip yatağını düzeltti. Battaniyeyi de özenle yatağın en
üstüne serdikten sonra uç kısımlardaki sümük kurularını fark edip bezle güzelce
temizledi. Battaniyenin keyfi yerine gelmişti. Anne odadan çıkınca kendi kendine
konuşmaya başladı.
-
Ben yüzde yüz koyunyünü bir battaniyeyim. Pespembe
rengim var. Güzel kokuyorum. Anne beni her şeyin üstüne serdi. Her şeyin
üstünde olmalıyım çünkü ben kıymetliyim ve pahalıyım.
-
Bizler de senin gibi diyorduk battaniye. Bir an evvel
bu düşünceni terk etsen iyi olur.
Konuşan sandalyeydi. Kızın çalışma masasının hemen yanında
duruyordu.
-
Neden terk edecek mişim?
-
Ben de ilk geldiğimde bu eve aynı senin gibi
konuşuyordum. Masa da beni böyle uyarmıştı ama dinlemedim. Canan benim üzerimde
rahat edecek diyordum. En sevdiği eşyası ben olacağım diyordum.
-
Ee, ne oldu peki sonra?
-
Ne olacak daha üzerime oturduğu ilk an başladı
yellenmeye. Annesi kuru fasülye yapmıştı. Ondandır dedim. Ama her gün devam
etti yellenmesi. Artık beni evden atsınlar diye bekliyorum.
-
E tabii ki, senin üzerine oturuyor. Sen ondan
aşağıda kalıyorsun. Ben ise gecenin en soğuk anlarında onun üzerini örtüyorum,
onu sarıyor ve ısıtıyorum. Tabii ki ben senden de kıymetli olacağım onun için. Şimdi
kapa çeneni de keyfimi bozma.
Sandalye kendisine denileni yaptı. Bir daha battaniye ile
muhatap olmayacaktı. Battaniye ise sabırsızlıkla Canan’ın okuldan dönmesini
bekliyordu. Daha bayağı vardı gelmesine. Olsun, beklerdi. Ama kapı çalınca
dışarı kulak kabarttı.
-
Hayırdır hocam? Ne oldu?
-
Sizi aradık ama ulaşamadık Firuze Hanım.
-
Şarjı bitmiş telefonun. Buyurun, içeri gelin.
-
Yok yok, Canan biraz fenalaştı okulda da.
Hastaneye götürdük.
-
Fenalaştı mı? Ne oldu? Kızım iyi mi?
-
İyi merak etmeyin. Sizi almaya geldim. Beraber
hastaneye gidelim. Biraz üşütmüş dedi doktor.
-
Hemen hazırlanıp geliyorum.
Battaniye hüzünlendi. Gece Canan’ın üzerini açtığı için
hastalanmıştı muhtemelen. Annenin panik halinde evin içinde oradan oraya
koşturduğunu ve nihayet evden çıktığını duydu. Sonra biraz daha düşününce Canan’ın
dışarda terlediği ve terli terli yatağa girdiği için hastalandığı geldi aklına.
Evet, olsa olsa bu sebeple hastalanmış olabilirdi. Yoksa bir gece üstü açıkta kaldı
diye kim hastanelik olurdu? Üstelik görgüsüz kız terleriyle battaniyeyi
sarınmış, sümüklerini de ona silmişti. Kızgınlığı yine arttı. Hayır, suçlu
battaniye olamazdı.
Akşamüzeri Canan ile annesi eve geldiler. Canan bu defa
battaniyeye muhtaçtı. Ona sımsıkı sarılacak ve kıymetini anlayacaktı. Annesi
Canan’ı odasına getirip yatağına yatırdı ve üzerini örttü.
-
Bu gece iyice terlersen sabaha bir şeyin kalmaz.
Ben şimdi sana bol karabiberli bir nane limon hazırlayayım. İyice içtikten
sonra terlersin bir güzel. Hadi sarıl bakalım şu battaniyeye.
Nihayet battaniyenin istediği olmuştu. Canan ona sımsıkı
sarılmıştı ve titriyordu. Şimdi annenin dediğini yapmalı onu sımsıkı sarıp
terletmeliydi. Canan akşam boyunca annesinin getirdiği nane limonları içip
terlemeye devam etti. Üstelik annesi arada bir gelip atletini değiştirdiği için
teri battaniyeyi de rahatsız etmiyordu. Sabaha Canan’ı iyice terletip
iyileştirirse her şey düzelecek ve çok mutlu olacaktı. Böylece kötü niyetli
sandalyeye de haddini bildirecekti.
Gecenin çökmesiyle Canan’ı iyice sardı. Tüm ağırlığını üzerine
vererek onu iyice ısıttı. Ama ters giden bir şeyler vardı. Canan onu tekmeleyip
üstünden atmaya başlamıştı. Pes etmedi. Bu geceyi iyi değerlendirmeliydi. Yine sardı
Canan’ı. Yine tekmeler. Pes etmedi. Yine sardı. Başarmıştı. Canan tekrar
titriyordu ve onu iyice sarınmıştı. Battaniyenin keyfi tekrar yerine geldi. Ama
tuhaf bir şeyler hissetmeye başladı. Ağır bir kokuyla birlikte bir ıslaklık tüm
bedenine yayılmaya başladı. Buna inanamıyordu. Tüm öfkesiyle bağırdı.
-
Lanet olsun, bu çirkin velet üzerime işiyor!
Battaniyenin sesine uyanan diğer eşyalar durumu görüp
kahkahalarla gülerken battaniye sabaha kadar öfkeyle bağırmaya devam etti.
Sabah odanın kapısı açılınca anne manzarayı görüp Canan’ı yataktan kaldırdı.
Kızını iyice azarladıktan sonra üzerindekileri çıkarıp doğruca banyoya
gönderdi. Sonra kocaman siyah bir poşet getirip battaniyeyi içine tıktı. Ve
balkondan aşağıdaki çöp konteynırının yanına attı.
Battaniye perişan bir haldeydi. Bu olanlara inanamıyordu. O çok
pahalı ve kıymetli bir battaniyeydi. Şimdi nasıl çöplerin yanında ve sidik
içinde olurdu? Çok geçmeden bir evsiz gelip çöpleri karıştırmaya başladı.
Adamın üstü başı oldukça salaştı ve kötü kokuyordu. Çöpte bir şey bulamayınca
poşeti fark eden adam poşeti açınca battaniyeyi buldu. Hemen alıp soğuktan
korunmak için üzerine çekti. Battaniye üzerine sinen sidik kokusunun yanında
bir de bu kötü kokulu adamın kokusuyla iyice kendinden geçmişti. Baygın bir
haldeydi. Sabah uyanınca fark etti ki Ahmet Usta’nın dükkanının önündeydi.
Evsiz adam gece dükkanın önündeki küçük girişte uyuklamıştı. Battaniye toza
kire bulandığını ve tanınmayacak bir halde olduğunu gördü. Ama iki senelik
dostu Ahmet Usta onu görür görmez tanır ve bu kötü kokulu adamın elinden
kurtarırdı. Sonra da güzelce yıkar ve eski güzelliğine kavuştururdu nasıl olsa.
Ahmet Usta uzaktan kendini gösterince battaniyenin gözleri
sevinçten kocaman açıldı. Geliyordu. Birazdan kurtulacak, hak ettiği değere
kavuşacaktı. Geldi.
-
Kalk ulan buradan. Han mı burası? Defol! Haydi,
haydi!
Ahmet Usta’nın tekmesiyle neye uğradığını şaşıran adamcağız
korkudan kalkıp da nasıl kaçtığını bilemedi. Battaniye orada kalakalmıştı.
Ahmet battaniyeye baktı, battaniye de ona. Tam ona yine raftan seslendiği gibi
seslenecekti ki Ahmet ‘Deyyus, sidikli battaniyesini de burada koydu gitti.’ Diyerek
battaniyeye öyle bir tekme savurdu ki battaniye kendisini karşı kaldırımdaki
çöp konteynırının içinde buldu. Ağlayarak sandalyenin kendisine söylediklerini
düşünüyordu. Derken sokağı gür sesiyle inleten çöp kamyonun içine atıldı.
Aylar sonra artık şehir çöplüğünde yaşayan bir köpeğin yeni
yuvasıydı battaniye. Kirin, pasın, pisliğin içindeydi ama bu köpek ona sadıktı.
Hep onun üzerinde yatıyordu. Mutluydu…
Mahmut UZUN