Dinlemekteydi kalbi kışı; rüzgarına şirin çaresizlikler yüklenen bir Aralık’ın hüznünün bol tıraşlandığı zamansızlıklar bileniyordu ve artık biliyordu, yalnızlık kapıyı her çalışında evde olmadığını söylese de gözetleniyordu. Özlemlerce, hasretin tabana kuvvet ona koşuşu gibi nefes nefese ve bir türlü gitmeyenken yalnızlık, artık biliyordu. Ateş ettiği acılar kadar ağlamaklı tabiatında hiçbir insanı sevmiyordu.

Yüzü, alacaya bulanmış feryat doğalı; ruhu, öteye kilitlenmiş sitem güzergahıydı. Sevmiyordu hiçbir insanı. Çiğ yaşamaktan gelen o kor sofraların, “yanındayım, buradayım” yalanında oturduğu sözde misafirperver insanlarını katık etmiyordu artık yaşamına. Artıklarla çoğalan bir rekabet düzeniydi bu dünya.

Hangi kılçığın boğazına takıldığı ve hangi sivilcenin yüzünde kırmızılarla kendini bariz belli ettiği günlerde olduğunu hesaplamıyordu, günleri bile sevmek istemiyordu canı.

Kalemin hak ettiği değerini arıyordu. O ödülü kaldırabildiği mutlu yüzünü hayaline resmettiğinde.

Gerisi artık hiç önemli gelmiyordu. İlk defa, ilk defa söylemişti gerçekten kendine; kendisi olamadan başkası olabilmişliğine; tekti bu dünyada. Düzeni buyken bir varlığın yok olamamışlığının.

Şimdi şehirler yaban treni, çocukluk bir fay hattında. Kendini art arda gördüğü yalpalanmışlıklarda sevemediği insanların hasretini çekiyor, oltaya gelen ise yine hep yalnızlık. Bugün, bu gece, şu ân atmosferinde yanaklarına biriken damlalar, yarın olmayacaktı; bunu biliyordu. Ama yarın, iyileşen de olmayacaktı. Her günün bir önceki karabasanın korkusunu taşıdığı düzlemde inanmadığı o kadar çok doğru vardı ki, artık sadece kendi doğrusunu yaratması gerektiğini biliyordu.

Gecenin karanlığında bir umuda tav oluyordu, ufak, bir parça, çikolatanın son kalan parçası ve başkaları tarafından yenmeye hazır olan insafsızlığı gibi dursa da o umut; yine de onu sevmeye ve ona sarılmaya çalışıyordu. “Bir gün her şey başkalaşımın ve kırpık dönüşümün düzene giren desturu olacak” derken.

Ön yargı takvimini bugün de yırtmıştı, artık herkese karşı her insafsızlığı düşünüyordu. Prensip olarak can yakmak kavminden geliyordu insan; bunu acıyla öğreniyordu. Düştüğü yaprağın sarı sonbahar kavgasından yine alaca bir hüzünle ayrılmıştı.

Kış, bitiş çizgisinden bayrak töreni sevdası gibi onu bitirmeye koşuyordu. Her şey ve herkes insafsızdı; bildikleri tek şey eleştirmek ve “acaba benim bu hayattaki yanlışlarım neler?” diyerek sorgulamadan başka insanların yanlışlarını görmekti. Böylelikle doğru olduklarını sanmak müthiş bir tatmin duygusu veriyordu. Halbuki herkes yanlıştı, en az doğrunun da yanlış olabileceği kadar. O bunu biliyor ve artık diretmiyordu.

Sevmiyordu, geçmişine ait olamayan zalim bugünü. Halbuki çocukken en gerçekti. Nefesini topraktan alır gibi bir ağacın kalbinde filizlenişine çiçek buketi sunan ruhunun fabl okuyan hayalperestliğini dizerdi. Yaşam ve insanlar çocukken güzeldi.

“Keşke dünyayı çocuklar yönetse” dedi biri; çocuk kalbinin ikram edilen bisküvisini bile paylaşmıyordu ne zamandır. “Kalbin, paylaşımdan uzakların kraliçesi olmuşken dünyayı çocuklar yönetse ne yazar?” diyemedi o birine. Hakkını, hak ile savunmayı unutmuştu. Ezilmek mekanlarında ayakları çıplak kalıp kendini yürüyen yolsuzluklarda ip bile atlatmıyordu mutluluklarına. Küçülmüştü, omzundaki ağrı onu yük gemisine bindirirken.

İnsan seçemeyen kalbinin sevmeyen bencilliklerine bilet ayırmıştı; her gidiş ve kendine her dönüş, bencil ama insandan uzak bir huzurdu. Kalabalık yalnızlıklarının onarılmayan gecesiydi o artık. Ağrılı sivilcesinin börülce gibi kaldığı yorgunluğunun kızgınlık tabelasında kendi kırık kalbini sökmüştü.

Kalpsiz, dikenlerle dolu bir toleranstı artık o. Kendine zulüm köşesinden dönerken başkalarına alternatif kibir kalıyordu; herkeste tatminin mümkünatı yoluydu.

Tükendi, tükenmez denilen kalem ısmarlanmaz defterlerin yırtık nefretlerinde. Sevmeyi hiçbir şey, yalnızlığı çok şey gördükçe. Sevmiyordu, sevmeyecekti, istemiyordu. Bir dünya kurmuştu, kurucusu talihler odası başkanı olmuştu. Talihin böylesine sövesice odasında bir aklı, bir imdadı, bir feryadıyla okeye dönüyordu…

Dilara AKSOY

( Başı Dönen Gece başlıklı yazı dilara aksoy tarafından 20.12.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.