Hepsinin derdini hafifletmek ihtiyacı hissediyordum, çünkü benim asli görevimdi bu. Karşıma mahcup bir edayla geçtiklerinde ve ben onlara kim olduklarını, nereden geldiklerini sormadan önce bağışladıklarının ne olduğuna bakmakla yükümlüydüm. Hangi sebeple geldikleri ve hangi sebepten mutlu olacaklarının muamma diyetisyeni gibiydim.

Listeyi önlerine sunarak ben bile muamma içerisinde şifalanıp şifalanmayacaklarının tereddütünde sadece görevimi gerçekleştiriyordum. Kalbimin insaniyeti en derin yoksullukla ödenen yalnızlığından kirpik uçlarıma kadar sadece bunun için var gibiydim. Biri daha geliyordu şimdi. Dikiliyordu karşımda.

“Merhabalar, burayı çok yakın bir tanıdığım sayesinde keşfettim. Öncelikle prosedürlerinizi öğrenebilir miyim?”

“Sen de beni görebiliyorsun, öyle değil mi?”

Ayrık dişlerimden namuslu gülüşümün çekingen damarlarından mutluluk aşılayan bir prenses gibiydim şimdi de. Şekilden şekle ve imadan imaya bürünüyordum bu düzende.

“Tabii ki de. Aslında tanıdığım, bana sizi anlatıp buradan bahsettiğinde çekimser yaklaştım. Dalga geçtiğini bile düşündüm, böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Ama ne yaptıysam ne ettiysem bir türlü ona ulaşamadığımdan-

Sesi kısık çıkmıştı bir anda. Herkes duymamalıydı.

Herkes, hiç kimsenin en yakın arkadaşıydı elbet ama yine de herkes duymamalıydı.

“Tamam, sessiz ol. Anladım ben burada bulunma amacını. Derneğimizin adını biliyor musun? İsmi öyle herkesçe bilinmez, kulaktan dolma bilgilerle gelip burada şifalanacakları düşüncesiyle işlemlerini başlatırlar. Duyduğum kadarıyla çoğu şifalanmış ki yeni derman arayanlar başlamış. Ben bile şüpheleniyorum bazen bunun olup olmayacağından. Dobrayımdır.”

“Adınız ne peki?”

“Adımı asla söylemem. Meslek sırrı. Bana sade ve sadece-

Ben de kısık sesle konuşmaya başlamıştım. En mahrem şeyler en mahrem ses ile anlatılırdı.

Etrafa göz gezdirdim, sıraya giren bir sürü insan vardı ve kimlik kontrolleri yapılıyordu.

Güvenlik görevlimiz bile adını söylemezdi. Çünkü biz burada alım ve satımla insanlara istediklerini dağıtmaya çalışırdık. Adımız kulaktan dolma bilgilerle yayılarak bizi istediğimiz üne kavuşturmak niyetindeydi.

“Pekala...”

“Neyi feda edebilirsin, şimdi söyle bana. Geç, otur karşıma.”

Yaşının otuz olduğunu söyleyen karşımdaki kadın, cılız ses tonu ve öz güvensiz duruşuyla neye kavuşamadığını söylemeden de bana anlatır gibiydi gözleriyle.

“İlla ki bir şey feda etmem gerekiyor mu?”

“Emek olmadan hiçbir şey olmaz. Bir şeyi öldüreceksin ki yerine yenisi gelecek.”

Karşımdaki kadın, birdenbire ağlamaya başlayarak çok sevdiği bir insanın olduğunu ve onu kaybettiğini anlatmaya başladı.

“Kaybetmek derken? Öldü mü?”

“Hayır. Bir başkasıyla nişanlandı. Onu hayatıma alabilmek için çok çabaladım olmadı, artık unutmak istiyorum. Bir türlü başaramıyorum. Gitmediğim psikolog, psikiyatr, NLP uzmanları, kişisel gelişimin en alasından türlü olumlamalarla kendimi şifalandırmadığım kimse kalmadı. Aklımın köyünde ıssız bir yerde beni arıyor gibi her seferinde.”

Ona, gelecekteki kayıp torunumu arıyormuşum gibi bir edayla baktığımı fark etti.

Ben zaten sade ve sadece sevememekten ve sevdiklerimi kaybetmekten korkardım.

Bu yüzden en keskin yöntemlerimle işi halletmek asli görevlerimden birisiydi.

Bir başkasından alacaklarımdan korkmazdım, kendimden verebileceklerimden korktuğum kadar.

“Madem onu unutmak istiyorsun, bana vermen gereken şeyin ne olduğunu biliyorsun.”

“Nedir o?”

“Cevap, sorunun en derininde gizli. Bunu, buraya geldiğinde biliyor olman lazımdı tatlım.”

Gözlerimi kırpıştırıp ona candan bir ifadeyle baktığımda ürkmüş gibi yerinde kıpırdandı.

Arkama yaslandım, sırada olanları kontrol ettim ve yine ona döndüm.

“Kalbini istiyorum.”

“Kalbimi mi?”

Gözleri adeta yerinden çıkacak gibiydi, ela gözlerinden korku filmi izler gibi bakışlar sezinliyordum.

Gayet sakin ve sessiz bir tonla, “Evet tatlım, kalbini”

“Saçmalık. Buraya gelen tanıdığım, ondan sade ve sadece yalnızlığı aldığınızı söylemişti. Benden kalbimi mi istiyorsunuz?”

“Burası, 'Ölü Seviler Derneği' Buranın prosedürünü, nasıl bir amaçla yaklaşıldığını ve isteklere göre nelerin feda edildiğini bilerek geliyor olmalı herkes. Tanıdığınızın geçen ay geldiğini hatırlıyorum, o benden aşk ve mutluluk için istekte bulunmuştu. Mutlu olmaya hazırdı, mutlu olmak istiyordu. Ben de ona yalnızlığından vazgeçip vazgeçemeyeceğini sordum. Yıllardır yalnızdı, bu onun için kolay bir vazgeçiş değildi. Hemen kabul etti.

Yalnızlığını söküp aldım. Kendisiyle baş başayken bile yalnız değildi, kalamazdı. Şimdiki durumu ne sence?”

“Bir adamla tanıştı, birbirlerinden kısa zamanda hoşlanmaya başladılar. Gerçekten de yalnız değil. Hiçbir durum ve hiçbir zamanda. Etrafı, o, kendisini yalnız sanabileceği anda bile dopdolu. Düşüncelerinde bile bir şeyler var ve onu hiç yalnız bırakmıyorlar.”

“İşte bak! O, aşk için yalnızlıktan vazgeçti. Sen, birini unutmak için kalbinden vazgeçebilir misin?”

“Hayır, saçmalamayın, asla! Bu, mümkün değil. Sevilmediğim bir adam için kalbimden neden vazgeçecekmişim ki?”

“Ah tatlım...”

Küremden zamanın kendisini çıkardım.

Gözlerinde dönüyor gibiydi dünya, bir an korktu.

“Al bunu, korkma. Madem, kalbinden vazgeçemezsin o vakit zamanın kendisini sana vermem gerek. Korkma, hiçbir zulüm kurtulamayacak kadar keskin acılara sahip değildir. Bir şeyi ne kadar çok unutmak istersen o kadar hatırlarsın, unutmak istedikçe hatırlatır zaman. Zamanın kendisine bıraktığında ve kalbinden vazgeçmeyecek kadar kendine bağlandığında buhar olup uçar gider o unutmak istediğin sevda.”

“Ben buraya neden geldim ki şimdi? Aylardan beri tedavi gördüğüm danışmanlarımın hepsi sizin söylediğinizi söyledi, arkadaşlarım bile. Siz, herkesin bildiğini biliyorsunuz. Burası, ölü seviler derneğiymiş bir aşk uğruna bir şeylerden vazgeçebilmekmiş falan hikaye... Ününüze ün katmak peşindesiniz, saçmalıyorsunuz.”

Arkasını döndü, gitmek niyetiyle. Sadist ve kötücül bir müptelalık şiddetiyle zorla oturttum onu sandalyeye, gözlerimdeki hipnoz etkisiyle susup kaldı.

“İnanmak, kalbini yaşatmaktır. İnancın yoksa kalbinin varlığından şüphe et.”

Kalbini avucumda hissettiğim an kalpsizler müştemilatına diğer arkadaşların yanına yollandı.

“Sıradaki gelsin!”

Bu kez gelen kişi, 5-6 yaşlarında minik bir kız çocuğu oldu.

“Merhaba tatlım”

Ayrık dişimin ona “Dişi ayrık olanların şansları daha açık olur” gibi batıl cemiyetinden kalma haliyle selam verişine, minik kız da düşen dişiyle karşılık vermiş oldu.

“Sizi duydum.”

Kısık sesle konuşuyordu, bu işi en başından biliyordu.

“Sizi duydum derken tatlım?”

“Çok methettiler. Ben de ailemden gizli geldim.”

“Ah tatlım... Aileden gizli olur mu? Hiçbir şey saklamamalısın.”

“Ama annemle babam hep kavga ediyorlar, ben duyuyorum benden gizlemeye çalışıyorlar. Ben de onlardan sizi gizledim, ödeştik.”

Bal suratlı minik kız, zekanın sembolüydü. Her çocuk, emin ellerde olduktan sonra aklının hükümdarıydı.

“Adın ne minik kız?”

“Adımı söylemem.”

“Nedenmiş o?”

“Siz de adınızı söylemiyorsunuz, prosedürünüz bu.”

“Pekala, söyle bakalım. Sen de aşk uğruna mı geldin daha bu yaşta?”

“Hayır efendim, ben, Ölü Seviler Derneğinize sevgi uğruna bir şey bağışlamak istiyorum. Bana, ailemin, tüm Dünya'nın ve hayatımın huzuru, mutluluğu sevgisi için bunu alın-

Çantasından bir papatya çıkardı.

“Sevgi verin, hep barış, hep sevgi olsun.

Benim gibi birinin bile gözlerini doldurdu. Yalnızlık alan, kalp alıp bir insanı kalpsizliğiyle sınayan ve bütün bunları görevi bilip yıllardır bununla övünen ben, dolu gözlerimle hipnotik yanımı kaybetmiş gibiydim bir çocuğun karşısında.

Elinden papatyayı aldım.

“Ah tatlım...”

Papatyası elimde kurudu, birbirimize şaşkınlıkla baktık.

“Benim ellerim sihirlidir, olmaması gerekliydi.”

“Sanırım bir çocuğun karşısında sizin gibi birinin bile yapabilecekleri sınırlı kalıyor.”

Kurumuş papatyasını elimden aldı, birdenbire karşımda büyüdü.

Sandalyemle duvara doğru geri geri gittim.

“Sen de kimsin?”

“Ben, masumiyetim. Ölü Seviler Derneği'nin bağışlayan bağışlanan kalpazanlıklarına son veriyorum. Aşklar ölemez, sevgiler bitemez. Bir aşk uğruna bir kalp, bir mutluluk uğruna bir yalnızlık feda edilemez. Hayat, bunların bütünündeki gerçekliklerden ibaret ve sen, iyilik yaptığını sanırken aldıklarınla övünüyorsun. Övünmek, iyiliği küçültür. Ölü Seviler Derneği'ni yıktırıyorum. Burada, papatya falı derneğini kuracağım. Seviyor sevmiyorlar ile zaman kaybı da olmayacak. Falda hep 'Seviyor' çıkacak ve herkes birbirini sevecek.

“Peki ben ne olacağım?”

Kalbimi avucuna aldı.

“İşe yaramıyordu zaten...”

Kalpsizler müştemilatına gönderildim. Kimse kalmamıştı, herkesin kalbi yerinde ve herkesin mutluluğu kendine has bir güzellikteydi.

“Hep iyilik yaptım. Size aşk uğruna her şeyi vermeye çalıştım. Şimdi bana bunu mu reva gördünüz, hem hani sevgiydi, herkes birbirini sevmeliydi?”

Kalbim olmadan geçirdiğim saatlerin sonunda yanıma bir arkadaş daha katıldı.

“Senin de mi kalbin yok?”

“Hayır, benim bir ruhum yok.”

“Ruhunu niçin aldılar, hani sevgiydi ve sevmekti aslolan? Bunlar düpedüz düzenbaz.”

“Yok canım, onlara hiç kızma Papatya Falı derneği çok iyi durumda. Beni sana arkadaş olarak gönderdiler. Bir kalpsize bir ruhsuz çok iyi gider dediler.”

Yakışıklı prens edasıyla ruhsuzluğunu yarıştırır gibi karşımda gülen adama ayrık dişimi gösterircesine gülümsedim.

Ben sevmeyecektim onu, o, hissetmeyecekti beni. Ruhu yoktu, canı yoktu.

Kalbim yoktu, canım yoktu.

Ne ekilirse o biçilecekti.

Gazete küpürleriyle zaman tükettik. Zamanın pencereyi tıklattığı o güne kadar.

Sevmeden, hissetmeden yaşanmıyordu. Pişmandım.

Almamalıydım o kalpleri, almamalıydım yalnızlıkları. Çünkü aşk uğruna hiçbir şey feda edilmemeliydi. Sevgi bile, aşk bile, yalnızlık bile, ruh bile...

“Ne var, zaman, ne istiyorsun, yeni patronun mu gönderdi seni?”

“Cezanız bitti.”

Kalbim, avuçlarındaydı. Yakışıklı ve ruhsuz prensin ruhu da bir sandıkta gelmişti, demek ağırdı.

Kalbimi avuçlarımdan göğüs kafesimin en yadigar kısmına yerleştirdim.

Sevmek en aşina sürpriziydi bir kez daha hayatın, tanıdık bir kokusu vardı.

Kahve gibi, süt gibi, yaşamak gibi.

Ruhsuz adamın ruhlanan güzelliğinden öptü kalbim.

“Evlenelim mi ruhsuz adam?”

“Evlenelim kalpsiz kadın.”

“Ama biz artık tamamız...”

“Tamam olmak, bir kalpte ve ruhta tamamsan tamam olmaktır.”

“O halde ben sende tamamım.”

“Ben zaten seninle tamamım...”

Papatya Falı Derneği'nde festival vardı. Kalbimin zilinde tekerleme söylüyordu aşk.

Ruh, kalbi; kalp, ruhu ve yalnızlıktan sonraki mutluluk da sevgiye olan inancı sınardı.

Feda etmek, emek vererek olurdu. Emekten çalarak değil.

Ben, kim miyim?

Ölü Seviler Derneği'nin kalpsiz patronu.


Dilara AKSOY

( Ölü Seviler Derneği başlıklı yazı dilara aksoy tarafından 9.11.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.