'Bir değer ortaya koymak, kendini yaşamaktır. Eleştiriden öteye gidememek, başkalarını yaşamaktır.' (s. 18)

'Sermayeyi, eşyayı, malı, parayı, ünü putlaştıran kişi, özgür değil köledir.'(s. 26)

'Müminin görevi Amentü'yü bir ilaç prospektüsü gibi ezberlemek değil, acı gibi gelse de ilacı içer gibi onu ruhuna geçirmesidir, onunla ruhunu özdeşleştirmesidir, ruhunu Amentüleştirmesidir.' (s. 38)

'Kendini gören kendini aşamaz. Kendini aşamayan, var oluşunun ok gibi yönlendiği noktaya, zirve noktasına eremez. ' (s. 40)

'Kıskançlık, çekememezlik, öç, hak teslimsizliği... Hep, (ben) 'in kendini görme bataklığında boy atan yabanıl duygulardır.' (s. 43)

'Mizacımızı yücelik yüzünde işletmeliyiz... Doğruyu, iyiyi, güzeli kişiliğimizde birleştirirken mizaç, sabrımızı ayakta tutan manevi bir yakıt olmalıdır.' (s. 45)

'Konuşma, söz, ancak alın teri ve emeğin gerektirdiği kadarıyla yararlıdır. İş yerine söz üretimiyle vakit tüketmek, bir nevi zaman katilliğidir ki, bence katilliklerin en korkuncudur.' (s. 49)

'Doğuluya eşyanın nazarı değdi. Batılının ise eşyaya dokundu nazarı. Doğulu ürkekleşti, kaçtı. Eşya ise kimi yerde aynı ürkeklikte kaçışırken, kimi yerde dönüp öfkeyle insana saldırıyor. Öyleyse, önce 'Nazar'ı düzeltmek lazım. 'Bakış'ı sağlığına kavuşturmak. Ne insanın eşyaya nazarı değmeli, ne de eşyanın insana nazar vermesine izin vermeli.' (s. 54) .

'İslam'dan bir parçayı alıp 'eğri' diye gösteren öbür uygarlık düşüncelerinin yanılgısı buradan geliyor. Aslında o 'eğri', sonsuzda 'doğru'nun bir parçasıdır. Çünkü İslam, ebedi olana ayarlanmıştır her konuda.' (s. 57)

'Gurura gebe güven, sonunda insanı tam yeise, umutsuzluğa ve karamsarlığa düşürecektir. Tanrı korkusundan yoksunluğun işareti olan, açık kapı bırakmamış som güvenle, Tanrı sevgisizliğinin somutlaşmış mumyası olan, umut kapısını sonuna kadar kapamış tam yeis, uçların birleştiği kuralına uyarak, bir noktada toplaşır ve insanoğlunun mahvına ve derlenip toparlanma yazgısının bozgununa, yaşama unsurlarının bir daha bir araya gelemeyecek denli dağınıklaşmasına sebep olurlar.' (s. 61)

'Ruh, ne kadar ölüm militanları ve terör mekanizmalarıyla kuşatılırsa kuşatılsın, Tanrı 'nın bir mucizesi olarak, onun en mahfuz yerinde sürekli olarak yanmakta olan bir çerağ, karanlıkları yırtacak ve kurtuluşa bir kapı aralayacaktır.' (s. 64)

'Tanrı korkusu, Tanrı sevgisi içindir, Tanrı sevgisine, yerleşecek sağlam bir alan hazırlamak içindir.' (s. 69)

'İnsan ve insanlık ebedi değildir; Allah'ın, aklı aşan hilkat ve yaratış kapsamından da bir toz zerresi bile değildir. Ancak, Allah'ın kudretine oranla bir toz zerresi olan bu yazgı, yine onun kudretinin bir sonucu olarak, kendi içinde adeta sonsuzmuşçasına bir imkânlar ve açılımlar demetini muhafaza etmektedir. Bir tohumun ya da çekirdeğin içinde saklı duran gerçekleşme imkânlarının, süreli oluşum planlarının ve gün ışığına çıkmak için vaktini gözleyen arşiv bölgelerinin demeti gibi.' (s, 73)

'Sanat eseri zirvelere uçurum taşır. Bu yüzden de, insan, çoğu zaman tam zirvede, bir krater ağzına rastlar ve onun büyüsüne kapılarak başı dönmüş bir vaziyette karanlığın kuyusuna yuvarlanır.' (s. 74)

'Çağımızda insanoğlunun mutsuzluğunun asıl kaynağı, 'Öteki dünya'ya inanmaması d ir.'' (s. 77)

'Bu dünyayı ne yapıp yapıp 'öteki dünya'dan haberdar kılmalı. Onunla tanıştırmalı. Unutmuş olduğu o dünyayı ona hatırlatmalı. Cennete doğru uzatmalı onu.' (s. 78)

'Bir kez daha insanlık, zaman, ölüm, diriliş kavramları üzerine eğilmek ve derin derin düşünmek zorunda.' (s. 79)

'Üstlerine napalm bombaları yağdırılarak öldürülen çocuklar, kadınlar ve masum insanların ahi, çığlıkları, Ahiret'i şimdiden bir ateş şerraresi halinde insanlığın üzerine gererse şaşmamak gerekir.' (s. 80)

'Tarih dönemlerinde benzeşim olabilir, ama kuşkusuz tekrar yoktur.' (s. 84)

'Hastaya ilaç prospektüslerinin, hatta eczanede duran ilaçların bir faydası yoktur. Hasta, kendisine acı da gelse, doktur kılavuzluğunda, prospektüsler ya da daha doğrusu kitaplar uyarınca o ilacı eczanelerden alıp içtiği vakit, şifa değişiminin ne olduğunu idrak edecektir.' (s. 85)

'Çağımızda insanoğlunun en büyük talihsizliği, 'Eski' psikozuna yakalanmışlığıdır. Ya da, tersinden bakılırsa, insanlığın kapıldığı bir 'yeni' manisi, zamanı verimlendiren, tarihi ve uygarlığı sağlamlaştıran 'sabır' ahlakını yok etmektir. 'Yeni' manisi, ya da eski' fobisi, Hakikat Uygarlığının 'sabır ve hak', 'Sabır ve merhamet' özlerini zedelemekte, böylece bîr yandan yaşayan uygarlığı çürütücü, kurulan'uygarlığı da oldurmayıcı kötü tarih ve zaman bakterilerinin türeme ve üremesine elverişli bir ortam hazırlamaktır.' (s. 90)

'Her şehrin bir ruhu vardır. Ve, bunu en çok, dış yapılar, sokaklar ve parklardan çok, 'İnsan' oluşturmaktadır. Büyük insanların, insanlığın gerçek, doğru, iyi ve güzel adına ortaya koyduklarından doğan kurumlar, şehrin ruhunu yaşatırlar.' (s. 95)

'Kentlere akan kalabalıkları, onların yeni bir anlamı için yeter saymak sosyologların tarihi yanılgısı olacaktır. Bu değişim, otomatik olarak, yeni kent doğurmaz. Aslında, çağımızda, kentleşme denen olay, gerçekte bir kentleşme değil, tabiatın ölümünden doğan bir illüzyondur. Tabiat kent-dışı oluyor ve oradan insanlar kentlere doluşuyorlar. Ancak, bu sağlıklı bir kentleşme olmadığından giderek kentlerin de ölümüne sebep oluyor.' (s. 99)

'Saate erinceye kadar, ruh yaralıdır, eksikliktir ve mutsuzdur. Azap ve ıstırabın tutsağıdır. Ama ona ulaştı mı, iç sevincini, var oluş sevincini bulmuş olur.' (s. 122)


Sezai Karakoç, Diriliş Muştusu, Diriliş Yayınlan, 2. Baskı, İst. 1985



Durdu Şahin
( Diriliş Muştusu başlıklı yazı Durdu ŞAHİN tarafından 11.03.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.