NAMAZ
KİTABÜ'S-SALÂT (NAMAZ BÖLÜMÜ)
DEVAMI 11
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…
Bundan sonra:
SEHİV SECDESİ BAHİSLERİ
Sehiv Secdesinin Tanımı
“Sücûd”, lügatte ister alnı yere koyarak olsun, ister itaat gibi boyun büküp teslim olma emarelerinden
biriyle olsun, mutlak olarak zelîlâne bir şekilde boyun büküp teslim olmak demektir.
“Sehiv” ise lügatte, bilmeksizin bir işi yapmaktır. Sehiv ile nisyan (unutma) arasında lügat bakımından
bir fark yoktur. Fıkıhçılar da bu ikisi arasında bir fark gözetmezler. Hatta bunlara göre sehiv, nisyan ve
şek kelimeleri arasında da bir fark yoktur. Ama fıkıhçılar bu kelimelerle zan kelimesi arasında fark olduğunu ileri sürerek şöyle demektedirler: Zan, işin ağır basan yönünü uygulamaktır. Bir kişi, iki
şeyden birini tercih ederek yaparsa, zanna göre hareket etmiş olur. Ama sehiv, nisyan ve şek böyle
değildir. Şek’te, bir işi yapmakla yapmamak arasında tercih yapılamamakta, iki taraf da birbirine denk
olmaktadır. Sehiv secdesinin lügat anlamı buydu. Fıkıhçıların ıstılahına göre tanımı, ne zaman
yapılacağı, niyeti gibi hususlara gelince, mezheblerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Sehiv secdesi, namaz kılan kişinin sadece sağ tarafına selâm verdikten sonra iki
secde etmesi, bundan sonra teşehhüdde bulunup selâm vermesinden ibarettir. Sehiv secdesinden sonra
teşehhüdde bulunmayan kişi vacibi terk etmiş olur. Ama namazı sahîh olur. Sehiv secdesinden sonra
teşehhüdde bulunduktan sonra selâm vermesi vâcib olur. Selâm vermediği takdirde vacibi terk etmiş
olur ve namazdan çıkış selâmı olan ilk selâm da yeterli olmaz. Çünkü sehiv secdesi, bu ilk selâmı
ortadan kaldırdığı gibi, bu selâmdan önceki teşehhüdü de ortadan kaldırır. Peygamber Efendimize salât
ve dua meselesine gelince; bunları, selâmdan önceki son teşehhüdde okumalıdır. Bunları sehiv
secdesinden sonraki teşehhüdde okumaya gerek yoktur. Seçkin olan görüş budur. Bir rivayete göre
sehiv secdesinden sonraki teşehhüdde de ihtiyat gereği olarak bu duaları okumak gerekir.
“Sadece sağ tarafa selâm verdikten sonra iki secde etmesi” sözüne gelince bu sözle, sağla birlikte sol
tarafa da selâm veren kişi kapsam dışına çıkmış olmaktadır. İki tarafa da selâm veren kişi, sehiv
secdesi yükümlülüğünden kurtulmuş olur. Sahîh olan görüş budur. Kasıtlı olarak iki tarafa selâm veren
kişi, vacibi terk ettiğinden ötürü günahkâr olur. Unutarak yapan günahkâr olmayıp sehiv secdesi
yükümlülüğünden kurtulur. Sehiv secdesini iade etmesine de gerek yoktur. Zîrâ unutmaktan ötürü
sehiv secdesi sakıt olur. Yine bunun gibi sehiv secdesinden önce namazla alâkası olmayan bir sözü
unutarak veya kasıtlı olarak konuşan kişi de sehiv secdesi yükümlülüğünden kurtulur. Kasıtlı olarak
namazın rükünlerinden birini yapmayan veya vacibi terk eden kişinin de sehiv secdesi yapması
gerekmez, Çünkü vacibi kasıtlı olarak terk eden kişinin, günahkâr olmakla birlikte namazı sahîh olur.
Sehiv secdesi yükümlülüğü de düşer. Kasıtlı olarak bir rüknü terk eden kişinin namazı batıl olur. Secde
yapmak, eksikliği tamamlamaz. Hanefîlere göre bu secde, sadece unutma hâlinde vâcib olur. Sehiv
secdesi, kasıtlı olarak terk edilen rüknün yerini doldurmaz. Sehiv secdesini yaparken niyetin gerekli
olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır. Bazıları niyetin gerekli olmadığını söylemişlerdir. Zîrâ sehiv
secdesi, namazın eksik kalan bir vacibinin yerini doldurmak için veya bir rükünde vuku bulup da sonra
düzeltilen bir noksanlığın gediğini kapatmak için yapılmaktadır. Namazın her parçası için niyet etmek
vâcib olmadığına göre, sehiv secdesi içinde niyet etmek gerekli olmamaktadır.
Diğer bazıları da sehiv secdesi için niyetin vâcib olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bunlara göre sehiv
secdesi namazdır. Namaz da niyet olmaksızın sahîh olmaz. Tilâvet ve şükür secdeleri için niyet vâcib
olduğu gibi, sehiv secdesi için de vâcibtir. Bunların hepsi de namaz gibidir. Namaz için niyet etmek
vâcib olduğu gibi, sehiv secdesi için de niyet vâcib olur. Bu ikinci görüş daha kuvvetli olup buna göre
amel etmek ihtiyata daha yakındır.
Şafiiler dediler ki: Sehiv secdesi, namaz kılan kişinin selâmından önce, teşehhüdde bulunup
Peygamber (s.a.s.)e ve âline salât getirdikten sonra niyet eder tıpkı namaz secdesi gibi iki secde
etmesidir. Niyet ederken sadece kalben niyet etmelidir. Çünkü dille niyet etmek, namazı bozar.
Bilindiği gibi bu mezhebe göre sehiv secdesi, ancak namazın selâmından önce yapılabilir. (Sehiv
secdesi için de olsa) selâmdan önce konuşma halinde, doğal olarak namaz bozulur. Kasıtlı olarak
(kalben) niyet etmeksizin sehiv secdesi yapan kişinin namazı batıl olur. Sehiv secdesi için niyet etmek,
imam ve yalnız başına namaz kılan kişi için şarttır. İmama tâbi olarak kılanların, sehiv secdesi için
niyet etmeleri şart değildir.
Bu kişinin imamının niyeti, kendisi için de yeterli olur. Şâfiîlere göre bu secdenin sadece sehiv
nedeniyle yapılması gerekli değildir. Aksine, ileride de açıklanacağı üzere, bilerek veya unutarak da
olsa namazının bir cüz’ünü terk etmek nedeniyle de sehiv secdesi yapılır. Sehiv secdesi denmesi,
çoğunlukla insanın namaz cüzlerini kasıtlı olarak terk etmeyeceğinden ötürüdür. Bu secdeyi sehiv
dolayısıyla yapmakta olan kişinin, secdedeyken:
“Uyumayan ve unutmayan Allah, noksanlıklardan münezzehtir” demesi iyi olur. Bu secdeyi, kasıtlı
olarak namazın bir cüz’ünü terk etmekten ötürü yapmakta olan kişinin secdedeyken Allah’tan afv
dilemesi ve bağışlanma talebinde bulunması iyi olur. Bununla da Hanefîlerin, sehiv secdesi için niyeti
şart koşma hususunda Şâfiîlerle hemfikir oldukları anlaşılmış olmaktadır. Zîrâ Şâfiîler, sehiv
secdesinin selâmdan önce, Hanefilerse selâmdan sonra yapılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Şâfiîler
sehiv secdesi için sadece iki selâmla yetinmişler, Hanefilerse iki secdenin yanı sıra bir teşehhüd ve
oturmayı gerekli görmüşlerdir.
Malikiler dediler ki: Sehiv secdesi, namaz kılan kişinin selâmdan önce yaptığı iki secdedir. Bunlardan
sonra sadece teşehhüdde bulunulur, fakat Peygamber (s.a.s.) Efendimize salât ve duâ okunmaz. Eğer
bu secdeyi selâmdan sonra yapmışsa bundan sonra teşehhüdde bulunur. Vâcib olarak da selâmı iade
eder. İâde etmediği takdirde namazı batıl olmaz. Hanefi ve Şafiî mezheblerinin bu husustaki görüşleri
bilinmektedir. Ancak Şâfiîler derler ki: Sehiv secdesi her zaman selâmdan önce yapılır. Secdeden sonra
selâm vermek zorunludur. Hanefilerse, selâmı sehiv secdesinden sonra vermenin vâcib olduğunu
söylemişlerdir. Öyle ki bu selâmı terk eden kişi, günahkâr olmakla birlikte secdesi sahîh olur. Şu da var
ki: Mâlikîlere göre selâmdan önce yapıldığı takdirde sehiv secdesi için niyete gerek yoktur. Bunlara
göre sehiv secdesi, namazın cüzlerinden biri olduğu için, namaz niyeti secdeye de yeterli olur. Secde,
selâmdan sonra yapıldığı takdirde, namaz dışında kaldığından dolayı niyet gerekli olur. Bu hususta
Mâlikîler, Hanefilerle ittifak içinde olup Şâfiîlerle görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Şu hususu da belirtmekte yarar vardır: Bir noksanlık yapıldığından dolayı Cuma namazında sehiv
secdesi gerekir de yapılmaz ve selâm verilirse, bu secdeyi namazın kılındığı camide yapmak zorunlu
olur. Bir fazlalık yapıldığından ötürü Cuma namazında sehiv secdesi gerekir de yapılmaz ve selâm
verilirse, bu secdeyi herhangi bir camide yapmak caiz olur. Çünkü bu secde, selâmdan sonradır. Ancak
bu secdeyi edâ ettiği cami, içinde Cuma namazı kılınan bir cami olmalıdır.
Namazda sadece bir noksanlık veya hem noksanlık hem fazlalık olmuşsa, sehiv secdesi selâmdan önce
yapılmalıdır. Meselâ namazda zamm-ı sûreyi unutup okumayan ve rükûa eğilinceye kadar hatırlamayıp
ancak bundan hemen sonra hatırlayan kişi, sûreyi okumak için geri dönmez. Döndüğü takdirde namazı
batıl olur. Geri dönmezse, namazı son teşehhüde kadar devam ettirir. Teşehhüdde bulunup Peygamber
Efendimize salât getirir ve duâ okur! Sonra da iki sehiv secdesini yapar. Yine teşehhüdde bulunur ve
salât ile duayı okumaksızın selâm verir.
Namazda sadece bir fazlalık olmuşsa, sehiv secdesi selâmdan sonra yapılır. Geciktirmek mekruh olur.
Selâmdan sonra yapılması gereken sehiv secdesinin kasıtlı olarak selâmdan önce yapılması veya
selâmdan sonra geciktirilmesi haramdır. Ama bu bir kasıtla yapılmışsa ne mekruhtuk, ne de haramlık
söz konusu olmaz. Her iki durumda da namaz batıl olur.
Hanbeliler dediler ki: Sehiv secdesi, tekbir alarak iki secde etmektir. Bunun bu kadarında ittifak
vardır. Aşağıda açıklanacak sebeplerden ötürü sehiv secdesinin selâmdan önce ve selâmdan sonra
yapılması caizdir. Sehiv secdesi, selâmdan sonra yapılması gerektiği halde selâmdan önce yapılırsa,
secdeden sonra ve selâmdan önce teşehhüdde bulunmak gerekir. Sehiv secdesinin selâmdan önce
yapılması gerekiyorsa, kendisinden önceki teşehhüdle yetinilerek ayrıca secdeden sonra teşehhüde
gerek kalmaz. Şâfiîler de bu görüştedirler. Yalnız Hanbelîler, iki durum dışında sehiv secdesinin
selâmdan önce yapılmasının mutlak olarak daha faziletli olduğunu söylerler. Bu iki duruma gelince:
1. Namazda bir veya daha fazla rek’atteki noksanlıktan ötürü secde yapmak için, önce noksanlık ikmâl
edilip selâm verilir. Sonra da sehiv secdesi yapılır.
2. İmam, namazdaki bir husustan ötürü şüpheye düşer, sonra da geri kalan kısmı kendi kuvvetli
zannına dayanarak devam ettirirse, bu durumda sehiv secdesini selâmdan sonra yapmak daha faziletli
olur. Mûcib sebepleri muhtelif olsa bile, birden fazla olan sehivler için sadece iki secde yapmak yeterli
olur. Bir namazda hem selâm öncesi, hem de selâm sonrası sehiv secdesini gerektiren sebepler vukû
bulursa, önceki sehiv secdesi diğerine tercih edilir. 426 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 632-635.
Sehiv Secdesinin Sebepleri
Sehiv secdesi yapılmasını gerektiren sebepler, mezheblere göre değişik olup aşağıda detaylı bir şekilde
anlatılmıştır.
Hanefiler dediler ki: Sehiv secdesi bazı sebeplerden ötürü gerekir:
Birinci Sebep: Bir kimsenin, kıldığı namazda bir veya daha fazla rek’at arttırma veya eksiltmesidir.
Namazda fazladan bir rek’at kıldığına kesinlikle kanaat getiren kişi, meselâ öğle namazının dört
rek’atlik farzını kılıp da beşinci rek’ate kalkan kişi, bu rek’atin rükûundan kalktıktan sonra namazı
fazlalaştırdığını anlarsa, oturmaksızın selâm vererek namazı kesebileceği gibi, oturup selâm vererek de
kesebilir. Ama en iyisi oturup ondan sonra selâm vermesidir. Her halükârda sehiv secdesi yapması
gerekir. Yine bunun gibi namazını bir rek’at eksik kıldığına kesinlikle kanaat getiren kişi, meselâ öğle
namazının üç rek’atini kıldıktan sonra oturur, teşehhüddeyken hatırlarsa, ayağa kalkarak dördüncü
rek’ati kılar. Sonra da teşehhüdde bulunup salât getirir... Arkasından da önce anlatılan şekliyle sehiv
secdesi yapar. Namaz kılan kişi, namazda kaç rek’at kılmış olduğu hususunda şüpheye düşerse,
bununla ilgili iki durum söz konusu olur:
1. Bu şüphe, kişinin her zaman karşılaşmadığı, yeni görülmekte olan bir şüphe olabilir.
2. Veyahut da bu şüphe, kişinin her zaman karşılaştığı ve alışık olduğu bir şüphe olabilir.
Bu şüphe birinci şıktaki şüphe türünden ise, namaz kılmakta olan kişi derhal namazını keserek yeniden
namaza başlamalıdır. Sadece niyet ederek değil, aynı zamanda namaza zıt bir fiil işleyerek namazını
kesmelidir. Bilindiği gibi namazı selâm lafzıyla kesmek vâcibtir. Bu durumdaki şahıs, oturup selâm
vermelidir. Ayaktayken selâm verdiği takdirde sahîh olur. Ama önce de belirtildiği gibi evlâ olan
hükme ters düşmüş olur.
Bu şüphe ikinci şıktaki şüphe türündense, namaz kılmakta olan kişi, namazı kesmeyip kendi kuvvetli
zannına göre hareket ederek namaza devam eder. Diyelim ki; öğle namazım kılmakta olan bir kişi,
üçüncü rek’atteyken, üçüncü rek’atte mi, yoksa dördüncü rek’atte mi olduğu hususunda şüpheye
düşerse, kendi zannına göre hareket eder, etmelidir. Dördüncü rek’atte olduğunu zannederse, bu rek’ati
tamamladığında oturup “tahiyyat” okuması, Peygamber Efendimize salât getirip sonra da selâm
vermesi ve önce belirtilen şekliyle sehiv secdesi yapması gerekir.
Üçüncü rek’atte olduğunu zannederse, bundan sonra dördüncü rek’ati kılıp teşehhüdde bulunmalı, salât
okumalı ve selâmdan sonra bilinen şekliyle sehiv secdesi yapmalıdır. Kıyâs bu yöndedir.
Bu anlattıklarımız, bireysel olarak kılınan namazlar için söz konusudur. Ama namaz kıldırmakta olan
bir imam, namazdayken şüpheye düşer, cemaati de namazı arttırdığı veya eksilttiğine ilişkin ikrarda
bulunursa, cemaatin sözüne uyarak namazı iade etmesi gerekir. Ama cemaatle ihtilâfa düşerse, onlar üç
rek’at kıldırdığında kendi aralarında ittifak ederler de kendisi dört rek’at kıldırdığına yakînen inanırsa
kendi kanaatine göre hareket eder ve namazı iade etmez. Namaz kılanlardan bir veya daha fazla kişi,
imamın tarafına geçerlerse imamın sözüne itibâr edilir. İmam şüpheye düşer ve cemaatin bir kısmı
namazın tam kılındığı, bir kısmı da eksik kılındığına yakînen inanırlarsa namazı sadece şüphe
edenlerin iade etmeleri gerekir. İmama uyanlardan biri, namazın eksik kılındığına yakînen inanır,
imam ve cemaatin diğer kısmı şüpheye düşerlerse, bu durumda eğer vakit içindelerse ihtiyat gereği
namazı iade etmeleri daha uygun olur. Aksi takdirde iade etmezler. Cemaat içinde olmasa bile âdil bir
kişinin namazdan sonra, imamın sözgelimi öğle namazını üç rek’at olarak kıldırdığını haber verirse ve
imam da bunun doğru sözlü veya yalancı biri olduğunda tereddüde düşerse, ihtiyat gereği olarak
namazı iade etmesi uygun olur. Üç rek’at kıldığını iki adil kişi haber verirse, onların sözlerine göre
hareket edilir. Artık imamın sözü muteber olmaz. Ama haber veren kişi, âdil biri değilse haberine itibar
edilmez. İmam, niyet veya iftitah tekbirinde şüpheye düşerse veya namazdayken abdestinin bozulduğu,
ya da kendisine necaset bulaştığı hususunda şüpheye düşerse, bu şüphe de kendisinde ilk defa vukû
buluyorsa namazını kesmesi, şüphesini de sağlama bağlayıp namazını iade etmesi gerekir. Ama bu
şüphe, her zaman alışık olduğu bir şüphe ise, aldırmayıp namaza devam eder. Namazın
tamamlanmasından sonra baş gösteren şüphenin namaza bir zararı olmaz.
İkinci Sebep: Sehiv secdesinin ikinci sebepi, farz olan son ka’dede sehiv yaparak ayağa kalkmaktır.
Bu durumdaki bir şahıs, geri dönüp teşehhüd miktarınca oturmalı, sonra selâm verip sehiv secdesi
yapmalıdır. Secde yapması, farz olan son ka’deyi zamanından sonraya bırakmış olması nedeniyledir.
Bu kişi geri dönmeyip beşinci rek’ati kılmaya devam eder ve bu rek’atin secdesini yaparsa, başını
secdeden kaldırmakla namazı nafileye dönüşür ve buna altıncı bir rek’at daha ilâve eder. Eğer bu
durum ikindi namazında meydana gelirse, sahih olan kavle göre bu durumda sehiv secdesi yapmaz.
Çünkü namazın nafileye dönüşmesi, sehiv secdesi gereğini ortadan kaldırır. Ama namazı aslen nafile
olmuş olsaydı durum farklı olur ve sehiv secdesi yapması gerekirdi. Her halükârda nafileye dönüşen
farzı iade etmek zorunludur.
Üçüncü Sebep: Farz namazların birinci ka’desinde sehiv yaparak oturmayıp üçüncü rek’ate kalkmaya
kasteden kişi, ayağa kalkmadan hatırlayıp oturursa namazı sahîh olur. Sehiv secdesi gerekmez. Ama
ayağa kalktıktan sonra ka’dede oturmadığını hatırlarsa teşehhüde geri dönmez. Geri döndüğü takdirde
bazıları namazının batıl olacağını, zîrâ birinci ka’denin farz olmadığını, farz olan hususun kıyam
olduğunu; farz olan kıyamı bırakıp farz olmayan birinci ka’deye geri dönmenin namazı batıl kılacağını
söylemişlerdir. Gerçek olan şu ki; bu uygulama namazı bozmaz. Zîrâ bu durumda namaz kılan kimse,
farz olan kıyamı terk etmemiş, sadece geciktirmiştir. Bunu şöylece örneklendirebiliriz: Zamm-ı sûre
okumayı unutup rükûa varan kişi, hatırladığı takdirde rükûu iptal ederek kıyam hâline geri döner,
sûreyi de okursa namazı sahîh olur. Bir rüknü veya farzı, zamanından sonraya bıraktığı gerekçesiyle de
sehiv secdesi gerekir.
Bu anlatılanlar, kişinin yalnız başına namaz kılması veya imam olarak başkasına namaz kıldırmasıyla
ilgiliydi. İmama tâbi olarak kılmakta olan kişi, imamıyla birlikte birinci ka’dede oturmayıp ayağa
kalktıktan sonra, imam geri dönüp oturursa kendisi de imama tâbi bulunması nedeniyle geri dönmek
mecburiyetinde olur. İmama bağlı olduğu için bu oturuş kendisine farz olur.
Dördüncü Sebep: Bir rüknü diğer bir rükünden bir vâcibten önceye almak. Bir rüknü diğer bir
rükünden önceye almanın misâli, iftitah tekbirini aldıktan ve “Sübhâneke”yi okuduktan sonra unutarak
rükûa varmaktır. Bu durumdaki bir kişi, rükû rüknünü kıraat rüknünden önceye almış olmaktadır.
Dolayısıyla da sehiv yaptığını hatırladığında kıyam hâline geri dönerek kıraat rüknünü edâ etmeli,
sonra ikinci kez rükûa varmalı ve namazı tamamladıktan sonra bilinen şekliyle sehiv secdesi yapmalıdır. Kıraatte bulunmadığını rükûdayken hatırlamazsa, bu rek’at lağvolur. Selâm vermeden önce
bunun yerine bir rek’at kılıp selâm vermeli ve sonra da sehiv secdesi yapmalıdır.
Bir rüknü bir vâcibten önceye almanın misâli ise, rükûu zamm-ı sûreden önceye almaktır. Bu hatâyı
rükû esnasında hatırladığı takdirde, rükûdan kalkıp sûreyi okumalı, sonra da ikinci kez rükûa
varmalıdır. Rükûdayken hatırlamadığı takdirde, selâmdan sonra sehiv secdesi yapması gerekir.
Beşinci Sebep: Sehiv secdesinin sebeplerinden biri de şu sayılacak vâciblerden birini terk etmektir.
Bu vâcibler on bir tanedir.
1. Fâtiha’yı okumak: Namaz kılan kişi, Fâtiha’nın tümünü veya yarıdan çoğunu farz namazların ilk iki
rek’atinden birinde okumazsa sehiv secdesi yapması vâcib olur. Ama yarıdan çoğunu okur da azını
okumazsa sehiv secdesi gerekmez. Çünkü yandan çoğunu okumak, tamamını okumak gibidir. Bu
hususta imamla münferid arasında bir fark yoktur. Aynı şekilde vitir veya nafile namazlarının herhangi
bir rek’atinde de Fâtiha’nın tamamını veya yandan çoğunu terk eden kişinin, sehiv secdesi yapması
vâcib olur.
2. Fatiha’dan sonra zamm-ı sûre veya üç kısa, ya da bir uzun âyet okumak: Fatiha’dan sonra bir şey
okumayan, ya da kısa bir âyet okuyan kişinin sehiv secdesi yapması gerekir. Çoğun hükmü tamamın
hükmü sayıldığından ötürü, Fatiha’dan sonra iki kısa âyet okuyan kişinin sehiv secdesi yapması
gerekmez. Fatiha veya zamm-ı sûre okumayı unutup rükûa varan ve sonra da okumadığını hatırlayan
kişi, kıyam hâline geri dönüp gerekli kıraati edâ eder. Unutmuş olduğu eğer Fatiha ise, onu okur, sonra
da zamm-ı sûreyi yeniden okur. Rükûu da iade edip namazın sonunda sehiv secdesi yapar. Unutmuş
olduğu, vitrin Kunut’u ise ve bunu rükûdayken hatırlarsa, artık Kunut’u okumak için kıyam hâline dönmek gerekmez. Ama sehiv secdesi yapmak vâcib olur. Geri dönüp Kunut’u okuduğu takdirde rükûu
geçerliliğini korur. Ama yine sehiv secdesi yapması gerekir. Fâtiha’yı unutarak iki kez okuyan kişi,
zamm-ı sûreyi geciktirmesi nedeniyle sehiv secdesi yapmalıdır. Kıraat tertibinde nükseden, yani birinci
rek’âtte Duhâ sûresini, ikinci rekatte ise A’lâ sûresini okumakla sehiv secdesi yapmak gerekmez.
Çünkü sûreler arasındaki tertibe riâyet etmek, namazın vâciblerinden değil, Kur’an düzeninin ve tertibinin vâciblerindendir. Aynı şekilde zamm-ı sûreyi okuduktan sonra susup rükûa biraz gecikmeyle
giden kişinin sehiv secdesi yapması vâcib olmaz. Bu hal, imam olarak namaz kıldıran şâfiîlerde çok
görülür.
3. Kıraati farzların ilk iki rek’atîerinde tesbit etmek: Kıraati son iki rek’ate aktaran veya sadece ikinci
ve üçüncü rek’atlerde kıraatte bulunan kişinin vitir ve nafile namazlarının tersine sehiv secdesi
yapması vâcib olur.
4. Aynı rek’atte mükerrer olarak yapılan fiiller arasında tertibe riâyet etmek: Buna örnek de, bir
rek’atteki iki secdedir. Namaz kılan kişi secdelerden birini unutarak müteâkib rek’ate kalkar ve bu
rek’ati kılıp da iki secdesini yaptıktan sonra önceki rek’atte unutmuş olduğu secdeyi bunlara eklerse
namazı sahîh olur. Bu tertib vacibini terk etmiş olduğundan dolayı sehiv secdesi yapması gerekir. Terk
ettiği secdeyi ikmâl ederken daha öncesini iade etmesi gerekmez. Ama mükerrer olmayan fiiller
arasındaki tertibe riâyet etmemeye gelince, bunu şöyle bir örnek vererek açıklayabiliriz: Bir kişi iftitah
tekbirini aldıktan sonra rükûa varır, rükûdan kalktıktan sonra Fatiha ve zamm-ı sûreyi okursa, önceden
yapmış olduğu rükûu lağvolur. Kıraati tamamlayınca yeniden rükûa varması ve namazın sonunda da
sehiv secdesi yapması gerekir.
5. Rükû ve secdede itmi’nân: Unutarak itmi’nânı terk eden kişinin, sahîh görüşe göre sehiv secdesi
yapması gerekir.
6. Vâcib olan ka’de: Bu ister farzda, isterse nafilede olsun, son ka’de dışındaki ka’dedir. Meselâ ilk
ka’dede oturmayıp unutarak tam bir kıyamla müteâkib rek’ate kalkan kişi, namazını kılmaya devam
edip tamamlar. Sonra da sehiv secdesi yapar. Zîrâ bu kişi, vâcib olan oturuşu terk etmiştir.
7. Tahiyyâtü’yü okumak: İlk ka’dede olsun, son ka’dede olsun unutarak Tahiyyâtü’yü okumayan
kişinin sehiv secdesi yapması gerekir.
8. Vitir’de Kunut okumak: Bunu okumadan rükûa varan kişinin sehiv secdesi yapması gerekir.
9. Kunut tekbiri: Kunut’a başlarken tekbir almayan kişinin sehiv secdesi yapması gerekir.
10. Bayram namazının ikinci rek’atindeki rükû tekbiri: Birinci rek’atin tersine ikinci rek’atteki rükû
tekbiri vâcibtir. Terkedilmesi hâlinde sehiv secdesi yapmak gerekir.
11. Vâcib oluşuna göre imamın, kıraati sesli veya sessiz yapması: Sesli okunması gereken yerde sessiz,
sessiz okunması gereken yerde sesli okursa sehiv secdesi yapması gerekir. Tabiî bu, duâ ve sena
dışındaki kıraat için sözkonusudur. Bunların sesli okunması hâlinde sehiv secdesi gerekmez. Bütün bu
anlatılan durumların farz veya nafile bir namazda vuku bulması, hüküm bakımından değişiklik
getirmez.
Mâlikîler: sehiv secdesinin üç sebepten ötürü gerektiğini söylemişlerdir:
Birinci Sebep: Namazın sünnetlerinden birini terk etmek! Bunun açıklaması şöyledir:
Namaz içindeki müekked sünnetlerden birini yapmamak. Meselâ zamm-ı sûreyi unutarak yerinde
okumayan kişinin, bu sûreyi terk etmiş olduğu muhakkak veya şüpheli de olsa namaz için bir noksanlık
sayılır. Bu durumda selâm vermeden önce sehiv secdesi yapmak gerekir. Yine bunun gibi, yaptığı
hatanın bir eksiklik mi, yoksa bir fazlalık mı olduğu hususunda şüpheye düşen kişinin hatâsına eksiklik
gözüyle bakılır. Bu eksiklik de selâmdan önce yapılacak sehiv secdesiyle ikmâl edilmiş olur. Bilindiği
gibi bu mezhebe göre, namazdaki eksikliklerin sehiv secdesiyle ikmâl edileceği kural hâline gelmiştir.
Terkinden dolayı sehiv secdesi yapılan sünnetle ilgili olarak üç şart gereklidir:
a. Bu sünnet, önce de söylendiği gibi müekked bir sünnet olmalıdır. Rükû veya secde tekbirlerinden
biri gibi gayr-ı müekked bir sünneti veya sabah namazındaki Kunut gibi bir mendubu sehven terk eden
kişinin sehiv secdesi yapması gerekmez. Gayr-ı müekked bir sünnetin terkinden ötürü, selâmdan önce
sehiv secdesi yapan kişinin, namazdan olmayan bir şeyi namaza eklemesi nedeniyle namazı batıl olur.
Bu durumdaki kimsenin, selâmdan sonra secde etmesi hâlinde, namazdan olmayan bir şeyi namaz
dışında fazladan yapmış olması dolayısıyla namazı batıl olmaz.
b. Bu sünnet, namaz içindeki bir sünnet olmalıdır. Namaz kılan kimsenin, önünden geçenlerin
kendisinin namazına zarar vermemeleri için önüne sütre koyması gibi namaz dışındaki bir sünneti
unutarak terk etmesi sehiv secdesi yapmasını gerektirmez.
c. Bu sünneti terk eden kişi, unutarak terk etmiş olmalıdır. Müekked bir sünneti kasıtlı olarak terk eden
kişinin namazının sahîh veya batıl olacağı hususunda ihtilâf vukû bulmuştur. Namaz içindeki gayr-ı
müekked sünnetlerden iki tanesini terk etmek, hüküm ve şartlar bakımından müekked bir sünneti terk
etmek gibi olur. Gayr-ı müekked sünnetlerden iki tanesini sehven terk eden kişinin, sehiv secdesi
yapması gerekir. Kasten terk eden kişinin namazının batıl olup olmayacağı hususunda ise ihtilâf vukû
bulmuştur. İkiden fazla sünneti kasıtlı olarak terk eden kişinin namazı kuvvetli görüşe göre batıl olur.
Allah’tan bağışlanma dileyip namazı iade etmesi gerekir.
Özetleyecek olursak deriz ki: Müekked bir sünneti veya hafîf iki sünneti unutarak terk etmek, sehiv
secdesiyle telâfi edilebilir. Hafif bir sünneti veya mendubu -buna fazîlet de denir- terk etmekten ötürü
sehiv secdesi gerekmez. Bu nedenle selâmdan önce sehiv secdesi yapan kişinin namazı batıl olur.
Selâmdan sonra secde edenin namazı ise batıl olmaz. Farzlardan birini terk eden kişinin eksikliği,
secdeyle telâfi edilmez. Bu eksiklik son rek’atte de olsa, bunu edâ etmek mecburiyetindedir. Terk
edilen bu rükün, son rek’atte ise ve namazının tam olduğuna inanıp da selâm vermesinden önce
hatırlarsa, bu eksik rüknü hemen yerine getirir. Namazının tamam olduğuna inanıp da selâm verirse,
eksik rek’ati lağvedip eksikliği gidermek için bir rek’at kılarsa namazı sahîh olur. Lağvettiğinin yerine
namaza bir rek’at eklediği için sehiv secdesi yapması gerekir. Tabiî bunu, selâmdan sonra yapacak
kadar müsait zaman varsa yapar. Aksi takdirde namazı batıl olur. Terk edilen rükün son rek’atte değil
de diğer rek’atlerden birinde olursa, müteâkib rek’atin rükûunu akdetmeden önce bu eksik rüknü ikmâl
eder. Rükûu akdetmek de, başı mutmain ve mutedil olarak rükûdan kaldırmakla olur. Ancak terk edilen
rükün, bir rükû ise, müteâkib rek’atin rükûu, başı kaldırmaksızın da olsa sadece o rükûa eğilmekle
tahakkuk eder. Meselâ ikinci rek’atin secdesini sehven terk eden kişi, üçüncü rek’ate kalkarsa,
hatırladığı takdirde müteâkib rek’atin rükûundan başını mutmain ve mutedil olarak kaldırmadan önceki
rek’atin eksik bıraktığı secdesini ikmâl eder. Şayet hatırlamaz da rükûdan kalkarsa namazına devam
eder. Üçüncü rek’ati ikinci rek’at olarak sayar ve sonunda da ka’deye oturur. Bundan sonra iki rek’at
daha kılıp selâm verir. Ve ikinci rek’at olarak saydığı üçüncü rek’atte sadece Fâtiha’yı okuduğu,
zamm-ı sûreyi okumadığı; ayrıca fazladan bir rek’at kıldığı gerekçesiyle de sehiv secdesi yapması
gerekir.
Noksanlığı ikmâl etmenin keyfiyeti şöyledir:
Rükûu terk etmiş olan kişinin kıyam hâline geri dönerek Kur’an-ı Kerîm’in Fatiha dışındaki herhangi
bir yerinden bir miktar okuması ve bundan sonra rükû etmesi mendubtur. Ki, rükûu kıraatten sonra
olmuş olsun. Rükûdan kalkmayı terk eden kişi, rükû haddine varıncaya kadar kambur hâle döner.
Sonra da niyet ederek rükûdan kalkar.
Bir secdeyi terk eden kişi, secdeyi oturuştan sonra yapmış olmak için, oturur. İki secdeyi terk eden kişi,
kıyamdan secdeye doğru inip iki secdeyi ikmâl eder. Fâtihâ’yı terk etmiş olma durumu, bu anlatılan
hükümlerden istisna edilmiştir. Fâtihâ’yı sehven terk eden kişi, rükûa varıncaya kadar hatırlamadığı
takdirde, meşhur kavle göre namazına devam eder. Selâmdan önce de sehiv secdesi yapar. Namazın bir
rek’atinde de olsa okuduktan sonra Fâtihâ’yı geri kalan rek’atlerin birinde veya daha fazlasında terk
etme arasında herhangi bir fark yoktur. Şu yüzden ki: Bu mezhebin mûtemed görüşüne göre,
Fâtiha’nın, namazın bütün rek’atlerinde okunması gerekli ise de bunu bir rek’atte okuyup diğerlerinde
unutarak terk eden kişinin namazı sahîh olur. Fâtiha’nın bir rek’atte vâcib olduğu görüşüne uyarak bu
eksiklik, sehiv secdesiyle telâfi edilir. Bu durumdaki bir kişinin, namazını vakit içinde veya dışında
iade etmesi ihtiyat gereğidir. Fâtihâ’yı okumamış olmaktan ötürü sehiv secdesini kasıtlı olarak terk
eden kişinin namazı batıl olur. Unutarak yapmayan kişi, eğer aradan örfe göre uzun bir zaman
geçmemişse, sehiv secdesini yine de yapmalıdır. Aksi takdirde namazı batıl olur. Kasıtlı olarak veya
unutarak Fâtihâ’yı terk eden kişi, rükûdan önce hatırlar da okumazsa, Fatiha her rek’atte vâcib olduğu
için namazı batıl olur ki, bu da meşhur bir görüştür.
İkinci Sebep: Namaz fiilleri cinsinden olmayan bir fiili fazladan yapmak! Unutarak hafifçe bir şey
yemek veya azıcık konuşmak gibi! Rükû ve secde gibi namaz rükünlerinden birini fazladan yapmak
veya bir ya da iki rek’at gibi, namazın bir kısmını fazladan yapmak da böyle olup sehiv secdesini
gerekli kılar. Yapılan fazlalık namazın kıraatinden ise ve bu kıraat de farz değilse, yine sehiv secdesini
gerektirir. Meselâ dört rek’atli bir namazın son iki rek’atinde unutarak fazladan zamm-ı sûre okuyan
kişinin sehiv secdesi yapması gerekmez. Selâm verdikten sonra sehiv secdesi yapsa da namazı batıl
olmaz. Çünkü yapmış olduğu fazlalık, namaz dışındaki bir fazlalıktır. Yapılan fazlalık, Fatiha gibi farz
bir kıraat ise ve namaz kılan kişi sehven Fâtihâ’yı tekrar okursa sehiv secdesi yapmalıdır. Bir kimse
farz kıraati fazlalaştırdığında şüphe içinde bile olsa sehiv secdesi yapmak mecburiyetindedir.
Sözgelimi öğle namazını kılan bir kimse, üç rek’at mi, yoksa dört rek’at mi kıldığı hususunda
tereddüde düşerse, namazını hangisine yakînen hükmederse ona göre tamamlar ve bir rek’at daha kılar.
Kıldığı rek’atin fazla olduğu olasılığından dolayı selâmdan sonra sehiv secdesi yapar. Şef namazını
kılmakta olan kişi, Şef namazında mı, yoksa vitirde mi olduğu hususunda tereddüde düşerse,
bulunduğu namazı Şef namazı sayılır ve sonra da vitir olarak bir rek’at kılar. Kıldığı bu rek’atin fazla
olduğu ihtimaline dayanarak selâmdan sonra sehiv secdesi yapar. Uzatmanın meşru olmadığı yerlerde,
meselâ rükûdan kalkma ve iki secde arasında oturmada fazladan beklemek de ziyâdelik sayılır ve sehiv
secdesini gerektirir.
Uzatmanın sınırı, vâcib ve sünnet olan itmi’nân miktarından açıkça fazladan beklemektir. Ama
uzatmanın meşru olduğu secde ve son ka’de gibi yerlerde uzatmak, sehiv secdesini gerekli kılan bir
uzatma sayılmaz. Kişinin bir rek’atte de olsa Fâtihâ’yı gizlice okumayı terk edip yerine kendisinin
veya yanında bulunanların işiteceğinden fazla yüksek bir sesle okuması da fazlalıktan sayılır ve sehiv
secdesini gerektirir. Ama gerektiğinde seslice okumayı terk edip -sadece dili hareket ettirerek- en alt
seviyede sessizce okuması, fazlalık değil noksanlıktır ve bu sadece Fatiha, ya da hem Fatiha, hem
zamm-ı sûrede vukûbulmuşsa, selâmdan önce sehiv secdesini gerekli kılar. Eğer yalnızca zamm-ı
sûrede vukû bulmuşsa ve bir tek rek’atte olmuşsa, sehiv secdesi gerekli olmaz. Çünkü bu, hafif bir
sünnettir. Ama bu, iki rek’atte tekerrür ederse sehiv secdesini gerektirir.
Şu da var ki: İmam veya bireysel olarak namaz kılan kişi, birinci teşehhüdde oturmazsa elleri ve dizleri
yerden ayrılmadıkça geri dönmesi sünnet olur. Aksi takdirde geri dönmez. Dönse de namazı batıl
olmaz. Üçüncü rek’atte Fâtiha’dan birkaç âyeti okuduktan sonra geri dönse bile namazı batıl olmaz.
Fâtihâ’yı tamamladıktan sonra dönerse namazı batıl olur. İmama tâbi olarak namaz kılmakta olan kişi,
imamın elleri ve dizleri yerden ayrılmadıkça ka’deye geri dönmesi hâlinde veya Fâtihâ’yı tamamlamadan önce geri dönmesi hâlinde ona uymak mecburiyetindedir. Yine bunun gibi, elleri ve
dizleri yerden ayrıldıktan sonra ka’deye geri dönmeme hususunda da imama tâbi olmak
mecburiyetindedir. Bu hususlarda kasıtlı olarak imama muhalefet ederse ve bu da cahilliğinden veya
kendi te’vîlinden kaynaklanmışsa, namazı batıl olur.
Üçüncü Sebep: Sehiv secdesi sebeplerinin üçüncüsü, noksanlık ve fazlalığın birlikte vukû bulmasıdır.
Buradaki noksanlıktan maksat, müekked olmasa bile, bir sünneti terk etmektir. Fazlalıktan maksat,
ikinci sebepte açıklanmıştır. Meselâ zamm-ı sûreyi sesli okumak gerektiği halde sehven sessiz okuyan
ve fazladan bir rek’at kılan kişi, noksanlıkla fazlalığı bir araya getirmiş olur. Noksanlık tarafını fazlalık
tarafına tercih ederek selâmdan önce sehiv secdesi yapmalıdır.
Hanbeliler dediler ki: Sehiv secdesinin sebepleri noksanlık, fazlalık ve bazı şekillerinde şüphe olmak
üzere, üç tanedir. Bu sayılan sebeplerden biri sehiv sonucu vukû bulursa secde gerekir. Bu sebeplerden
biri kasde bağlı olarak vukû bulursa namaz batıl olmaz. Eğer fiilî olursa namaz batıl olur. Bunlardan
biri mahalli dışında sözlü olursa, namaz batıl olmaz. Cenaze namazı, şükür secdesi, sehiv secdesi ve
tilâvet secdesinde sehiv meydana gelirse sehiv secdesi gerekmez. Başka namazlarda vukû bulursa
secde gerekir.
Namazda fazlalık yapmaya gelince; bunun misâli, kişinin fazladan olarak bir kıyam veya ka’de
yapmasıdır. Bu görüşte olanlara göre fazladan yapılan bu ka’de, istirahat oturumu kadar olsa bile
fazlalık sayılır. Teşehhüdde ettahiyyâtünün yanı sıra Fatihayı okuyan veya kıyamda Fâtihâ’nın yanısıra
ettahiyyâtüyü okuyan kişi namazda fazlalık yapmış olur. Fiilî fazlalık yapan kişinin sehiv secdesi
yapması vâcib; mahalli dışında sözlü fazlalık yapan kişinin sehiv secdesi yapması ise mendubtur.
Namazda noksanlık yapmaya gelince; bunun misâli, kişinin rükû, secde veya Fâtiha’yı veya bunlara
benzer bir rüknü sehven terk etmesidir. Bu sayılanlardan birini terk eden kişi, müteâkib rek’atin
kıraatine başlamadan önce hatırlarsa, bunları ve bunlardan sonraki rükünleri yerine getirmesi, sonra da
sehiv secdesi yapması gerekir. Hatırlamaz da müteakip rek’atin kıraatine başlarsa, rek’ati lağvederek,
sonra kıldığı rek’ati onun yerine geçirir. Sonra da eksik kalan rek’atin yerine bir rek’at kılar. Vâcib
olarak da sehiv secdesi yapar. Müteâkib rek’atin kıraatine başladıktan sonra eksikliği ikmâl için, haram
olduğunu bile bile geriye dönerse namazı batıl olur. Fakat bunun caiz olduğuna inanarak geri dönerse
namazı batıl olmaz. Müteâkib rek’atin kıraatine başlamadan önce eksikliği hatırlar da ikmâl etmek için
kasıtlı olarak geri dönmezse ve hükmü de biliyorsa, namazı batıl olur. Hüküm hakkında bilgisi yoksa
rek’ati lağveder. Müteâkib rek’ati onun yerine geçirir. Sonra da onun yerine bir rek’at kılar. Sehiv
secdesi yapması da vâcib olur.
Noksanlığı ancak selâm verdikten sonra hatırlamışsa ve bu noksanlık, son rek’atte değil de, diğer
rek’atlerden birinde vukû bulmuşsa, bu rek’atin yerine tam bir rek’at kılar. Bu noksanlık eğer son
rek’atte vukû bulmuşsa, bu rek’ati ve bu rek’atten sonraki (teşehhüd ve salât gibi) kısımları yeniden ifâ
eder. Sonra da sehiv secdesi yapar. Tabiî bu anlatılan uygulama, selâmdan sonra uzun bir süre
geçmemişse ve namaz kılan kişi konuşmamış veya abdesti bozulmamışsa tatbik edilebilir. Aksi
takdirde namaz batıl olur ve iade edilmesi vâcib olur.
Namazda sehiv secdesini gerekli kılan şüpheye gelince, bunun misâli; namaz kılan kişinin rükünlerden
birini terk etmesi veya rek’atlerin sayısı hususunda şüpheye düşmesidir. Bu durumda namaz kılan kişi,
namazın geri kalan kısmına kesin bildiği şekilde devam eder. Şüphe ettiği eksikliği ikmâl eder,
namazını tamamlar ve sonra da sehiv secdesi yapar. Rükû halindeyken imama yetişen kimse, rükûdan
kalkmasından önce imama yetişip yetişmediği hususunda şüphe ederse bu rek’ati kılmış sayılmaz.
Sonra da gerekli kısımlarıyla birlikte bu rek’ati yeniden kılıp sehiv secdesi yapar.
Namazın vâciblerinden birini terk ettiğinden şüpheye düşen kişi, meselâ rükû veya secde
tesbihlerinden birini terk ettiği konusunda şüpheye düşmüşse sehiv secdesi yapmaz. Zîrâ sehiv secdesi,
vacibin terki hususunda şüpheden ötürü gerekli olmaz. Aksine, vacibin sehven terkinden ötürü gerekir.
Namazın rek’atlerini tamamlayıp teşehhüdde bulunan kişi, son rek’ati fazla kıldığından şüphe ederse
sehiv secdesi yapması gerekmez. Ama teşehhüdden önce, son rek’ati fazla kıldığından şüphe ederse,
sehiv secdesi yapması gerekir. Bir secdeyi fazla yaptığından şüphe eden kişinin durumu da aynen
bunun gibidir.
Bu anlatılanlardan ortaya çıktığı üzere, şüphenin her çeşidinde sehiv secdesi gerekli olmamaktadır.
Yapılması istenmeyen durumlarda sehiv secdesi yapan kimsenin, bu sehiv secdesinden ötürü ayrıca
sehiv secdesi yapması gerekir. Çünkü böyle bir kişi, namaza meşru olmayan iki secde eklemiş
olmaktadır. Namazında sehiv yaptığını bilen ve fakat bu sehvinden ötürü secde etmesinin gerekli olup
olmadığını bilmeyen kişi, secde etmez. Zîrâ bu secdenin sebepi gerçekleşmiş değildir. Asıl olan da
olmamasıdır. Namazında sehiv yapan ve fakat bundan ötürü secde edip etmediği hususunda şüphe eden
kimse, sadece sehiv için iki secde eder. İmamın ardında namaz kılmakta olan bir tek kişi ise, bu bir
rüknün veya bir rek’atin terk edildiğinden şüphe ederse, bireysel olarak kılan gibi, namazı en azı
üzerine tamamlaması ve imamın işlediği fiile dönmemesi gerekir. İmamın selâm vermesinden sonra
şüphelendiği kısmı edâ etmesi ve sehiv secdesi yapması, sonra da selâm vermesi gerekir. İmamın
arkasında kendisiyle birlikte başka namaz kılanlar da varsa, imamın ve imamla birlikte cemaatin
işlediğine dönmesi gerekir. Bir kişi secdeyi gerekli kılan bir şüphede bulunur ve sonra da isabet ettiğini
anlarsa, bu şüphe için secde etmesi gerekmez.
Sehven veya bilmeyerek, mânâyı değiştirecek şekilde hatalı kıraatte bulunan kişinin sehiv secdesi
yapması vâcibtir. Namazın sünnetlerinden birini terk eden kişinin sehiv secdesi yapması mubahtır.
Şafiiler dediler ki: Sehiv secdesinin sebepleri altı tanedir:
1. İmamın veya yalnız başına namaz kılmakta olan kişinin eb’az diye adlandırılan müekked
sünnetlerden birini terk etmesi. Namazın ilk teşehhüdü ve her gün okunan Kunut gibi. Fâtiha’dan sonra
zamm-ı sûre okumak ve benzeri hey’et diye adlandırılan gayr-ı müekked sünnetlerden birini kasden
veya sehven terk eden kişinin sehiv secdesi yapması gerekmez. Rükû veya secde gibi bir farzı terk
eden kişi bunu, (müteâkib rek’at-teki mislini) yapmadan önce hatırlarsa derhal ifâ etmelidir. Ama
mislini yaptıktan sonra hatırlarsa, misli onun yerine geçer. Arada geçen kısımlar da lağvedilir. Meselâ
rükûu unutarak terk eden kişi, müteâkib rek’atteki rükûu yapmadan önce hatırlarsa, hemen rükûu edâ
eder ve önceden yaptığını lağvederek namazına devam eder. Selâm vermeden önce sehiv secdesi
yapar. Müteâkib rek’atin rükûunu yaptıktan sonra hatırlarsa, ikinci rükû birincinin yerine geçer.
Böylece sonraki, öncekinin yerine geçmiş olur. Selâmdan önce hatırladığı takdirde, öncekiyle sonraki
arasında geçen kısımları lağveder. Bunu eğer selâmdan sonra hatırlamışsa ve örfe göre aradan uzun
zaman geçmemişse veya kendisine afv edilmeyen bir necaset bulaşmamışsa, altı kelimeden fazla
konuşmamışsa, namazı batıl kılacak amel-i kesîr işlememişse, unutmuş olduğu rüknü yerine getirmesi
vâcib olur. Meselâ bir rükûu terk etmiş olan kişi, anılan şartları ihlâl etmeksizin selâmdan sonra bunu
hatırlarsa; kalkıp rükûa varması, sonra onu tamamlayan şeyleri (iki secdeyi) yapması ve selâm vermesi
gerekir.
İlk teşehhüd gibi müekked bir sünneti terk edip müteâkib rek’ate kalkan kişi, eğer kıyam hâline
yakınsa oturmaya geri dönmez. Bilerek, kasten geri dönerse namazı batıl olur. Unutarak veya
bilmeyerek geri dönerse namazı batıl olmaz. Ama sehiv secdesi yapması sünnet olur. Felâket anında
okunanı değil de, normal olarak her gün okunmakta olan Kunutu terk ederek oturmak için rükû
haddine varacak şekilde eğilirse artık Kunut için kıyama geri dönmez. Bilerek ve kasıtlı olarak geri
dönerse namazı batıl olur. Aksi takdirde, ilk teşehhüdde oturmayıp ayağa kalkan kişinin, yukarıda
belirtilen hükmüne tâbi olur. Bu anlatılanlar, kişinin imama tâbi olmayarak namaz kılması hâlinde söz
konusudur.
Bir kimse, eğer imama tâbi olarak namaz kılarken ilk teşehhüd veya Kunutu kasıtlı olarak terk etmişse,
geri dönüp imama katılabileceği gibi, bekleyerek imamın kendisine ulaştıktan sonra namaza devam
etmesi de mümkündür. Eğer bu ikisinden birisini sehven terk etmişse, geri dönüp imama tâbi olması
vâcib olur. Dönmediği takdirde namazı batıl olur. Ancak bu her iki durumda da imama katılmak için
geri dönmeyip imamdan ayrılmaya niyet etmesi hâlinde namazı batıl olmaz. Kendisi de imamdan
ayrılıp münferid olur. imam veya imama uyan kimse, sözgelimi kasıtlı olarak ilk teşehhüdü veya
Kunutu terk ettiğinde, eğer bu terk etme halinde kıyama daha yakın bulunur veya Kunutu terk etme
hâlinde rükû haddine varmış olur da bunları telâfi etmek için geriye dönerse, muktedînin imamla
birlikte geri dönmemesi vâcib olur. Bu durumdaki muktedî, imamdan ayrılmaya kalbiyle niyet eder.
Yahut da teşehhüdü terk etme hâlinde imamla birlikte teşehhüde geri dönmeyip kıyam hâlinde imamı
bekler. Kunutu terk etme hâlinde de imamla birlikte geri dönmeyip secdede onu bekler. Eğer bilerek ve
kasıtlı olarak imamla birlikte geri dönerse namazı batıl olur. Aksi takdirde batıl olmaz. İmam birinci
teşehhüdü terk edip kıyama kalkarsa, muktedînin de onunla birlikte kalkması vacib olur. İmam bu
durumda teşehhüde geri dönerse, muktedî onunla birlikte geri dönmez.
2. Sehiv secdesinin ikinci sebepi, fazlalıktan şüphe etmektir. Namazdaki bir kişi, kıldığı rek’atlerin
sayısında şüpheye düşerse, geri kalan kısma kendi kesin hükmüne göre devamla vâcib olarak namazını
tamamlar ve fazla kıldığı ihtimalinden ötürü sehiv secdesi yapar. Şüpheye düşen kişi, zannına göre
hareket etmeyeceği gibi başkasının haberine de kulak vermez. Ancak haber verenlerin sayısı tevatür
derecesine varırsa, onların haberine göre hareket etmesi gerekir.
3. Sadece kasıtlı olarak yapılması halinde namazı batıl kılan bir davranışı sehven yapmak. Buna örnek
olarak itidal veya iki secde arasında oturma gibi kısa bir rüknü uzatmak gösterilebilir. Unutarak az
konuşmak da böyledir. Bu davranışlardan birini sehven yapmış olduğuna kesin kanaat getiren kişinin
sehiv secdesi yapması gerekir. Ama bunları yapıp yapmadığından şüphe eden kişinin sehiv secdesi
yapması gerekmez. Boynu yan tarafa çevirmek veya iki adım yürümek gibi kasıtlı olarak yapılması
hâlinde de, namazı batıl kılmayan fiillerin sehven veya kasıtlı olarak yapılması halinde de, sehiv
secdesi gerekmez. Çok konuşma veya çok yeme gibi, kasıtlı da olsa, sehven de olsa, yapılması
durumunda namazı batıl kılan fiilleri yapmak durumunda sehiv secdesi gerekmez. Bunları işleyen
kişinin zaten namazı batıl olmuştur.
4. Ka’de halindeyken Fâtiha’nın bir kısmını veya tümünü tekrarlamak gibi namazı batıl kılmayan sözlü
bir rüknü, mahallinden başka bir yere nakletmekten ötürü sehiv secdesi gerekir. Rükû hâlinde zamm-ı
sûre okumak gibi, sözlü bir sünneti de mahallinden başka bir yere nakletme hâlinde yine secde gerekir.
Fâtiha’dan önce zamm-ı sûreyi okumak bundan istisna edilmiş olup bu takdirde secde gerekmez.
5. Muayyen bazı şeyleri terk etmekten şüpheye düşmek. Meselâ felâket anı dışında mûtâd Kunutu
okumadığından şüphelenen kişi de secde etmelidir. Meselâ Kunut’ta Kunut duasını mı, yoksa salavâtı
mı terketti-ğini bilemeyip şüphelenen kişinin secde etmesi gerekir. Eb’azdan olan bir sünnetin
tamamını yerine getirip getirmediği hususunda şüpheye düşen kişinin sehiv secdesi yapması gerekmez.
6. Muktedînin inancına göre de olsa namazında noksanlık bulunan bir kimseye iktidâ ederek peşinde
namaz kılmak. Meselâ sabah namazın da Kunutu okumayan veya rükûdan önce okuyan birine iktidâ
ederek ardında namaz kılan kimse selâm vermeden beklemeli ve imamın selâmından sonra sehiv
secdesi yapmalıdır. İlk teşehhüdde Peygamber Efendimize salât getirmeyen birine iktidâ ederek namaz
kılan kişinin de sehiv secdesi yapması gerekir. 427 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 635-648.
Sehiv Secdesinin Hükmü
Sehiv secdesinin hükmüne ilişkin olarak mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Sahîh olan görüşe göre sehiv secdesi vâcibtir. Onu terk eden kimsenin namazı
batıl olmasa bile, günahkâr olur. Sehiv secdesi, vaktin müsâid olması hâlinde vâcib olur. Meselâ sehiv
secdesiyle yükümlü olan kişi, sabah namazını tamamladıktan sonra, güneşin doğması hâlinde bu
secdeyi yapmaz. Çünkü güneşin doğması hâlinde vakit namaza elverişli olmaz. Yine bunun gibi, bir kimse ikindi namazım kılmaktayken gurûbtan önce güneşin kızararak renk değiştirmesi hâlinde,
uhdesinde bulunan sehiv secdesini yapmaz. Veya sehiv secdesi yapması gereken kişinin, selâmdan
hemen sonra kasıtlı olarak abdest bozma, konuşma veya mescidden hemen çıkıp gitme gibi namaza
devam etmeye engel bir durumun vukû bulması hâlinde sehiv secdesi yükümlülüğü düşer ve namazı
iade etmesi de gerekmez. Ancak namazın devamına engel olan bu hal, namaz kılan tarafından kasıtlı
olarak meydana getirilmişse, namazın iade edilmesi vâcib olur. (Gerektiğinde) sehiv secdesini imam
veya yalnız başına namaz kılan kişi yapmalıdır. İmama uyarak namaz kılmakta olan kişide sehiv
secdesini gerekli kılan bir davranış meydana gelirse, sehiv secdesini gerekli kılan davranış imamda
meydana gelirse, imamın bundan ötürü sehiv secdesi yapması hâlinde cemaatin de imama uyması
vâcib olur. Bu durumdaki kişi, baştan beri imama tâbi olmuş olsa bile hüküm değişmez. Bu durumda
imam sehiv secdesini yapmazsa muktedî de secde etmez. Namazı iade etmesi de gerekmez. Ancak
imam kasıtlı olarak selâmdan hemen sonra namaza zıt bir davranışta bulunursa, hem imamın hem de
imama tâbi olan kişinin namazı iade etmesi vâcib olur. Cuma ve bayram namazlarında cemaatin fazla
kalabalık olması hâlinde, namazı birbirine karıştırmamaları için, gerekli olsa bile sehiv secdesi yapmamak daha uygun olur.
Hanbeliler dediler ki: Sehiv secdesi bazan vâcib, bazen sünnet, bazen de mubah olur. Bu da sehiv
secdesinin sebeplerinin muhtelif olmasından ileri gelmektedir. Bu anlatılanlar, imam ve yalnız başına
namaz kılan kimseleri ilgilendirmektedir. İmama uyarak namaz kılmakta olan kişinin, mubah olarak
sehiv secdesi yapması hâlinde, imamla birlikte sehiv secdesi yapması vâcib olur. İmama uymadığı
takdirde namazı batıl olur.
İmam veya yalnız başına namaz kılan kişi, mubah veya sünnet olan sehiv secdesini terk ederse,
herhangi bir şey gerekmez. Vâcib olan sehiv secdesini, selâmdan önce yapmak daha faziletlidir.
Meselâ, kasden terk edilmesi hâlinde namazı bozan vâciblerden birini, sehven terk eden kişinin yaptığı
sehiv secdesi vâcibtir. Vâcib olan sehiv secdesini unutarak selâmdan önce ifâ etmeyip selâm verme
durumunda, Örfe göre yakın bir fasıladan sonra hatırlarsa, abdesti bozulmamış veya mescidden
çıkmamışsa, konuşmuş veya kıbleden sapmış olsa bile derhâl bu secdeyi yerine getirmesi vâcib olur.
Ama bu arada abdesti bozulmuş veya mescidden çıkmışsa yahut da aradan uzun bir zaman kesiti
geçmişse, sehiv secdesi yükümlülüğü düşer. Bu durumda namazı iade etmek de gerekmez. Vâcib olan
sehiv secdesini selâmdan sonra yapmak daha faziletli olduğu halde -ki bu namazı tamamlamadan önce
sehven selâm vermekten ötürü vâcib olmuştur- bu secdeyi kasden terk eden kişi, günahkâr olsa bile
namazı batıl olmaz. Bu secdeyi, unutarak yapmayıp örfe göre kısa zaman sonra hatırlaması durumunda
ifâ etmesi vâcib olur. Aksi takdirde namazı sahîh olsa bile günahkâr olur. Aradan örfe göre uzun zaman
geçmişse veya abdesti bozulmuşsa yahut da mescidden çıkmışsa secde yükümlülüğü düşer. Bilmeyerek
terk etmişse, günahkâr olmaz ve namazı da sahîh olur. İmama tâbi olarak namaz kılmakta olan kişi,
imamla beraberken sehiv secdesi yaparsa ve kendisi de muvafık biriyse imam, onun secdesini üstlenir.
İmam vâcib olan sehiv secdesini yapmazsa, kendisine uyan kişiye, imamın yapacağından ümidini
kesmesi anında secde etmesi vâcib olur. Ama mesbûk ise, eksiğini kılıp tamamladıktan sonra secde
etmelidir.
Malikiler dediler ki: Sehiv secdesi imam ve yalnız başına namaz kılan kişi için sünnettir. İmama tâbi
olarak namaz kılmakta olan kişi, imamla beraber iken sehiv secdesini gerektiren bir davranışta
bulunursa, bu secdesini imam üstlenmiş olur. İmamın üzerinde sehiv secdesi varsa, bu secdenin sebep
olduğu davranış esnasında imamla birlikte bulunmuş olmasa bile, sehiv secdesinde ona uyarak secde
etmelidir. Uymadığı takdirde namazı batıl olur. Tabiî bu sehiv secdesi, yapılmaması hâlinde namazı
batıl kılan bir sehiv secdesi ise böyledir. Aksi takdirde batıl olmaz. Yapılmaması hâlinde namazı batıl
kılan ve kılmayan secdelerin izahı aşağıda gelecektir:
İmam veya tek başına namaz kılan kişi, selâmdan sonra yerine getirilmesi gereken bir sehiv secdesini
terk ederse bu secdeyi, yasak da olsa herhangi bir vakitte ifâ eder. Selâmdan önce yapılması gereken
bir sehiv secdesini kasden terk etmişler ve bu secde de, namaz sünnetlerinden üçünü yapmamaktan
ötürü gerekli olmuşsa namaz batıl olur. Eğer bu secdeyi sehven terk etmişlerse ve arada örfe göre uzun
bir zaman geçmemiş, kendilerinde de abdest bozulması gibi namaza zıt bir durum meydana
gelmemişse hemen yerine getirirler. Böylece namazları sahîh olur. Anılan şartlar ihlâl edilir ve aradan
da uzun zaman geçerse namazları batıl olur. İmamın veya münferid kimsenin selâmdan önce yapılması
gereken bir sehiv secdesini kasden terk etmesi durumunda, eğer bu secde namazın sünnet
tekbirlerinden iki tanesini terk etmek gibi üç sünneti terk etmekten az olan bir noksanlık sebepine
dayanıyorsa, herhangi bir şey yapmak gerekmez. Eğer bu secdeyi unutarak yapmaz ve selâm verirler
de aradan uzun zaman geçmemiş olursa yerine getirilmelidirler. Aksi takdirde vazgeçerler ve namazları
da sahîh olur. İmamın sehiv secdesi yapması gerekir de secde etmezse, ona tâbi olanın secde etmesi
gerekir.
Şafiiler dediler ki: Sehiv secdesi bazen vâcib, bazen sünnet olur. Vâcib olması sadece bir tek
durumdadır. Şöyle ki: Namaz kılmakta olan kişi, muktedî ise ve imamı da sehiv secdesi yaparsa, bu
durumda kendisinin de imama tâbi olarak secde etmesi vâcib olur. Aksi takdirde imamın sehiv
secdesinden önce, ona tâbi olmaktan ayrılmaya niyet etmezse namazı batıl olur ve iade etmesi gerekir.
İmam sehiv secdesi yapmazsa, muktedînin de yapması vâcib olmaz; mendub olur. Gelecek sebeplerden
ötürü sehiv secdesi, imam ve muktedî için sünnet olur. Ancak sehiv secdesi cemaat fazla kalabalık
olduğu için karışıklığa yol açacaksa, imamın bu durumda secdeyi ifâ etmemesi gerekir ve terk etmesi
sünnet olur. Münferid olarak namaz kılan kişinin veya imamın, sünnet olan sehiv secdesini terk
etmeleri durumunda bir şey gerekmez. Namazları da batıl olmaz. İmama uyarak namaz kılmakta olan
kişi, imamla birlikteyken sehiv yaparsa secde etmesi gerekmez. İmamı da, sözgelimi abdestli olmadığı
açığa çıkmamış olma gibi hatasını üstlenmeye ehil biri ise, onun secdesini üstlenir. İmama uyarak
namaz kılmakta olan kişi, imamdan ayrıldıktan sonra sehiv yaparsa, meselâ mesbûk kimse imamın
selâmından sonra kalkıp eksikliğini ikmâl ederken sehiv yaparsa, yalnız başına namaz kılan kimse gibi
olur. Böyle durumda secde etme sebepinin meydana geldiği yerde secde etmesi sünnet olur. 428 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 648-650.
TİLÂVET SECDESİ
Tilâvet secdesinin meşru oluşunun delili:
“Sahîhayn”de geçtiği üzere, İbni Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
“Peygamber (s.a.s.) Kur’an okurken içinde secde (âyeti) bulunan bir sûreye geldiğinde secde eder ve
biz de kendisiyle birlikte secde ederdik. Öyle ki bir kısmımız, alnını koyacak yer bulamazdı.”
Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki:
“Âdemoğlu secde âyetini okuduğunda secde ederse, şeytan oradan ayrılır ve ağlayarak der ki: Eyvah!
Âdemoğlu secdeyle emrolundu; secde etti. Onun için cennet vardır. Ben de secdeyle emrolundum;
isyan ettim. Benim için de ateş vardır.” 429 Müslîm, imân, 133; İbn Mâce, İkâme, 70.
Ümmet, Kur’an-ı Kerîm’de belirli yerlerin okunması hâlinde tilâvet secdesi etmenin meşruluğu
hususunda icmâ etmişlerdir. 430 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 651.
Tilâvet Secdesinin Hükmü:
Aşağıda anlatılacak şartlar muvacehesinde secde âyetini okuyanın veya dinleyenin secde etmesi,
Hanefîler dışındaki üç mezhebin ittifakıyla sünnettir.
Hanefiler dediler ki: Tilâvet secdesinin hükmü, okuyana ve dinleyene vâcib olmasıdır. Secde ayetini
okuyan veya dinleyenlerden, secde etmeyen günahkâr olur. Sonra bu vücûb bazan geniş süreli, bazan
da dar süreli olur. Secdenin mûcib sebepi, yani secde âyetinin okunuşu namaz dışında vukû bulmuş ise
bu vücûb geniş süreli olur. Hayatın sonuna dek ertelense ve hatta yükümlüsü secde etmeden ölse bile
günahkâr olmaz. Ama geciktirmek tenzîhen mekruhtur. Secdenin mûcib sebepi namazda vukû
bulmuşsa, yani bir kişi secde âyetini namazdayken okumuşsa, bu durumda derhal secde yapması vâcib
olur. Öyle ki, secde âyetini okumakla secde arasında üç âyet okuyacak bir zamandan daha uzun bir
fasılanın geçmemesi şarttır. Aradan bundan daha fazla bir zaman geçerse, secdenin ivediliği ortadan
kalkar. Namaz kılarken secde âyeti, okunmakta olan sûrenin ortasında geçmişse, yapılması gereken en
faziletli davranış, secde âyetini okur okumaz sûrenin geri kalan kısmını okumadan hemen secde yapmak sonra da kalkıp sûrenin geri kalan kısmım tamamladıktan sonra rükûa gitmektir.
O anda secde edilmez ve arada üç âyet okuyacak miktardan daha uzun bir zaman geçmezden önce
rükûa gidilirse, rükûa giderken aynı zamanda secdeye de niyet edildiği takdirde, rükû ile birlikte secde
de yapılmış sayılır. Yine aradaki zaman sının aşılmadan, namazın aslî secdesine varıldığında, bu
secdeyle birlikte tilâvet secdesine niyet edilmese bile, aslî secde aynı zamanda tilâvet secdesinin yerine
de geçerli olur. Eğer aradaki zaman sınırı aşılmışsa, bu secde ne rükû, ne de aslî secdeyle sakıt olur.
Bunun için namazdayken özel bir secde yaparak kaza etmek vâcib olur. Namazdan çıktıktan sonra ise,
vakti geçtiği için kaza edilmez. Ancak namazdan çıkış, namaza zıt bir fiille değil de selâm ile olmuşsa,
bu durumda selâmdan hemen sonra kaza edilmelidir. Namazdayken okunan secde âyeti, sûrenin
sonundaysa, en faziletli davranış rükûa gitmek ve rükû zımnında secdeye de niyet etmektir. Rükû
etmeden secdeye gidip de sonra ayağa kalkılırsa, bir sonraki sûreden birkaç âyet okuduktan sonra
bilinen şekliyle namazı tamamlamak mendub olur. 431 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 651-652.
Tilâvet Secdesinin Şartları
Secde âyetini işitenin, dinleme kasdı olmalıdır. Böyle bir kasdı olmayan kişinin secde etmesi,
Mâlikîlerle Hanbelîlere göre vâcib değildir. Hanefîlerle Şâfiîlerin bu husustaki görüşleri aşağıya
alınmıştır.
Hanefî ve Şafiiler dediler ki: Secde âyetini işitenin, dinleme kasdı alması şart değildir. Aksine,
dinleme kasdı bulunmasa bile her işitenin secde etmesi gereklidir.
Bunlardan ayrı olarak mezheblere göre tafsilâtlı bazı şartlar daha vardır ki, bunları aşağıda ele almış
bulunmaktayız.
Hanefiler dediler ki: Namazın, iftitah tekbiriyle vaktin belirtilmesi niyeti dışındaki bütün şartları,
tilâvet secdesi için de şarttır. Bu ikisi, tilâvet secdesi için şart koşulmamıştır. Tilâvet secdesinin tanımı
kısmında da açıklanacağı üzere, bu secde için iftitah tekbiri alınmaz.
Müslüman olmak, baliğ olmak, akıllılık, hayız ve nifastan temizlik gibi namaz için gerekli olan vücûb
şartları, aynı şekilde tilâvet secdesi için de vücûb şartlarıdır. Şu halde dinlemek veya okumak
durumunda çocuğa, deliye, kâfire, hayızlı ve nifaslıya tilâvet secdesi vâcib olmamaktadır. Ama
bunlardan birinin okuduğu secde âyetini duyan biri, edâ olsun kaza olsun, secdeyle yükümlü olmaya
ehil ise, secde etmek mecburiyetinde olur.
Bu âyetleri duyanlar, sarhoş veya cünüb olsalar da secdeyle yükümlü olurlar. Çünkü bunlar, secdeyi
kaza olarak yerine getirmekle mükelleftirler. Yalnız, secde âyetini deli bir kimse okumuşsa, duyanların
secde etmeleri vâcib olmaz. Mümeyyiz olmayan çocuk da deli hükmüne tâbidir. Çünkü tilâvetin
(Kur’an-ı Kerim okumanın) sahîh olabilmesi için mümeyyizlik şarttır. Yine bu cümleden olmak üzere,
secde âyetini nakleden teyp) gibi bir âletten veya papağandan işiten kimsenin de tilâvet secdesi
yapması gerekmez. Zîrâ bu ikisinde, tilâvetin sahîh olabilmesi için gerekli mümeyyizlik şartı mevcut
değildir.
Hanbeliler dediler ki: Tilâvet secdesinin sahîh olabilmesi için okuyanın ve dinleyenin hadesten
taharet, necasetten uzak durmak, kıbleye yönelmek, niyet ve namazın sıhhati için gerekli diğer şartları
taşımaları şarttır. Secde âyetini dinleyenlerin ayrıca şu iki şartı daha taşımaları gerekir:
1. Âyeti okuyanın, dinleyene, nafile namazda olsa bile imamlık yapmaya yetkili olması gereklidir.
Meselâ bu âyeti bir kadından dinleyen kişinin secde etmesi sünnet olmaz. Yine bu âyeti, insandan
başka bir varlıktan, meselâ teypten veya papağandan işiten kişinin secde etmemesi daha iyi olur. Secde
âyetini kendisine imamlık etmeye ehîl olmayan bir ümmîden veya kötürümden işiten kimsenin secde
etmesi sünnet olur.
2. Secde âyetini okuyanın da secde etmesi gerekir. Secde etmediği takdirde bu âyeti kendisinden işiten
kişinin de secde etmesi sünnet olmaz. Eğer secde âyetini okuyan kimsenin sağ tarafı boşsa, sol
tarafında veya önünde secde etmesi sahîh olmaz. Sessiz kiraatli bir namazda imamın secde âyetini okuması mekruhtur. Okuyup da secde etmesi hâlinde, cemaatin kendisiyle birlikte secde etmesi
gerekmez. Ama sesli kıraatli namazlarda durum bunun tersinedir. İmam secde ettiği takdirde,
cemaatinde kendisine uyarak secde etmesi sünnet olur. Şunu da kaydedelim ki: Secde âyeti bir defadan
fazla okunur ve duyulursa, tilâvet secdesinin de o nisbette tekrar edilmesi sünnet olur.
Malikiler dediler ki: Tilâvet secdesinin sahîh olabilmesi için, okuyanın veya işitenin hadesten taharet,
necasetten taharet, kıbleye yönelme, setr-i avret ve namazın sıhhati için gerekli diğer şartları taşımaları
gerekir. Okuyan, fâsık olsa veya kadın gibi imamlığa yetkili olmadığı halde, okumakla halka sesinin
güzel olduğunu duyurmayı kasdetmiş olsa bile tilâvet secdesi yapar. Farz da olsa, namazda secde
âyetini okuyan kişi, bu secdeyi namazda edâ etmelidir. Ancak farz namazdayken kasıtlı olarak secde
âyetini okumak mekruhtur.
Bu anlatılanlar, namaz kılan kişinin imam veya münferid olmasıyla ilgiliydi. İmama tâbi olarak namaz
kılmakta olan kişiye gelince; bu kişi, imamına tâbi olarak secde eder. Secde etmediği takdirde namazı
batıl olmaz. Çünkü bu, namazın parçalarından biri değildir. Secde âyetini imamdan ayrı olarak okuyan
kişinin secde etmemesi gerekir. Secde ettiği takdirde, davranışı imamınkine zıt olduğu için namazı
batıl olur.
Cenaze namazı diğer namazlardan istisna edilmiştir. Bu namazda secde âyeti okunsa bile secde
edilmez. Nitekim Cuma hutbesinde ve diğer hutbelerde secde âyetinin okunması durumunda da secde
edilmez. Secde edildiği takdirde Cuma hutbesi ve cenaze namazı batıl olmaz. Tilâvet secdesi hususunda, secde âyetini okuyan kimse açısından üç şart daha gereklidir:
1. Secde âyetini okuyan kimsenin farz namazda imamlığa yetkili olması gereklidir. Delinin, kâfirin
veya abdestsiz olan bir kimsenin secde âyeti okuması halinde, ne kendisi, ne de dinleyen secde
etmezler. Aynı şekilde dinleme kasdı olmaksızın işiten de, secde etmez. Okuyan kadın veya çocuk ise,
kendisi secde eder, ama dinleyen secde etmez.
2. Secde âyetini okuyan kişi, sesinin güzelliğini halka duyurmak kasdıyla okumuş olmamalıdır.
Maksadı bu ise dinleyenler secde etmezler.
3. Secde âyetini dinleyenin kasdı, okuyucudan kıraat ve izhâr, idğam, med, kasır ve benzeri şeyler gibi
kıraatle ilgili hükümleri veya sözgelimi Verş’in ve diğerlerinin rivayetleri gibi kıraatle ilgili bir rivayeti
öğrenmek olmalı, ya da okuyucunun maksadı, bu hususları öğretmek olmalıdır.
Secde âyetini işiten kişi bu şartlara hâiz olduğu takdirde secde eder. Okuyan secde etmese bile kendisi
secde eder. Ancak namazda imam, secde âyetini okuyup secde etmezse, cemaat ondan ayrı olarak
secde etmez. Kur’an-ı Kerîm okumakta olan kişinin abdesti yoksa sırada gelen secde âyetini okumaz
ve kıraat tertibini bozmamak için sadece kalbiyle bu âyeti mülâhaza eder ve öylece bir sonraki âyete
geçer. Yine bunun gibi secde âyeti okunduğu vakit, tilâvet secdesinin yapılması yasak olan bir vakitse,
yine secde âyeti okunmayıp sadece kalben mülâhaza edilerek sonraki âyete geçilir. Hoca veya öğrenci,
secde âyetini birkaç kez tekrar ederlerse, her birinin sadece ilk okuyuşta bir defa secde etmeleri sünnet
olur. Okuyucu bir veya iki âyet gibi kısa bir fasıla ile sadece mahallini geçerse, secde âyetini tekrar
iade etmeksizin secde etmesi istenir. Ama aradan daha uzun bir fasıla geçmişse, farz namazda olsa bile
secde âyetini yeniden okuyarak secde etmelidir. Yalnız, farz namazda rükûa eğilmediği, yani rükû
etmediği takdirde secde eder. İkinci rek’atte rükûa vardıktan sonra secde zamanı kaçırılmış olur.
Şafiiler dediler ki: Tilâvet secdesi için gerekli bazı şartlar vardır:
1. Kıraat, meşrû’ bir kıraat olmalıdır. Cünüb kimsenin okuması gibi haram, veya namaz kılmakta olan
kişinin, sözgelimi rükû hâlinde okuması gibi mekruh bir kıraat ise, ne okuyanın ne de dinleyenlerin
secde etmeleri sünnet olmaz.
2. Secde âyeti, okuma kasdıyla okunmuş olmalıdır. Secde âyetini unutarak okumaktan veya papağan
(ve fonograf) gibi unutmuş kimse hükmünde olanların okumasından dolayı secde etmek meşru olmaz.
3. Secde âyetinin tamamı okunmuş olmalıdır. Bir kısmı okunduğu takdirde secde gerekli olmaz.
4. Secde âyeti, Fâtiha’yı okumaktan âciz biri tarafından Fatiha yerine okunmuş olmamalıdır. Fatiha
yerine okunursa secde gerekmez.
5. Secde âyetinin okunmasıyla, secde arasındaki fasıla uzun sür-memeli ve ondan da yüz
çevirmemelidir. Aksi takdirde secde gerekmez. Fasılanın uzunluğu, normal kılışla iki rek’at namaz
kılma süresinden fazla olan bir zamanla takdir edilmiştir.
6. Secde âyetinin tamamını bir kişi okumuş olmalıdır. Meselâ âyetin bir kısmını bir kişi, geri kalan
kısmını da başka bir kişi ikmâl ederse secde gerekmez.
7. Taharet, kıbleye yönelme gibi namaz için şart olan hususlar, tilâvet secdesi için de şarttır. Bu şartlar
genelde hem namaz kılanda, hem de diğerlerinde aranır. Ancak, namaz kılan için iki şart daha
gereklidir:
a. Secde âyetini secde etmek kasdıyla okumamalıdır. Bu maksatla okur da kasıtlı olarak ve aynı
zamanda hükmünü bilerek secde ederse namazı batıl olur. Ancak, Cuma günü sabah namazında secde
sûresini okumak bundan istisna edilmiş olup sünnettir. Dolayısıyla bu namazda secde etmek de
sünnettir. Ama Cuma sabahında bundan başka secde âyetlerini okuyup da namazdayken secde edilirse
namaz batıl olur. Tabiî bu hüküm kasıtlı olarak ve hükmünü bilerek böyle yapıldığı takdirde geçerlidir.
Ama bunun yanında, sözgelimi Perşembe günü sabah namazında Secde sûresini bile bile okuyup
namazdayken secde edenin namazı batıl olur.
İmamın secdesi meşru olduğu takdirde, ardında namaz kılmakta olanın kendisine tâbi olarak secde
etmesi vâcib olur. Hükmünü bilerek ve kasıtlı olarak bu hususta imama uymayanın namazı batıl olur.
b. Namaz kılmakta olanın, secde âyetini de bizzat kendisi okumuş olmalıdır. Secde âyetini başkası
okuyup secde etse bile, kendisi secde etmez. Hükmünü bilerek ve kasıtlı olarak secde ederse namazı
batıl olur. Cenaze namazını kılmakta olan kişi, secde âyetini okusa bile secde etmez. Hutbe okuyan
kişiyse, secde âyetini okumakla secde eder. Etmesi de sünnettir. Ama dinleyiciler, secde ettikleri
takdirde hutbeden yüz çevirmiş olacaklardır. Böyle olunca da secde etmeleri haram olur. 432 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 652-656.
Tilâvet Secdesinin Sebepleri
Tilâvet secdesinin sebepleri, mezheblere göre ayrı ayrı, geniş biçimde aşağıda ele alınmıştır.
Hanefiler dediler ki: Tilâvet secdesinin sebepleri üç tanedir:
1. Secde âyetini okumak: Sağır olmak gibi bir sebepten dolayı, kendisi duymasa bile secde âyetini
okuyan kimsenin secde etmesi vâcibtir. Bu âyeti ister namaz dışında, ister namazda, gerek imamın ve
gerekse münferid namaz kılanın okuması halinde, secde etmesi vâcibtir. İmama uymuş olarak namaz
kılmakta olan kişiye, secde âyetini okusa bile secde etmesi vâcib olmaz. Zîrâ bu kişinin, imamın
arkasındayken Kur’an okuması yasaktır. Dolayısıyla okuması da secdeyi gerekli kılmaz. Hatib, Cuma
hutbesindeyken secde âyetini okursa, hem kendisinin, hem de dinleyicilerin secde etmeleri vâcib olur.
Bu secdeyi minberden inerek yapar ve cemaat da kendisiyle birlikte secde eder. Ancak secde âyetini
minberde okuması mekruhtur. Namazdayken secde âyetini okuması, bu secdeyi rükû zımnında veya
namazın aslî secdesiyle birlikte edâ ederse, mekruh olmaz. Ama kendisinin yalnızca secde etmesi,
bunun tersinedir. Bu durumda namaz kılanları şaşırtacağından dolayı, böyle yapması mekruh olur.
2. Secde âyetini başkasından işitmek: Bu işitme esnasında işiten ya namazda olur veya namaz
dışında olur. Kendisinden işitilen, yani okuyan da bu iki durumdan birinde olur. İşiten kişi namazda
olursa, imam olsun, münferid olsun bu secdeyi namaz dışında yapması vâcib olur. Ancak bu âyeti,
imama uymuş birinden işitecek olursa, doğru görüşe göre secde etmesi vâcib olmaz. Secde âyetini
işiten kişi, imama uyarak namaz kılmakta olan biriyse ve bu âyeti kendi imamından başkasından
duymuşsa, yine aynı hükme tâbi olur. Eğer imamdan duymuşsa ve müdrik (namazın tümünde imamla
beraber olmuş biri) İse secdede de imama tâbi olması vâcib olur. Eğer mesbûk ise ve secdeden önce
imama kavuşmuşsa, secdede yine imama tâbi olması vâcib olur. İmamın secde âyetini okuduğu
rek’atte imama kavuşmuş olur, fakat imam kendisinden önce secdeyi ifâ etmiş bulunursa, kendisi artık
secde etmez. Ama secde âyetinin okunduğu rek’atten bir sonraki rek’atte imama kavuşursa, namazdan
sonra secde eder.
3. İktidâ: İmam secde âyetini okuduğunda, kendisine tâbi olanlar bunu işitmeseler bile secde etmeleri
yâcib olur.
Hanbeliler dediler ki: Tilâvet secdesinin iki sebepi vardır:
1. Secde âyetini okumak.
2. Önce geçen şartlar doğrultusunda bu âyeti başka birinden işitmek: Ayrıca secde ile secde sebepleri
arasına, örfe göre uzun bir fasıla girmemelidir. Okuyan veya işiten hadesli olur ve suyu kullanmaya da muktedir olmazsa, teyemmüm edip secde etmelidir. Ama suyu kullanmaya muktedir olursa, secde
yükümlülüğü sakıt olur. Çünkü abdest aldığı takdirde, aradaki fasıla uzayacaktır. Şu da var ki: Muktedî
ancak, imamın secde ettiği durumlarda secde edebilir.
Malikiler dediler ki: Tilâvet secdesinin sebepleri, secde âyetini okumak ve bu âyeti dinlemek kasdıyla
işitmektir.
Şafiiler dediler ki: Tilâvet secdesinin sebepleri, önce anlatılan şartlar doğrultusunda ilgili âyetlerden
birini okumak ve okunan secde âyetini işitmektir. 433 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 656-657.
NOT: Değerli okucucular; Ben araştırmalarım da, Abdeste başlarken veya Namaza başlarken Niyet, kalple olur. Bu Niyet, Namaz Abdesti, Gûsül Abdesti, Teyemmüm Abdesti, Farz Namaz, Sünnet Namaz veya Nafile Namazlarda da aynıdır. Ben konu bölünmesin diye olduğu gibi yazdım. En doğru kaynak, hiç şüphesiz Kur'an ve Sünnet'tir. Bunun dışında alimler ve imamlar hata yapabilirler yani nadiren de olsa görüşlerinde yanlış bilgi verebilirler. Birde, bu temizlik ve namaz bölümlerinde yazmış olduğum Dört Mezhep İmamlarının görüşleri, yazmış olduğum tüm konularda tamamı, İmamlarımızın kendi görüşleri değildir bir kısmı yani kendilerinden sonra gelen, onları takip eden (öğrencilerinin) İmamların görüşleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ onlara Rahmet etsin. Bu notu yazmamdaki amaç, yanlış bilgi verip, gerek değerli imamlarımızı gerekse kendimizi zan altında bırakmamak içindir. Sizlere buradan tavsiyem eğer, tüm bu yazmış olduğum konularla alakalı, yanlış olduğunu düşündüğünüz veya bildiğiniz bir şey varsa, onu Kur'an ve Sünnet'ten araştırmanızdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bize ve Tüm Müslüman kardeşlerimize dinimiz İslâm'ı doğru öğrenmeyi ve hayatımızın her alanında doğru uygulamayı nasib etsin İnşeAllâh. Allâhümme Amin.
Hâtime:
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
O, her şeyin en iyisini bilendir.
Muvahhid Kullara Selâm Olsun.
Polat Akyol
NOT: KONUNUN DEVAMI VAR
KAYNAKLAR:
426 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 632-635.
427 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 635-648.
428 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 648-650.
429 Müslîm, imân, 133; İbn Mâce, İkâme, 70.
430 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 651.
431 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 651-652.
432 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 652-656.
433 Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı- 2, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 656-657.