PATLAT BAKAYIM SEKİZ KİŞİYE BİR GAZOZ---1.
BÖLÜM--
Vallahi ben masumum. MCU yani Çağatay kardeş kanıma girdi. Gayrı beğenseniz de
beğenmeseniz de suç ortağım o. Onun ‘’
Sinema Keyfi’’ Şiirinden esinlendim ve 2013 Yılı Aralık ayında yazdığım bir
yazı dizisini sitemizde de yayınlamaya karar verdim.
--------------------------------------------------
İlk seyrettiğim film hangisiydi hatırlamıyorum. Gidebildiğim en eski geçmişte
babamın, kardeşime isim koyarken Raj Kapor’un baş rolünde oynadığı Avare
filminden etkilendiği ve kardeşimin adını Raci koyduğu var.
Benim de hayatımda yabancı film kategorisinde ilk sırayı Hint filmleri alır.
Severdik Hint filmlerini... İki sebepten severdik: 1- O kadar para vermiş
sinemaya gitmişiz ( 50 Kuruş ) doyunca film seyretmemiz lazım... İşte Hint
filmleri bu ihtiyacı tam karşılarlardı. Çünkü bir başladı mı bitmek bilmez, en
kısası bile dört saat sürerdi 2- Hint filmleri Türk sinema seyircisinin(
Özellikle kadın seyircilerin ) film kriterlerine en uygun filmler olurdu. Türk sinema
seyircisinin güzel film kriteri de aynen şuydu:
-Kız Aysel...Melek sinemasına bir film gelmiş, bir film gelmiş sorma...O kadar
güzel olur yani...Ağlaya ağlaya gözlerim şişti kızzzz.
Yani bir film ne kadar ananızı ağlatıyorsa o kadar çok sevilir ve ’’Güzel film
’’ payesi ile ödüllendirilirdi. Bu kategoride hatırladığım en eski Türk filmi
ise baş rolünü Hüseyin Peyda’nın oynadığı ’’ Perişan ’’ Filmiydi.
Ancak...Artık annelerimiz bizi de yanlarına alıp mahalle hamamına götürmez
olunca anladık ki biz erkeğiz. Erkek adam da ağlamayacağına göre artık
gittiğimiz filmler değişmeliydi. Başladık erkek filmlerine.
Erkek filmlerinin başında Gangster filmleri yer alıyordu. . Raki, Bonyy ve
Clayd, Arsen Lüpen vs. Bu arada İstanbul’da da bir Necdet Elmas çıkmasın mı
ortaya? Adeta göbek attı tüm İstanbul. Neredeyse şarkı bile yapacağız. ’’ oh
ohh ohhh çok şükür dostlar, artık benim de bir gansterim var ’’ Diye.
Bizimkiler de başladı ganster filmlerine ve Orhan Günşiray oldu sana bir Necdet
Elmas. Peşinden Ayhan Işık da oluverdi bir Cingöz Recai..Ohhh kebap...Yeme de
yanında yat...Biz de artık doğal olarak komple ya Necdet Elmas’tık, ya Cingöz
Recai, ya da Raki...
Erkek filmlerinin ikinci etabında kahraman Romalıların hain düşmanları (
Kimlerdi fark etmiyordu. Romalılar kahraman, hatta Türklerin atalarıydı.
Onların karşısındakiler ise kim olursa olsun düşmandı. ) ile yaptıkları
savaşlar yer alırdı. Her birimiz Herkül gibi olmak için az mı yağ tenekelerinin
içine beton doldurup halter çalışmaları yapmıştık. Bu filmlerden sonra artık
mahallede adlarımız değişmiş her birimiz Jül Sezar, Antonius, Paris, Agamemnon
olmuştuk. Kızları da Kleopatra ya da Helena diye çağırıyorduk. Lakin idolümüz
Benhur ve Samson idi genelde.O Brutus olacak alçağı hiç birimiz sevmemiştik.
Kleopatra denen hatun da güzeldi, iyiydi, hoştu ama çok oynak bir karıydı. Yani
gözümüz çok da tutmamıştı.
Sonra vestern denilen filmler serisi başladı. Önce John Vayne amcam arz-ı endam
eyledi kovboyların babası olarak. Sonra Clint Eastvood ve Guelenno Gemma...
Artık isimlerimiz Cango, Ringo,Sabata olmuş, laz arkadaşlar içinde Lazigolar
çoğalmıştı. Birbirimizi İyi Kötü Çirkin filminin -sanırım - bir repliği ile
selamlıyorduk : ’’Hey amigo..Yes Sabata...Hi hooooooo hooooo’’ Belimize
taktığımız su ya da çatpat tabancalarını en hızlı şekilde çekmek başlıca
amaçalarımız arasındaydı.
Her ne kadar bu filmlerde her zaman kahraman kovboylar hain kızılderililerin
canına okusa da mahalledeki gerçek yaşamda nedense işler hep tersine döner,
bizim su tabancaları - zorla kızılderili olmaya ikna ettiğimiz ve kümeslere
girerek tüylerini yolduğumuz tavukların tüyleriyle süslediğimiz- hain
kızlderilieri ancak ıslatırken onların söğüt ağacı dallarıyla yaptıkları okları
zaman zaman kıçımızda, kafamızda deliklerin açılmasına sebep olurdu.
Efendim daha sonra komedi furyası başladı. İki İtalyan gülemketen işetiyordu
milleti. Bizimkilerin Yavru ile Katip adını verdikleri ve yanlış
hatırlamıyorsam Erol Günaydın ile Altan Erbulak’ın seslendirdiği bu ikili (
Franco Franchi -Ciccio Ingrassia ) büyük küçük herkesin sevgilisi oldu bir
anda. Yine aynı yıllarda Lui de Funes adlı bir Fransız da bizlere bol kahkaha
attırdı. Ama hiç birisi Jerry Lewis kadar güldüremedi dersem sanırım mübalağa
etmiş olmam...Komedinin kralı şüphesiz Jerry Lewisdi ama ben Danny Kay’e de
bayılırdım..Özellikle de doğallığı ve mimikleri mide kramplarına yol açardı
bende.
Türk sinemasında ise onların rakipleri önceleri Suphi Kaner, Vahi Öz iken daha
sonraları Öztürk Serengil ve Sadri Alışık oldu. Özellikle de Sadri Alışık’ın
Turist Ömer serisi...Filmin bir tek karesini bile kaçırmamak için ne kadar
sıkışırsak sıkışalım kalkıp tuvalete gitmez, zaten gülmekten altımıza işeten
filmlerde ’’Anaaa sıkıştım ’’ diye mızıldandığımız anda babamız tarafından
uzatılan boş gazoz şişelerini bol bol sıcak ve köpüklü gazoz ile doldurmamıza
yol açar, bir gazoz şişesinin yetmediği durumlarda ise ’’ Çüşşş eşşeoğlu eşek
’’ diyerek ikinci bir boş gazoz şişesinin önümüze uzatılmasına sebep olurdu.
Kız çocuklar mı? Onlar çaresiz altlarına işerlerdi. Gazoz şisesine yapacak
halleri yoktu doğal olarak.
Yine o yıllarda yaşı ne olursa olsun kadın taifesinin hasta olduğu yabancı
erkek artistlerin başında önceleri Clark Gable, Rock Hudson, Richard
Burton,Tony Curtis gelmekle beraber Alain Delon hepsini sollardı. ( İtoğlu it
hâla oldukça yakışıklıdır. ) Kadınlar arasında da Sophia Loren, Elizabeth
Taylor, Rachuel Velch, Gina Lollobrigida, gelmekle birlikte erkek taifesi de
genelde Brigitte Bardot hastasıydı. Bana soracak olursanız ekeklerde Alain, kadınlarda
Gina derdim.
Türk erkelerde ise o kadar çoktu ki: Orhan Günşıray, Eşref Kolçak, Ayhan Işık,
Fikret Hakan, Tamer Yiğit ve Altın Çocuk Göksel Arsoy..İlle de Göksel Arsoy...
Tüm genç kızlar, hatta evli barklı bayanlar bile Göksel Arsoy hastasıydı. Taaa
ki Cüneyt Arkın devreye girene kadar. O devreye girdikten sonra artık varsa
yoksa Cüneyt oldu. Artık Ekrem Bora, İzzet Günay, Salih Güney’in, hatta daha
sonraları ortaya çıkan yakışıklılar yakışıklısı Engin Çağlar’ın bile yüzüne
bakan yoktu neredeyse. Gerçi Cüneyt’in tahtınını da mahallelim Tarık Akan
salladı biraz ama çok uzun sürmedi onun saltanatı.
Türk Kadınları içinde ise hatırladığım en eskisi - Darül acezede hayata
gözlerini kapayan - Cahide Sonku idi. Sonra da Neriman Köksal ile Müslim
Baba’nın karısı olan Muhrerem Nur tabii ki ama tam benim zamanım diyeceğim
zamanların asları dört taneydi: Fatma Girik, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve
Filiz Akın...Dördü de neredeyse eşit ilgi ve sevgi görürdü. Benim favorim Filiz
Akın ve Sevda Ferdağ olmakla birlikte halk Türkan Şoray’ı daha fazla severdi
sanki. Baldır bacak meraklısı iseniz de Mine Soley ve yaş olarak ilerlediği
yıllarda tövbe edip kadın erenlerden biri olan Leyla Sayar vardı. Bu arada
tövbekarlar sınıfı içinde bir de Kudret Şandra vardı ki onun o yıllarda kadın
mı erkek mi olduğuna bir türlü karar veremezdik. Yıllar sonra hacı olup sakal
bıraktığında anladık ancak erkek olduğunu.
İşte bu dörtlüden sonra Türkiye’de kartpostalları en fazla satılan, bu yüzden
de kartpostalcıların veli-i nimeti durumuna gelmiş olan Müjde Ar çıktı
piyasaya. Çok uzun süre özellikle askerler onun dansöz kıyafeti içindeki
kartpostallarını taşıdılar ceplerinde. Benim öğretmenliğimin ilk yıllarında
bile yaptığımız üst aramalarında en çok Müjde Ar fotoğrafları buluyorduk çocukların
ceplerinde, defterlerinin arasında ki ilk görev yerimin bir İmam-Hatip Lisesi
olduğunu da hatırlatayım bir kez daha...O derece yani.Müjde Ar hayranlığı ne
imama, ne hatibe ne de gassala( ölü yıkayıcı ) bakıyordu. Tabii ki söylemeye
gerek yok. Hülya Avşar sinemaya başladıktan sonra bu tahtların hepsini alaşağı
etti.
Hay Allah...Aslında sinema filmlerinden bahsediyorduk değil mi ? Konu biraz
dağıldı.
Efendim komedi filmleri furyası ile birlikte Türk sinemasındaki melodram
filmleri de devam ediyordu tabii ki. Onlara da gidiyorduk. Zaten bizim için
film olsun da konusu ne olursa olsundu. Bir film seyretmek için gündüzden gelip
tüm sinema bahçesini ( Açık hava sinemadan bahsediyorum ) temizler, ayrıca film
aralarıda alaska, frigo, gazoz, patlamış mısır satardık sinemacılar için. O
film aralarında gazoz satarken bazı amcaların sanki karlı dağdan kar
bağışlıyormuş gibi böbürlene böbürlene bir yirmi beş kuruş uzatıp. ’’ Patlat
bakayım şöyle sekiz kişiye bir gazoz ’’ demesi ve gazozun yarısını kendi
içtikten sonra kalan yarısını da - içmeleri için- karısı ve altı çocuğuna
uzatmaları yok muydu? Resmen hem gıcık hem de ifrit olurdum.
Evet..Türk filmlerinde genelde zengin oğlan fakir kıza aşık oluyor ya da fakir
oğlan zengin kızına aşık oluyor araya mutlaka kötü birileri giriyor, kız ya da
oğlan verem oluyordu. Tıp biraz ilerleyince hepimiz komple BCG aşısından
geçirildikten sonra veremin yerini kanser aldı doğal olarak. Bu arada bir araba
kazasıyla kör olup yine bir araba kazasıyla görmeye başlayanlar, iki ayağı da
felç olup bir araba kazasıyla maratona başlayanlar sık sık rastlanan sahneler
olup, topal olan bana ’’ Ya Rabbim bana da bir araba çarpsa da şu ayağım
iyileşse’’ Diye dualar ettiriyordu. Hatta ayağım iyileşsin diye özellikle kaç
kez kendimi arabaların önüne atmama rağmen İstanbul’un puşt şoförleri sağlam
insanları sakat bırakmakta gösterdikleri hüneri benim gibi bir sakatı
iyileştirmede gösteremediler bir türlü. Tam bana çarpmaya bir santim kala
durdular hep ve arabalarından inip bir ton dayak attılar genelde.
İşte bu filmler kadınların çantalarında bir kaç mendille birlikte gittikleri
filmler olup bizim kara bahtlı kem talihli kadınlarımız kendi dertlerine
yanacaklarına o filmlerin esas oğlanları ve esas kızlarına göz yaşı döker,
çarşaf çarşaf mendil ıslatırlardı.
Kadınlar Fabrikatör Hulusi Amcanın kızı Nalan’ın , fakir bir köylü parçası olan
Eröl’e aşık olması ve kavuşamamasına ağlayadursun bizler için yabancı amcalar
çok cici filmler yapıyorlardı ki bunların başında önce Anjelik serisi
geldi...Anjelik de Anjelik yaniiii..Öfff ki öfffff....Sonra yarı erotik yarı
komedi Lando Buzzanca filmleri, Edvige Fenech filmleri ve nihayet Slvia
Christel’li Emmanuella serisi...
Devamı ? Hayli uzattık zaten devamı sonraya kalsın.