Sesi
ağlamaklıydı.
Canı
acıyordu.
Yüreği
ağrıyordu.
Sesinde
de aşikâr bir çaresizlik vardı.
Ah
u aman doluydu.
Ah
çoktu aman ise ne yazık ki ona karşı hiç yoktu.
Hani
gider ya can bildiğimiz, kan diye damarımızda aktığına inandığımız uzaklaşır
ya… Kahrıyla bizi baş başa koyar ya öyle bir çaresizlik vardı üzerinde.
Yüzünden
gözünden hüzün akıyordu.
Hüzün
rüzgârı esiyordu saçının her telinde.
Kelimeleri
hüzne bandırılmış da öyle cümle kurmuş gibiydi.
Hangi
bulutun yağmur yüklü olduğunu bilirsiniz.
Hangi
dağın taş bağırlı olduğunu…
Hangi
istiridyenin içinde inci sakladığını…
Ve
hangi kalbin taştan taş olduğunu…
Hangi
gözün ağladığını ve hangi kirpiğin hep ıslak olduğunu…
-
Biliyor
musun? dedi.
-
Neyi?
dedim.
-
O benim
her şeyimken
Ben onun hiçbir şeyiydim. Cevap verecek
oldum sus işareti yaptı. Bunu o kadar
kesin bir hareketle yaptı ki susmak zorunda kaldım.
-
Ben
sadece ağlamayı bilirim. Bir de beni ağlatanları… Bunu söyledikten sonra ufka daldı
gözleri. Sözleri
yankılandı durdu kalp uçurumumda. Onu anlamaya çalışıyordum. İçindeki sancının
sebebini öğrenmeye ve bu dayanılmaz Çin işkencesine kudretim yettiği kadar son
vermeye… Lakin dinlemekten başka bir şey yapamıyordum. Onun içini dökmesine ve
döktüğü gözyaşlarıyla arınmasına şahitlik ediyordum. Bir nevi iç dökümündeydi
o. Derisini değiştirir ya yılanlar ki değiştirmezse ölür ya, o da bunları sarf
etmeseydi inanın ölürdü.
Bıraktım onu kendi halinde.
Kussun içindeki safrayı.
Akıtsın zehri.
Atsın zararlı her şeyi. diye.
-
Göğüme
mavi olamayan kül rengi bulut oluyor.
Bahçeme çiçek
olamayan kalkmış diken oluyor. Bir çeşmenin önüne koyarsınız ya kovanızı,
taşa taşa dolar ya onun yüreği de o kova gibi dolmuş; yüzünden, gözünden,
ellerinden ve ağzından taşa taşa akıyordu.
-
Bir Ahmet
KAYA şarkısı gibi “Öyle bir yerdeyim ki” kimse bilmez. Öyle bir adamdayım ki
kendisi bile bunu idrak etmez.
Bir yanım cennet bir yanım cehennem… Bir yanım bahar bir yanım zemheri… Bir
yanım ölüm bir yanım yaşam…
Sesi titriyordu.
İçi kanıyordu.
Aklı gidiyordu.
Gözleri kayıyordu.
-
Sokul
yanıma. dedi . Dermanı yoktu ayağa
kalkmaya. Bu nasıl bir derttir rabbim, şifası
yok. Nasıl bir imtihandır mükâfatı yok.
-
Belki de
onu ne kadar sevdiğimi bilmiyor. dedi. Belli ki buna inanmak istiyordu. Onu
kendi umuduyla yalnız bıraktım. Kimsenin
onun umudunu kırmaya ya da çalmaya hakkı yoktu. Kötü de olsa insanın sığındığı
bir umudu vardır her zaman heybesinde.
Hiçbir
şey demedim ona sadece dinledim onu.
Ne yarasına merhem
oldum ne de kanamasına pansuman…
Ne gözünün karalığına vuruldum ne kirpiğinin
uzunluğuna…
-
Yanında
olduğumu bil! dedim. Başlını hafiften sallayarak “biliyorum.” dedi.