Öylesine dalmıştı ki, hiç bu kadar dışa kapalı bir
şekilde görmemiştim onu. Hani kıyamet kopsa umurunda olmaz derler ya ruh hali
aynen öyleydi. Gözyaşları kurumuştu
kirpiklerinde. Gözlerinin feri atmıştı. Yüzü şairin dediği gibi perde perde
solmaktaydı. Üstü başı zaten pejmürdeydi. Karnı beline yapışmıştı. Kalbi göğüs
kafesini kıracak şekilde atıyordu. Yaşıyordu lakin manasız bakıyordu. Yaşıyordu
lakin o başka âlemdeydi. Bu dünyanın hiçbir yükü yoktu üstünde. Ne bir makamın
sahibiydi ne de bir eşyanın… Şaşılacak denli feragat etmişti dünyevi her
şeyden. Yüreğinde biriktirdiği hüzünden başka bir şey değildi. Hüzne yatırım
yapmıştı. Kârlıydı; hüzün üstüne hüzün kazanıyordu.
Kimdi bu
adam? Bir gölge miydi acaba? Bir hayal miydi? Bir ölü müydü?
Fikri bir seyyah mıydı bu âlemden ötelere giden?
Kalbi bir mülteci miydi sevdiğinin kıyısına vuran?
Giden gitmiştir, ardına bile bakmamıştır. Aklı ve
kalbi sende olmayanın kalmasını istemek de doğru değildir. Keseceksin biletini… Fikrinde ne vardı acaba? “Hiç sevilmedik mi?”
Kalbinden geçen neydi?
“Ey yüce Rabbim, en ucundayım uçurumun. Düştüm
düşeceğim. Bir gramlık dahi dert ilave olursa dertlerimin üstüne düşerim. Bir
esimlik rüzgâr dahi okşarsa yüzümü… Bir uzatımlık çiçek, bir gülüş bile…. Bir
bakış… Tahammülüm kalmadı hiçbir şeye. Yâr sesi bile ağır gelir bana bundan
sonra. Yardayım işte düştüm düşeceğim. Yârda olmayandır yarda olan. Yüreği
yarılan da yârda uzak olandır.
Yârdan uzak yara yakınım. Yara bere içindeyim. Şifa istemem rabbim.” Ne
yapacağımı şaşırdım. O tam karşımda çömelmiş konuşuyordu kendi kendine. Omzuna
dokunup yanındayım demek istedim bir an. Ya da çömelip öylece kalmak yanında… Teselli
edecek hiçbir sözüm yoktu heybemde onu. Gözyaşlarını kurutacak bir bezim de
yoktu. İçe döküyordu gözyaşlarını
hissediyordum.
Sessizce ağlar mı bir insan, ağlıyor işte. Nemliydi bakışı,
buğuluydu sözleri gibi. Bulutluydu aklı, ıslaktı kalbi. Dudakları şerha şerha
olmuştu. Ve oradan dökülenler avuç avuç içtiği hüznün damlacıklarıydı gök kubbeye
karışan. Bir ateşin aleviydi göğe ulaşan. Bir ahın yankısıydı. “Canım bile bana
yüktür. Gül yaprağı dahi… Kuş sesi… “ Sesi cılızlaşıyordu. Soluğu kesiliyordu.
İçten gelen bir feryat vardı sanki göğü yırtacaktı ama tutuyordu. Yeri yakıp
yıkacak bir duygu selindeydi. Sebebi
belliydi onun bu halinin.
Çok sevmişti. Ferhat olmuştu sevdiğine karşısında
eziyet namına dikilmiş dağlar vardı. Ateşten denizler vardı aralarında. Çöller
vardı. Dipsiz göller… Yılanlar, çıyanlar pusu kurmuştu. Kara çalılar bitiyordu
aralarında, dikenli otlar… Dillerinde zehir olan insanlar vardı. Kalbi körkütük
âşıktı ama bir o kadar kütük vardı etrafında. Kuyulara atılıyordu pazarlarda
haraç mezat satılıyordu ama yine de dilinden onun adını eksik etmiyordu. Sırtına kızgın güneş altında kaçılar yiyordu
ruhuna kezzap dökülüyordu, eti cımbızla çekiliyordu, kemikleri kırılasıya
dövülüyordu. Tüm bunlar peşini bıraksın diye sevgilinin. Terk edip gitsin diye.
Lakin bunların hepsine gülüp geçiyordu. “Sizin kestiğini ve kırdığını
zannettiğiniz canda değilim ben. Taşınalı çok oldu bu canda! Başka bir canda
ikamet ediyorum.”
Uzaklara daldı. Belki de beyaz atın üstünde
sevdiğine doğru dörtnala giden bir prens olarak görüyordu kendisini. Kör
kuyularda Yusuf muydu yoksa? Ateşlerde İbrahim mi? Çöllerde dolanıp duran
Mecnun muydu? Seyyarelerde bir yıldız… Her yerde vardı da bir sevgilide yoktu.
Vuslat haramdı ona, kader kederdi. Başa gelen çekilir derdindeydi. Her mihnet
kabulüm rızasındaydı. Cam kırıkları mı dökülmüş yoluna, işte o an hemencecik
ayakkabısını ve çorabını çıkarır basıp geçerdi cam kırıklarına. Kesikler
içindeydi. Merhem istemezdi. Kesilen her yanı, kanayan her damarı sevgiliye
işaretti. Ona bir armağandı. Açılan her yarayı kendisine bahşedilen bir nimet
kabul ediyor ve bu nimetin mukabili olarak da şükrediyordu. İtirazı olmadı
bugüne kadar hiçbir derde. İsyanı olmadı kendisini terk edene. Kabulümdür, onun
dudağından çıkan bir dua gibiydi her zaman. Sığınmışlığı rabbineydi gerisi artı
hikâyeydi. Kendisini vazgeçilmez olarak görenlere mezarlıkları anlatırdı.
Aklını herkesten üstüne tutanlara tımarhaneleri işaret ederdi. Kimseye muhtaç
olmam diyenlere darülacezeleri gösterirdi. Kimseyi sevmem diyenlere de rabbi de mi diye
sorardı. Rabbini seven her şeyi herkesi severdi.
Ah be adam! Dünya yansa içinde bir şeyin yok. Tek
sermayen kalbin, onun da sahibi yok.
Yanında durduğum ve derdine bulandığım adam ayağa kalktı ve geldi
omzuma dokundu. Yumduğum gözlerimi
açtım. Dönüp omzuma dokunan elin sahibine baktım. Yüreğimden geçenlere ayna olanı
aradı gözlerim. Gecenin karanlığından daha karanlık olan ama içime güneş olan
varlığa baktım. Ve dudaklarımdan şunlar döküldü gayriihtiyari: “Rabbim çok
büyüksün. Verdiğin derde de razıyım, girdiğim imtihana da…” Ayağa kalktım ve ruhumun ufkunda beni bekleyen
kaderime doğru bir kuş hafifliği, bir melek safiyeti ve bir aşk adamı olarak
seyrüsefer ettim.