Tanrısal bir hicvi olmalı umut tarhının bir de dökümlü eteklerinde hüzün balyalarının sakladığı sırlar olmalı. Sevdalandığım ömrün ilk çeyreğinde s/aklıyım ben ve yumuk yumuk gözlerinde kardeşim mavi şimşeklere rast gelirken içimden geleni itekliyorum geriye ve çok geç kalmış olma ihtimalimle sevmeye doyamıyorum.

 

Sözcük katmanlarında yaşlı sebzeler ikram ediyorum: masanın bir ucunda gölgem ve yanı başında kardeşim. Söyleyemediklerimi mimleyen bir düşüşe gebe gece aslında ben geceye gebeyim ve soyut izlekler karnavalında satır başında tutuşan ilk duygumu korumaya çalışıyorum: hani anne kucağında başımı usulca tutan elleri babamın ve kayıpların henüz tedavülden kalkmadığı.

 

Söyleyeceğim her şey bulut gibi salınıyor aklımın mermer merdivenliğinde ve ben bir koşu varmak istiyorum en üst kata ve görüyorum ki tüm basamaklar yıkılmış ve altında kalmış çocukluğum belki de bu yüzden bu kadar sıra dışıyım her ne kadar kabul etmek istemese de yakınlarım bu kadar safiyet yüklü olabileceğimi de hala tahayyül edemiyor insanlar.

 

İşim gücüm kendimle ve bir b/akıyorum ki neredeyse yarım a/sır çuvallamışım.

 

Perde henüz kapanmamışken bir rol dileniyorum gökyüzünden ve narin kanatlarına dokunuyorum istemsiz bir boyutta sıra dışı bir şey söyleyeceğimin de bilincinde evvela susuyorum; tam söyleyecekken yeniden bir duvar örülüyor ve bu duvarın altında sonsuza kadar kalmak gibi irrealist bir düşünce ile tuşluyorum 112’yi.

 

Siren sesleri aşikâr ve benim alışkın olmadığım derken eve ulaşan kostümlü adamlar ve kadınlar iyi de tahliye olması gereken bir mahkûm iken ambulansa bindirilecek olan mademki ben değilim.

 

Bir yafta ve bir hıçkırık derken gözyaşı. Akabinde bir ay içinde dört kez ambulansın ön koltuğunda yolculuk yapıyorum.

 

Derken verilen mola lakin acizliğime de şerh düşüp sadece umuyorum ve sadece niyazlarda yaşıyor ve yaşatıyorum.

 

Şehirdekiler henüz tahliye olmadı madem ve hala ben içine düştüğüm düş çukurunda debelenirken…

 

Hala masada gölgem ve hala başköşede sevinçlerim iyi de en son neye sevinmiştim ki?

 

Susmam tembihleniyor madem…

 

İyi de ben susarak sevmek ve acı çekmek istemezken…

 

Yarım kalan buğusu sezilerin bir de s/ezemediklerim elbette ilk sırada aralıksız konuşan iç sesime yaptığı baskı dış sesin ve Araf’ta kalmanın hikmeti ile çözüldükçe çözülüyor dilim.

 

Ölü balıklar sahi hala hafızalarında kayıtlı mı son gördükleri ne de olsa bizler ölü balık hafızasına sahip düşkün mizaçlarımızla kolaylıkla sevip kolaylıkla incitebilirken üstelik en sevdiklerimizi.

 

Düşler sobelerken gerçekleri ısrarla çıkıyorum basamakları ve kuytularda unutulmuşluğun büyüsü ile kurcaladığım alt belleğimi ısrarla üst belleğe aktarma gayretlerimi geri tepip sayfalarca acının çıktısını alıyorum.

 

Bir tümör gibi güzergâhın taşları.

 

Belki de seyyah bir rüzgâr, dokunulmazlığın ruha hitap ettiği ve sevginin efkâra yaptığı basınç.

 

Ellerimdeki sıcaklık hala saklı iken ayaklarımdaki dikenler irdeliyor yolun taşla kaplı zeminini.

 

Bir susku hitabetin ölümcül gücü.

 

Bir serenat belki de içerlediğim kadar içlendiğim.

 

Eğer ki yaş yüreğin dışkısı ise mutluluk yüklenmiş bir bellek mi en çok ihtiyacını duyduğum?

 

Kayıtsızlığın izleğinde düş gücüme ihanet edip tüm hayallerimi sonlandırıyorum ve kırkı çıkmadan ümidin bu sefer kırklıyorum içimdeki ayağı kırık iskemle ve oturmam an meselesi iken bile bile atıyorum da kendimi ateşe.

 

Ve bir çay bahçesindeyim: yorgun ikramlar garsonların elinde ve yorgun sitemler yüreksiz haritalarda engebeler sunuyor her şekeri attığımda çayın köpürme ihtimali ile belki de höpürdetmem gereken acı kahveyi saklıyorum masanın altında ve cezveyi talep ederken garsondan biliyorum ki bu kahve fincanı çeyiz sandığıma koyacağım bir hatıra hele ki acıların bir zamanlar çok uzağımızda olduğu.

 

Bir koğuşsa saklanmam gereken.

 

Bir azap ise saklı tutmakla yükümlü.

 

Bir kıvançsa satırsız bir günü ölüm bellediğim.

 

Kelimelerin hicvine yatkın benliğimde kelimelere kurşun döküp ardından kura çekiyorum yazmam gereken ne ise kalemime verdiğim emirle az sonra çömeceğim masaya ve öncemi dikte edip anda saklı tuttuğum hüznü yarından soyutlamaya ç/alışacağım.

 

Göğün minvalinde bir şahin kadar keskin bakışı mizacında solan bir çiçek gibi de aksıran sesi geleceğin tıpkı son söz bildiğim bir cümleyi aslında hayatın ön sözü yapmışken.

 

Kadifeden bir kesede saklı tuttuğum hayallerim ve artık kurmak değil yıkmak iken hayal dünyamı.

 

Afaki bir gölgenin meşrebinde ve közünde ömrün dikte ederken günü aslında anlatmaya doyamadığım dünü ve teşrif eden sıra dışı bir ilham ile günü b/andığım belki ölüme karşı direnç gösteren bir hasta gibi vücudun tarandığı o cihazda yaşama umudunu da saklı tuttuğu.

 

Ayraç kayıp madem azımsanmayacak bu duygu yoğunluğum ile hayatı zora sokan ve mizacımdaki kopukluk sebebi ile dengemi korumak adına yazmaktan vazgeçmediğim bir mizansen tüm olası seçenekleri eleyip içimdeki eklenti ve o devasa kaos elbette fani olmanın bilinci ile hala nasıl oluyor da sonsuzluğa uzanmak iken en büyük hayalim ve kalemi oynatırken adeta ruhumu dünya haritasında gitmediğim coğrafyalara konumlandırıyorum.

 

Gezmekten fazla haz etmediğim ama iç dünyamı zengin kılan düş gücüme sadık kalıp her kelimenin varlığı bende inanılmaz coşku ve arayışa sebebiyet verirken biliyorum ki hayata dair nice detay illa ki hayatımı yaşanır kılıp tekdüzelikten arındırıyor.

 

Sabahın ilk saatleri ve masaya koyduğum çay buz kesmiş tıpkı ellerim gibi ve kardeşimin sıcak bakışları ile eriyen şekere takılıyor gözüm tıpkı gözbebeğim tüm sevdiklerimi de emanet ettiğim yüce Yaratan ne de olsa aşılması ne varsa illa ki O’nun hükümranlığında yol almışken bir ömür kaygı ve şüphe de duymuyorum sunulan bu İlahi Güçten kursağımdan geçen her lokmayı da paylaşmak adına kalemle dokunduğum bir kahvaltı sofrasından aç kalkma ihtimalinin de asla olmadığı…

 

Mademki sevgi ve inanç gıdamız…

 

 

 


( Niyaz... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 4.11.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.