Dün ne hazinelere sahip yüreklerimiz vardı yanı başımızda.
Bugün hani?
Her gün onu okul yolunda görüyordum. Pejmürde bir hali vardı. Saçı
sakalı uzundu. Ağlamaklı gözlerle bakardı. Sesi nasıldı bilmezdi kimse. Aşk
girmişse bir kalbe, yer etmişse orada, postunu serip de hükümdarlığını ilan
etmişse eğer akli manada bir şey aramayan daha muhatabınızda. Mantıklı bir adım
atmasını… Mantıklı hareket etmesini… İlginç bir tarzı ve tavrı vardı.
Yolun tam da ortasına bir kalp çizerdi hep. Ve uzanırdı o kalbin içine.
Gelen geçen araçlar onun iki yanından geçip gitmek zorunda kalırdı. Bunu yaptığı
saat her sabah tamı tamına 07.35’ti. Şaşmazdı bir dakika bile. Sonra sarıldığı
o kalbin içinden çıkar yolun kenarın gelip kaldırımda otururdu.
Ellerini
göğe açar ve kendi lisanınca dua ederdi rabbe. Bu kutsal seremoni okulun
açıldığı ilk günden okulun kapandığı son güne kadar hiçbir sabah aksatmadan
devam etti. Sonra gözyaşları içinde yolun ortasına çizdiği kalbe bakarak veda
öpücüğü verirdi. Onun bu sabit ritüelinden bihaberdim. Ne olduğunu anlamaya
çalışıyordum. O, üç beş dakika sabit bir şekilde yolun ortasına çizmiş olduğu
resme bakarak gerisin geriye doğru giderdi.
Çok sonra öğrendim kalp çizdiği noktada eşini bir trafik kazasına
kurban verdiğini… Ve eşinin ölümünden sonra hiç evlenmediğini… Oraya gelişi de
bu yüzden her gün. Gözyaşları içinde duruşu, dua edişi… Sonra veda ederken dahi
çaresizce gidişi… Ölüm sadece toprağına altında kalmak değildir. Bazen yaşarken
de ölürsünüz fark etmezsiniz. İlk tokatı yiyene kadar. Sonrası zaten şairin
dediği gibi iyilik güzellik…
Onun hayatından acılarını çekip
alırsanız hiçbir şeyi kalmaz geriye. Bir insanın en büyük silahı hüznü olabilir
mi?
Her gün onu okul yolunda görüyordum. Pejmürde bir hali vardı. Saçı
sakalı uzundu. Ağlamaklı gözlerle bakardı. Sesi nasıldı bilmezdi kimse. Ve
bilmezdi kimse o yolun dünyanın en güzel aşkına mezar olduğunu. Bu yüzden
yürürken yollarda hırpalamadan yürüyün canları. İncitmeden…
Dün ne kelimelere sahipti ağzım.
Bugün hani?