1
Kahvehaneler yaşantımızın 'herkesin olmasa da' bir parçasıdır. Ülkemize nasıl girmiş, ilkini kim açmış, hangi padişah yasak
etmiş, sonradan neden ”Kıraathane” denmiş bunlar tarihle ilgili şeyler…
Sabah evinden çıkan emekliler ne yapsın, nereye gitsin, hangi dükkanda kaç dakika oturabilsin, hiç olmazsa takıldıkları bir kahvehaneleri var, orada günlük gazeteleri okurlar, çaylığına, meşrubatına, ayranına oyun oynarlar, sohbet ederler, böylelikle vaktin nasıl geçtiğini bilmezler. Akşam olunca müptelası hariçler de tek tük evlerinin yolunu tutarlar.
Yıllar önce köyünden Kırşehir'e gelen
birisi eğer birisiyle buluşacak sa zamanının meşhur Davşan’ın, Sülükcülerin veya buna
benzer namlı kahvehaneleri adres verirdi.
Bildiğim kadarıyla Karacaören’de ilk
kahvehaneyi Cülük Sali açmış ,daha sonraları askerden gelen Güdük İreşid’in
Hasan ona özenerek babadan kalma samanlığı kahvehaneye çevirip hizmete
sokmuştur. Hasan o yıllar köyün kalabalık oluşundan bu işten para kazanmış, sonradan
Almanya’ya işçi akımı başlayınca haliyle köyün boşalmasıyla işler tersine
dönmüş o bir başkasına, başkası bir başkasına devrederek aradan geçen yıllar
içersinde kahvehane en son tat Duran’a kalmıştır.
Tat Duran babası Kör Mevlit gibi gece önüne hindi sıfatıyla çıkan cinlere karşı gelecek, kerpiç kesecek, kuru kerpiçleri kelle atar gibi inşaatlarda
duvar ustasına atacak güçte, kuvvet de birisi değildir. Bundan dolayı
Kırşehir’e çalışmaya gider. Sağda solda gezerken bir kahvehanede garsonluğa
başlar. Bu ve bu gibi işlerde çalışırken kahve ve çayın nasıl yapıldığını, köpürtmenin
ve demin nasıl ayarlandığını, yani kendi kendince mesleği öğrendiğine iyice
kanat getirince garsonluğu bırakıp kahvehanelerde ocakcılığa başlamış olur.
Hasan kahveciliği bıraktıktan sonra
Karacaören-Kırşehir arası yolcu taşımacalığına başlar. Günün birinde yolu tat
Duran’ın (konuşma zorluğu çektiğinden) çalıştığı kahveye düşer. Duranla
sağdan-soldan konuşurken kahvehaneyi çalıştıran kişinin ”Hemşerim ocakcıyı
meşgül etme” demesine içerleyen Hasan; ”Oğlum Duran ben senden kira-mira istemiyom git
kahveyi çalıştır buralarda ezilme” deyince Duran’ın sevinçten ayakları yere
değmez.
O
kahvehaneyi çalıştıran her kim olursa hazır müşteriye konardı. Çünkü oranın
müşterisi hiç eksik olmazdı. Nede olsa eski kahve olmasıyla gelenlerin orasıyla
ilgili ileride anlatacak bir çok hatıraları vardı.
Köylük yer olduğu için genelde kimsenin
cebince para olmaz, borçlar harman kalkımında ödenirdi ki bu durum haliyle kahvehane
çalıştıran kişinin bütçesini zorlardı. Çaya, şekere Özbağ'lı çapkın Yahya’nın
Çiçekdağı'ndan getirdiği meşe kömürüne, sonradan bunun yerini alan gaz ocağının ve
lüküsün gazına, yeni yeni kullanılmaya başlayan tüpgaazlı semaver ile aydınlatmak için
kullanılan lüküsün gömleğine tüpüne, oun kağıtlarına, kaybolan tavlaını zarına
puluna, domino taşlarına para mı yetiyordu.
Mehmet daha henüz on yedi-on sekiz yaşlarında
kuş taşlamayı çoktan geride bırakmış bir gençti. Babası diğer köylüleri gibi
muhannete muhtaç olmamamak için Almanya’ya işçi olarak gitmiş, Mehmet de
üzerinde bir baskı olmadığından “Nasıl olsa Ankara’da amcalarım var, askerden
sonra beni işe koyarlar” diye şehirde Kale Orta okuluna kayıt olmamış, ahırda
samanlıkta, bağda, bahçede, harmanda, hasatta dedesine yardım eder, boş
zamanlarında da arkadaşlarına özenip evlerine yakın olanTat Duran’ın kahvesine
giderdi. Cebinde parası olsun olmasın kimseden altta kalmamak için
arkadaşlarına çay söyler, yerine göre tavla, domino, bülüm, atmış altı, üçlü, pişti
gibi oyunlar oynar yenilirse ”Duran abi hesaplar bende sonra öderim” deyip
oradan ayrılırken Duran abisi de
arkasından ”Peki yiğenim daha sonra ödersin” der, sırtını tıpışlamayı eksik
etmezdi.
Aradan
bir süre geçince Mehmed’in borçları katlandıkça katlanmış, o ve onun gibi diğer
gençlerinde borçları üstüste birikince bu da Duran’a göre bir mebla teşkil
etmekte, haliyle çayı ve şekeri veresiye aldığı bakkal Katip Irzaya borcunu
ödeyemediği için darada sırada yerine göre ondan azar işitmektedir.
Mehmed
artık eskisi gibi kahveye uğramamakta, evlerine başka sokaktan girmektedir. Tat
Duran onu gördüğü yerde artık ”yeğenim” diye sırtını sıvazlamamakta orasına,
burasına ”Paramı hemen getir” diye önceleri cimcik atarken zamanla onun yerine
yumruk vurmaktadır.
Sabah erken kalkan Etem o gün için her nedense
pek neşelidir. Köpeği zor-zor’la evin çatal kapısından sokağa çıkmasıyla hemen
karşısındaki duvarın dibinde oturan komşusu Firdes ”Alagaz, alagaz, alagaz”diye
kucağındaki torununu sevmektedir.
Şakacı Etem durur mu ,hazırcevap ”Firegaz ,firegaz,
firegaz” diye Firdes’e seslendiğinde onun kucağındaki torunuyla utancından eve
nasıl kaçtığına gülerek bahçesinin yolunu tutar.
Etem bahçede bir müddet çalışıtıktan sonra haliyle
yorulmuştu. Gözlerinden uyku aksa da bir ay önce Ankara’da taktırdığı dişler
damağına vurmakta, haliyle de kendisine acı vermektedir. Etem dişleri çıkarıp
bir beze sardıktan sonra gölgesine uzandığı zerdali ağacının kovuğuna onları
koyup derin bir uykuya dalar. Gördüğü korkulu bir rüyanın etkisiyle uyandığında
gözlerine ilk ilişen şey dişlerinin köpeği zor-zor’un ağzında oluşudur. Şaşkınlıkla
“ula zor-zor benim damağımı vuran senin ağzına uyar mı at onları” diye yarı
kızgınlıkla bağırınca zor-zor korkudan dişleri atıp kaçar. Dişleri eline alan
Etem onların köpeğin gevmesi ile özelliklerini kaybettiğini anlayınca öfkeden
deliye döner, dişleri bir tarafa fırlatıp ”şimdi ben nasıl yemek yiyeceğim” diyerek
evinin yolunu tutar.
Tam
çatal kapıyı açmıştı ki gölgenin loşluğunda için için ağlayıp hıçkıran torunu
Mehmet'i fark edince dişi - mişi unutup ”sana ne oldu kuzum evde bir şey mi var, yoksa
eben Fati’mi hasta yavrum…”diye sorar
Mehmet dedesini yanında görünce bundan cesaret
aldı, kendine güveni geldi, “Tat Duran beni döğdü dede…” diyerek gözyaşlarını kolunun yenine silmeye
başladı.
Aslında Mehmet
borcunu ödeyecekti fakat parası yoktu. Birkaç kez dedesinden isteyecek oldu ama
diyemedi, anasına duyurdu o da oralı olmadı. Fırsatını bulup bir şinik buğdayı
ambardan ah bir aşırsa borcunu belki öderdi. Karşılaştıkları günün birinde Tat Duran
bu kez sırtına değil de kafasına bir yumruk vurmuştu. Yumruk bayağı ağır cinstendi. Kafası
öyle acıyordu ki…Az sonra baktığında orası şişmişti.
Etem
torunu Mehmet'i yanına alıp eve yakın olan kahveye varıyordu ki Tat Duran “Etem
ağa herhalde Mehmet'in borcunu vermeye geliyor” diye iç geçirerek onları pencere
camından görmesiyle kahvenin kapısındaki merdiven ayağına geldi.
Etem ağa çok öfkeliydi. ”Ula Duran utanmıyon mu el kadar çocuğu döğmüye, şurda konşu yerdeyik bu yapdığın ayıp dağal mi, utanmıyon mu gocaman adamsın.….”
“O da bok yemesin getirip borcunu ödesin Etem ağa….”
“ Ula Duran terbiyeni takın, bok senin ağızınan yinir utanmaz dürzü.”
“ Etem ağa, terbiyeyi atlar takar, ben borcumu vermeyen adama şu kadar şey ederim.” diyerek ilk küfrün başlangıcını yapmış oldu.
Etem o yıl hacdan yeni gelmişti, birde bunun yanında bayağı yaşlı idi. Bedeni eskisine nazaran gözle görülür ufalmış, artık gücünü de kaybetmiş, eskiden beri küfür etmek onun dilin de yer etmemişti.
”Ula tat; beni küfüre zorlama, yoosam iş değişir, soona garışmam…”
“ Zorlasam nolur, garışsan nolur lan, laf yetirecane kör mü torun'uyun borcunu öde, vermezsen bir milyon kere şey ederim.
Etem bu küfür'deki katsayı artışına bayağı
içerlemişti. Yaşlı olmasa bunu Duran’ın yanına koymazdı. ”aaah ulan gençlik” diye
iç geçirdi. Ortada dövüş olmadığı için herkes ‘seyir on para’ yapıyor onlara
bakıp bakıp gülüşüyorlardı.
Etem kalabalığa duyuracak şekilde sesini akort ettikten sonra "ula Kör Mevli'din eşşaaa, ula Tad Duraaan, aha şimdi şurda hacılığı, hocalığı bi yana goyom. Bede senin küfürüne artış yapıp iki milyona çıkarıyom, sana da ilaveli gönderiyom şimdi ne diycan baalım zırnııııık, bok yime erkaasen yanıma geeel. Gorkuyon daalmi tat donuuuz.,
ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR 15 08 2016
Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.