Çatalhöyük’e gitmeyi öyle istiyordu ki bu tutku halini almıştı. Şimdiye kadar hiç il dışına çıkmamıştı. Bunu kafasına koydu. Bu gerekliydi. Bu ruhunu doyuracak yegane gıdaydı. Daha iki gün önce rüyasını görmüştü. Çatalhöyük’te tepenin altında yatan  ölüler bir bir diriliyor, karınları acıkmış bir vaziyette sağa sola, gidip geliyorlardı.
Korkmadı değil ama o insanların hareketlerini, yürüyüşlerini bir şeylerin, dönüp dolanmakta olduğunu düşünüyor oraya giderse, o esrar dolu yaşantıları çözeceğine inanıyordu. Mete bu düşüncelerle batmakta olan kızıl güneşin ışığının içine aktığını hissetti.
Dünyaya egemen olan güneş, hakim olan, bir hükümdar gibi dünyanın vahşiliğini dizginleyen koyu kızıl güneş. Mete bardağından bir yudum çay daha içti. Yanına kardeşi Mehtap gelince daldığı hayalden uyandı.
Mehtap “Bakıyorum dalmış gitmişsin. Zihninde neler yaşıyorsun. Bu batmakta olan kızıl güneş olduğuna göre.. Manzara diye ben buna derim.”
Mete “Benim düşündüklerimi bir bilsen. Şu an ki manzaradan bir basamak yükseğe çıkardın. Ama bunu sana söyleyemem. Çünkü bilginin şiddetine dayanamazsın. Çılgına döner aklını yitirirsin.”
Mehtap “Zaten senin gibi romantiklerin bildiği hep bilinmeyenler olur. Öyle ise bunu aklıma getirdin. Söyle bakalım neymiş düşündüğün?”
Mete “Öyle ise başlıyorum. Çatalhöyük’ü bilirsin. Neolitik çağın günümüze kalan yegane yeri. İnsanların ataları sayılabilecek kadar çok eski yaşamların merkezi. Şu batmakta olan kızıl güneşin ardından Çatalhöyük halkı, yer altından uyanmaya başlıyorlar. Onlar ölü ama bizler uyuyunca onların ölü yaşantılarını bilemiyoruz. Ve bu beni öylesine meşgul ediyor ki. Oraya gitmekten başka çaremin kalmadığına inanıyorum. Oraya gidersem bil ki onların yaşantılarını, özlemlerini, acılarını, sevinçlerini bir bir çözecekmişim gibi geliyor bana. Ve bunun için gayet hazırlıklıyım. Bir bağlantı kursam yeter bana. Gerisi gelir.”
Mehtap “Hiç öyle bir şeyin varlığına inanamıyorum. Hem bağlantı kurdun diyelim. Onlarla nasıl konuşacaksın. Onların dilini çözebilecek misin bakalım?”
Mete “İletişime geçeceğim kanlı canlı insanlar değil. Toprak altında binlerce yıl önceki insanların düşünceleri. Ben bir düşüncenin bulunduğu ortama ışıma yaptığına inanıyorum. Ve aradan binlerce yıl geçse de o düşünceleri hatasız okuyabileceğime inanıyorum. Ve bunu nasıl yapacağımı sana, bilginin şiddeti yüzünden söylemem. Bu girdaba bulaşmanı istemiyorum. Bu Adem’in yasak meyveyi yemesinden sonra yaşantısının nasıl değiştiği ile bire bir aynı.”
Mehtap “Hadi bana söyle. Senin için olumsuz düşündüğümden dolayı özür dilerim. Hadi kırma beni söyle.”
Mete “Olmaz bana bu bilgiyi veren kişi kesinlikle başka birine söylememizi yasakladı. Öğrenmek isteyenin gelip kendisinden öğrenmesini söyledi. Senin bu bilgide elin olması için benim gibi acı çekip eğitilmen gerekli. Bu el veren kişiyi de söyleyemem. Dedi ekledi. Yarın ben Konya’ya Çatalhöyük’e gidiyorum. Benimle gelmek ister misin?”
Mehtap “Tamam ben de geliyorum. Ama önce buradaki Anamur’daki arkadaşlarıma mesaj göndermeliyim.” Dedi. “Harikasın. Hiç böyle bir gezi aklıma gelmemişti. Onca yer gezdim. Orası aklıma bile gelmedi. Demek yarın neolitik çağın insanları ile yakın temasa geçeceğiz. Keşke o şiddetli bilgiyi de öğrenseydim.”
Mete “Tek bir ipucu verebilirim. İşin püf noktası nurdur. Rengi batacak olan güneşin kızıllığında. İşte verdim sana ipucunu. Boşlukları sen dolduracaksın.”
Ve iki kardeş sabaha doğru uyandılar. Kahvaltılarını yaptılar. Sekize doğru güneşin neşeli ısısı ile Anamur terminaline vardılar.
Çatalhöyük’e bir acentenin minibüsü ile kafile halinde gelmişlerdi. Rehber minibüsten indiklerinde anlatmaya başladı. Mehtap hala merak içindeydi. Aklı Mete’nin nur ve kızıl güneş deyip gerisini getirmediği bilgideydi. Yolda gelirken bunu birkaç kez sormuş yanıt alamamıştı. Emindi ki Mete o gizli bilgi ile şimdiden neolitik çağın insanları ile iletişime geçmişti.
Tepeye varmışlardı. Rehber durmadan anlatıyordu. Mehtap’ın gözleri Mete’nin üzerindeydi. Mete’nin tuhaf bir hali vardı. Gözleri sabit bir şeyler bilmeye başladığını belli ediyordu. Bir ara Mete yüzünü Mehtap’a çevirdi. “Gel.” Diye seslendi. Mehtap Mete’nin yanına yaklaştı.
Mete “Benim yaptığım kutsal bir şey. Madem çok ısrarcısın sana şiddetli bilgiyi söyleyeyim. Yer altında yatanı kanlı canlı olarak düşünüyorsun. Onun kalbinden içine kızıl renkteki nurun aktığını düşünüyorsun. Bütün mesele bu.”
Kafilede ki birkaç kişi iki kardeşi göz hapsine almış, dikkatlerini çeken konuşmalarına kulak misafiri olmuşlardı.
Mete “Aşağıda ki kulübede sergilenen yer altından çıkan kemiklerin resimleri var. Birazdan oraya gireceğiz galiba. Orada benim ne yaptığıma iyice dikkat et.” Dedi kardeşine. Kafile yarım saat tepede rehberin anlattıklarını dinledi. Kazı yerine indiler. Birkaç arkeolog ile karşılaştılar. Onlar kazıları ile meşguldü. Ellerinde hassas darbeler ile toprağı eşeliyorlardı. 
Kafile bilgilenmenin sonuna doğru topraktan çıkan eserlerin kopyalarının bulunduğu kulübeye girdiler. Mehtap kardeşini takip ediyordu. O ‘benim ne yaptığıma iyice dikkat et’ demişti. Öyle yaptı. 
Metin yanında getirdiği kağıda kalemi ile duvarda resmi olan insan iskeletini çizmeye başladı. Mete’yi gören kafileden biri merakla yanına yanaştı. “Ne çiziyorsun öğrenebilir miyim?” diye sordu.
Mete “Bu çizdiğim duvarda resmi olan insan iskeleti. Böyle yaparak ruhsal bir atmosferim oluyor. Ve bunu burada ben çizmiştim diye hatırlamak için. Dahası hatıralarımı böyle canlandırmak için.” 
Adam ikna olmamış gibiydi. Dikkatle Mete’nin yüzüne yeniden baktı. Mete “Açıkçası sizi bilmem ama ben harflerin gizemine inanırım. Şu gördüğünüz iskelet bir cümle ediyor. Eski insanlar hayvan kemiklerinin çeşitli duruşları ile yazı yazarlardı. Ben de bu duvarda ki iskelet resminin duruşunun ne anlama geldiğini okumaya çalışıyorum.”
Adam “Bu gördüğümüz iskelet rahim duruşudur. O zamanın insanı ölenlerini böyle gömermiş.”
Mete “En azından bu duruşun anlık resmi binlerce yıl değişmemiş. Ve bu duruşu ben kayıt altına almamla bilinmeye kapalı olanı açığa çıkarmış oluyorum.”
Adam “Bu konuda haklısınız.” Dedi. Cebinden o da kağıt kalem çıkardı. Cenin pozisyonunda ki iskeleti kağıdına çizmeye başladı.
Mete “Daha küçük detayları çizerseniz mükemmel olur.” Dedi ekledi. “Çatalhöyük’te küçük detaylar çok önemlidir.”

Tuna M. Yaşar

( Çatalhöyükte Küçük Detaylar başlıklı yazı Tuna M.Yaşar tarafından 7.02.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.