Üretim çoklu bağıntıların süreci olmakla üretim ilişkisi de üretim hareketi de zorunlu bir çoklu bağıntıydı. Çoklu bağıntı; üreten ve paylaştıran süreci de belirleyen etki bağıntıydı. Kişi inşanın başından beri üretim işini sürdüren, araştırıp geliştiren değildi.

Ve inşa birçok kişisi yeteneklerle oluşturduğu kolektif sentezli kişi katkılı yeteneği, toplumsal yeteneği aktarıp geleceğe de kişilere de miras eden kolektifti. Kişilerde beliren ve kişinin kendisinden fazla olan yeteneği; kişiye donanım olarak aktarılan kolektif güç ile kolektif bilinçtir.
 
Kolektif sistem bu dinamiği nedenle; kişilerin El gibi iradeli kişisi sahipler olup, sahiplik iradesini diğer kişiler üzerine baskı ve basınca yapmağa dönüşür olmasına kapalı bir seçme ayıklamaydı. İşte bu seleksiyon; sistem üzerine etki edecek bir kişi sahipliği durdurmanın bilinci olmakla sistemin hafıza kuralı olmak zorundaydı. 

Kolektif etki, kolektife göre kolektif meşruiyet ortaya koyuyordu. Elbette kişisi etki de kişiye göre kişisi meşruiyet ortaya koyardı. Ama kolektif ilik çoklu eylemler birleşmeli sentezle sağlatan ve yine çoklu eylemler birleşmeli sentezle üreten ilişki olmakla toplam aktif etkiydi. Toplam etki kişisi etki değildir. Kişi kolektif yapı içinde her haliyle kolektif etkili bir belirlenimdir.

Kişisi eylemler birleşmeli sentez içinde kişi gibi niceli oluşlar kişiyi, senteze katkısı kadar bir aiti yapar. Daha fazlası değildir. Kişi bu tür katkı parça bağıntı olmasını ortaya koymadan kolektif olarak harekete geçemez. Kolektifi ilik te bu parçalardan oluşur.

Bu diyalektik biçimleniş karşılıklı zorunlu bağıntıdır. Kolektif bağıntı kolektif dışındaki tekil kişide oluşamaz. Bu da tekil kişinin kolektif gibi davranamaz olmasıdır. Kolektif te kişi gibi parça süreçli bir davranışla davranamaz. Toplum da vida vardır ama toplum, vida değildir. Toplum vida parçası gibi davranamaz.
 
Kolektifin üzerinden kolektife etki edecek bir kişisel etki bu bağlamla kolektif oluşun seleksiyonuna takılır. Seleksiyonun bir baskılaması ile kolektifin korunan hafızası olur.  Kolektif, kişileri kadar bir belirme iken; kişi istese de kolektifi kadar bir belirme olamaz.

Kişi ancak ve ancak kolektif donanımın kendisine yüklediği ile kendisi kadar bir belirmedir. Bu nedenle kolektif süreç çokluk ile kolektif başlayan zorunlu etkidir. Meşruiyet, kolektifi oluşmanın ve kolektifi sürdürmenin parça eylemlerini kolektife eden bir bağıntı olmasıyla meşruiyettir.

Kolektifin bu tür meşruiyet bağıntısı, kolektif hafızayla kişilere yansır. Bu yansıma odağı kişiye, kıyas, hüküm ve tasarım olmakla bilinç aktı olur. Bu düşünsel eylem kişinin anlama özne selliğidir. İşte El böylesi bir tarih selliği olan durumla meşru olmak zorundaydı.

Yine El çoklu bir kolektif etkinin kişiler öznesinde meşru olması gibi bir zorunlulukla meşru olmak zorundaydı. El meşru belirmeyle olmanın mecburiyeti içindeydi. Ama El tekil bir parça kişi ve kişi eylemli düşünce olmakla kolektif bir üreten süreci başlatan bir eylem ve kolektif süreci başlatan bir irade olamıyordu.

İşte El kolektif irade ve eylem olabilmek için toplumun üreten ilişkilerini, toplumun kolektif hafızasını kendine göre söylüyordu. Toplum El’e göre söylem içinde işleyiş olmakla enfekte edilmişti. El enfekte ortamla ancak El sürecini başlatmaya çalışıyordu. Çünkü kolektif işleyişin geçmişinde El mantığı gibi inşa edici ne bir zorunluluk vardı ne de bir meşruiyet vardı.

Üreten geçmişte de böyle bir gelenek yoktu.  El aslında başka bir nedenle ortaya çıkmış ama süreç içinde başka bir amaçla kullanılmanın yanılgılar koymanın kıvranması içindeydi. Bu kıvranma nedenle olması gereken tarihi meşruiyet geleneğini şimdiki oligarşin zaman içinde mucize söylemleriyle meşru olmak istiyordu.

Eğer El gibi bir kullanım ve El mucizesi değişip dönüşen gelişmelere mana düşüncesi olabiliyorsa böyle bir mucizenin gerçekleşip gerçekleşmemiş olması El inanıcısı için önemli değildi.

Kaybolduğunuz bir ormanda cılga bir yol size umuttur. O cılga yol uçuruma gitse bile. İşte o zamanın insanlarında mana düşüncesi böylesi bir yararcılıktı (pragmatizmdi). Önemli olan oligarşiye giden yol üzerindeki yol arızasını temizlemeyi meşruiyet içinde yapmaktı.

Olağanüstülük söylemi, gerçek olan tarihsel bağ hafızasında kopan bu süreci; ancak ve ancak bu tarz mucizevi söylemleriyle mantıklı etmenin manaca işe yarar olma anlamasıydı.  Gerçek değişme dönüşmeye paralel olarak El’in işe yaramadığı yerde Yehova var olacaktı.

El söylemli kutsal sözleri kişi kendisine rehber etti. Bu kişinin kendi kendisini ikna etmesiydi. Gerçeğe uygunluğu süresince oluşan mana anlayışıyla kişi kendi kendisini ipnotize etmiş olmasıyla bu anlayış, kişinin kendi üzerinde kendi etkisiydi. Kişinin kendi kendisini manaya taat ve itaat içinde tutmasıydı. El kişinin kendi üzerindeki kendi mana etkisinden ötürü, etkilenmiş kişileri efendilere rıza göstertmesine de razı ediyordu.

Okur şunu iyi bilmeli El anlatımındaki mananın gerçek olup olmaması o dünya insanlarının çok ta inanıp inanmadığı bir özellik değildi. Kişilerin geleceğe yaptıkları aktarımlar içinde aktarılan mananın onlar için “nasıl bir önem taşıdığını ortaya koymanın derdinde” olmaları nedenle bu mana inancında oldukça gerçekçiydiler.

Anlatılanlarda gerçek bir yaşamın formları vardı. Bir de bu forma uygun o formun önemini anlatmanın öyküleri vardı. İttifaktan çıkmanın ya da ittifaktan ayrılmanın veya ittifak dışına sürgün yemenin karşı tarafa kovma faturası tufanla silinip süpürülmekti.

Mısır esaretinde kurtulmanın önemine binaen vurgu Mısırlıları, suları ikiye yarılan denizde, boğdurmaktaydı. İşte gerçekten kopan El ya da Yehve mana anlayışı bu önemleri aktarmak, korumak için mana ile bağıntılı aktarımlarıyla vardı. Kutsallık cd, DVD gibi hafızayı da temsil ediyordu.

El anlayışlı sürece dönüşen yapı içinde kolektif hafızanın kaybından yaşananlar nedeniyle travma ve tufanlar vardı. Üreten kolektif gücü içindeki kişileri, yoksul ve sahiplikten yoksun kılmak için El’in rızk dağıtması vardı.

Sonra da din ve El siyaseti içinde El’in sebebi olduğu yoksulluğa vaat eden algılarıyla, umutsuzlara umut olmaktan kaynaklı ajitasyonlarıyla El vardı. Bu tutum tam bir öğrenilmiş çaresizliği belirtiyordu. Çaresiz olan yoksulluğun, algıda seçmez ligini ortaya koyan süreçlerdi.

El, Yehova vs. tarzı anlatımlar, gerçek yaşanan konuların, anlatıcılar için ne önem taşıdığına binaen anlam yüklenici manalardı. Yaşanılanlarla değişmenin, dönüşmenin önemi; El ve Yhw üzerinde mana edilmenin anlatımlarıyla meşru oluştu. Yoksa gerçekten de El var mıydı? El İbrahim’e görüme tecellisi yapmış mıydı? E İbrahim’e “Ben El Şaddayım” demiş miydi? Bunların o an zerre önemi yoktu.

Türlü türlü mana olan arayışlar içinde olmakla bunlara inanıp inanmamaları o dünya için pek önemli değildi. Putunu yaptığı hamur muskayı acıkınca onun için yiyordu. Ve biat ettiği efendisine biat akdi olan ahit imanını göstermenin alameti farikası olarak ta boynunda hamurdan yaptığı efendi putunu taşıyordu.  Put ya da ikon bu biat akdinin somut tescil belgesiydi.

Önemli olan mal mülk sahibi bir İbrahim’in ortaya çıkıp ta, kolektif olan ilahtan kendisine meşruiyetle mal mülk veren bir kişi ilahını ortaya koymasıydı. Önem olan meşruiyetti. El de bu meşruiyetin tapu senediydi. Ve El ilk kez kişinin mülk sahipliğine onay veriyordu. Kişi ve kişiler de mülkünü bu kişisi ilahla açıklayabiliyorsa, özel mülk sahipliğini, kaderleri bu mana ile açıklayabiliyor buna göre yaşam oluşabiliyorsa önem buydu. El süreci akılsız başlamıştı akılsız akılla gitmesi de gerekiyordu.

El izanı, yeni durumu kendisinden önceyle meşru etmeydi. Yeni olan süreci çevrime edecek olan ideolojiydi. İdeolojinin eksen çevrimiydi. Araç bir kurgu manaydı. Zenginlik-yoksulluk bu çevrim üzerinde yapılacak soru cevaplarla döngüsel olacaktı.

Musa kendisinden önce ile meşru olurken Musa’nın Yehovası da diyecekti ki; “Ben ataların İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un ilahı olan El’im”. Zaten İsrail de Yhw’ye “atalarımızın ilahı” diyerek İsrail’in ittifak tavrını meşru edip tekilleşiyordu.

Önemli olan kolektif ittifaka karşı, o ittifakı yeni sürecin yeni mana anlayışlı meşruiyetiyle yıkmaktı. Ve yeni olan mülkiyetçi ahidin bu mana üzerinde köleci biata dönüşmüş olmasıydı. Emek ve tarihi bilinç üzerindeki hafızasını kaybedenler, sanal mana üzerinde ki hafızayla olmak zorundaydılar. Sonra da bu biati akde uygun iradeyi söyleyip, siz biat edenlerin zihnini kıyaslı ikna içinde oluşlarını sağlayacaktınız.

Av ve avcı olma süreci hayatın bir enerji çevrim süreci olmakla doğada belirmişti. Doğanın bu tutumu bu güdü içindeki her bir hayata açık olan bir kullanımdı. Bu bağıntı bizim dışımızda, bizden ve bizim bilincimizden bağımsız bir ortamın girişmesiydi.

Hayat doğanın tümlüğü içinde yalıtımlı olan kendi özel süreçleriyle nispeten bağımsız işlev olmuştu.  Hayat kendi dışındaki doğanın ortaya koyduğu baskı basınç ile kendi yalıtım ortamındaki süreçlerin kıyasıyla oluşan bencil bilinçti.

Toplum; insanın doğa içinde yalıtıma ettiği bir alanın doğa kurallarıyla birlikte insanı da etkin kılan kolektifçe girişmeli ve kontrollü süreçlerdi. Durum bu olmakla bencil insan öznesi kolektif üreten sürece istismar etmekle yaklaşır. Kişiyi en çok üretimi içinde tutup, üreten kişinin en az doymasını paylaşır.

Böylece kişi bencilliği toplum yapısı içine sömüren, yapay enfeksiyonunu katmaktadır. Bu tutum bir hayat şekli olan asalakların da bir enerji çevrim şeklidirler. Sömüren oluşma asalak yaşama uygunsa da üreten sürecin üreten zorunlulukları üzerindeki duyuş olan insan ahlakına, inşanın temeline ve üreten ilk ittifaklı yapılara aykırıdır.

Her şeyin her şeyle bağıntı bir girişme olduğu evrende; ya da insan duygusuyla söylersek her şeyin her şeyle yararlanıcı bağ ilişkisi ve reddetme bağ ilişkisi kurduğu şu dünyadaki bu bağıntıyla var oluşun bir seçme ayıklama yapmasıdır. Yararlanma da yapının kendi dışında bir enerji teminidir. Asalaklık ta enerji sağlaması içinde bir şekilde inşa olamayan bir türün, başka şekilde inşa olmasıyla vardır.

Genelde insan insana göre yardımlaşan türdür. Bir insan da tıpkı diğer insan gibi enerji sağlar. Yani bir insan da sentez içinde enerji sağlama kaynaklarını üretir olmakla doğada asalak konumundadır. Böyle olunca toplum içindeki sömürü doğal akışa da uygun olmaktadır! Ne var ki toplumcu beliren seçme ayıklama yansımalardan oluşan nesnel somut ve giriştirici duyuş ve bilince göre de doğru değildir. 

Ortak yararı (genel yararı) üretme üzerine inşa olan kolektif oluş ya da toplum; asalak oluşa göre inşa olmamıştı. Doğada beni sömür diye inşa olan bir hayat yoktur. Ahlaksızlık ve ahlaksızlık algısını veren duyuş ta; toplumun asalaklık üzerine inşa olmamış olmasındaki referansın gerçekliğiydi.  Ama bir kez inşa olunca da toplum dış asalaklığın hedefi oluyordu.

Sömürü toplumun dışında tür olan asalaklarla enfekte edilir olmaya zorunlu olarak uygunsa da insanın asalaklığına da bir o kadar zorunlu değildi. Asalaklık, toplum olmanın duyuşuna, toplum olmanın duygusuna ve zorunluluğuna kökten aykırı bir sorundur.

Bu asalaklık üreten insanda köleleştirmeyi getirir. İnsan toplumun dışında toplumda yararlanan bir tür değildir. Aksine insan toplumu inşa eden olmakla, toplumun parçası ve parçası kadarla kendi olup enerji sağlayıcıdır.

Genelde bir hayat türü çalışma, üretmeyi köleleştiren asalak olmak dışında, kendi kendisinin asalağı olmamaktadır. Bir hayat olan insan da kendi yeteneği kadar payla toplumun kendisi ve toplumun inşacısıdır. İnsan, insan olmanın tarih bilinciyle, inşa bilinciyle asalak olabilse de ahlaken (mana en) toplumun asalağı olmamalıdır.

Gelişme değişme dönüşme esastır. Değişmeyen gelişmeyen yapı ölür. Kolektif oluş içinde kişi sahipliği beliremez. Bu sistemin pozitifliğidir. Siz bunu topluma egemen olmayan kişi sahipli kullanımlara dönüşebilirsiniz. Bu durumda sistem biraz negatif biraz fazla pozitif olur. Bu doğrudur.

 Bir gelişmenin, değişme ve dönüşmesidir. Sistemin polaritesi kişi sahipliği yönünde biraz bir değişme ortaya koyarsa bu sistemin negatifliğidir. Sistemin negatif yönde değişmesidir.  Sistem polarması kolektif yönde biraz artarsa bu sistemin pozitifliğidir. Sistemin ayarları ne daha çok negatifliği ne daha çok pozitifliği hiç istemez.  Daha çok negatiflik kadar daha çok pozitiflik te hiç doğru değildir.

( Osmanlıda Kısmi Bir Etkin Hafıza 10 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 29.06.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.